Duvar

Duvar deyince bilmem ne gelir insanın aklına. Sahi bir bebek ne düşünür kapı eşiğini aşamayınca abıldarken. Biz öyle derdik abıldamak-ıbıldamak… O bebeklerin kıpır kıpır ancak bir kapı eşiğini bile aşamayan o halleri.. Yeni evlerde eşik de yok üstadım.. Devrile, yuvarlana, emekleye tüm odaları dolaşabilir değil mi? Artık engelsiz bir dünya var görüntülerde. Sağlam, beden organları yerli yerinde olan insanlara yazıyorum yazıyı. Lakin empatim gelişmiştir benim, çok acı çekiyorum engelli insanları gördükçe de.. Kimi zaman ve belki de dünyadaki haksızlıklar, eksiklikler, yoksunluklar beni Tanrıya sitemkar ve cüretkar etti… Haklıyım beyim, haklı olduğumu biliyorum, kimse bana tasavvuf felsefe yapmamalı Tanrı konusunda.. O var ya… İşte o, zaten kimse bir şey yapmıyor, fani ömürlerin bu çağda daha da bir çekilmez olması insanın zihninde aşılamayan bir duvar gibi…

Duvar diyordum, duvarı görmeden önce kapılar var daha… Açılan kapılar, açılmayan kapılar, anahtarlı kapılar, tahtadan, demirden, çelikten, çalı çırpıdan bile kapılar vardır değil mi? Şimdilerde otamat diyoruz ya, tık diye bir ses ve açılıyor apartman kapıları.. Kapılarda bile pencereler var çeşit çeşit şekillerde. Kapılar da öyle rengarenk… Sahi siz hiç kapı taşıdınız mı, ev kapısı, apartman kapısı, oda kapısı işte.. Ben taşıdım üstadım, hatta vernikledim bilem… Vernikten önce zımparalamak yoruyor insanı, vernik işte yapışkan koruyucu sertleştirici, çürümesini önlemek için sürülüyordu eskiden kapılara… Türlü ağaçtan yapılıyor ya, marangoz atölyesi görmeniz lazım, kilit yerlerinin nasıl oyulduğunu görmeniz lazım, nasıl desenler verildiğini, nakkaş gibi oyma işlemeleri yapmanız lazım.. Şimdi bas presi üret bolca kapı.. Pencereler bile plastik, plastik icat olmadan….. Marangozhaneye dönelim, talaş kokusunu aldım ancak ağaçtan…İnce veya kalın talaşların üzerine çok düşündüm… Hani bir odun atardın eskiden sobalara, odunun tutuşması vakit alır, lakin talaş dediğin nasıl yanar ya….

Elektirik ve makine – motor bir nimet değil mi, mekanik, akım, volt, testere…. Marangozhanelerdeki makineler geldi şimdi de aklıma.. ve duvarların içinden geçen elektirik kablolarında mı sıra şimdi..

Duvar diyordum, bitti mi, duvara geldi mi sıra.. kapıları ,pencereleri engelleri aşıp duvar üzerine düşünmeye başlayabilir miyim artık.

Boyamak nasıl bir güzeldir duvarları, kirinden tozundan arınaverir duvarlar, soğuk gelir çoğu zaman duvar deyince aklımıza, çünkü duvarların kökeni taştır belki de, taş işte soğuktur, soğuk gelir insana… Sonra beton oldu, beton çeker derler, neyi çeker ki soğuğu mu yoksa soğuğu mu verir insan bedenine.. Şimdi hazır duvarlar artık…Betonlar hazır.. Duvar boyamak da zihin boyamak gibi, gönül boyamak gibi, görüş boyamak gibidir belki de, her fırça darbesi bir örtü gibi, halının altına süpürür gibi değil midir kirini pasını duvarın… Boyama yaparken kasların, kolların, ellerin hareketi güzel değil midir? Orkestra şefi gibi hisseder misiniz duvarları boyarken kendinizi… Yoksa bitsin de iş,  bir yorgunluk çayında mıdır aklınız, fikriniz…

Yorulmayı özlerken gelir duvarlar aklıma, yapının bir parçasıdır ya duvar.. Tuğlalar da ve taşlar da benzer belki tığ ile oya, çorap, kazak ördüğümüz ipliklere… Eh hep bir gizlenme aracıdır, perdeler gibidir duvarlar… Kültürümüzdeki cennet anlatılarında anlatılır ya, adem ve havva çıplak atıldığında cennetten hemen duvar icat etmişler yapraklardan.. Öyle değil midir, duvar değil midir örten, örtücü….

Oysa şimdi duvarların ötesini de, berisini de, içindekileri de görüyor artık görsel zihinler.. Tv ve internet bütün duvarları yıkıp geçmedi mi son çağda.. Geçti azizim geçti, tüm duvarlar toz gibi oldu, kalktı aradan. Lakin zalimlerim duvarları hiç bitmedi dünyada.. Zalimlerin duvarları hiç bitmedi. Ne anlaman gerekir duvar denince ey aklım, ey gönlüm… Sizlerin duvarları kaldı bir hâlâ yaşayan, kolay kolay belki bir 100-200 yıla kadar kalkmayacak ortadan… Kısacık ömründe zihnen sonsuzluğu yaşayan ve yaşatan düşünceler, hisler en sağlam duvarlar olarak çıktı karşımıza.. Atomun, atom altı parçacağın, Tanrının duvarını bir türlü aşamadık dünya kurulalı… Ya nasip belki görürüz ölmeden tüm duvarların kalktığını.. Mümkün değil diyorum elbette, mümkün değil tüm duvarların kalkması…Ya mümkün olsaydı diye sesleniyor içimdeki Nasıreddin Hoca, Keloğlan kaşıyor kafasını.. Nice yiğitler tırmanıyor kale duvarlarına ve mağarada doğmuş yeni bir hayvan gibi karanlığın zulmünü çakıyor hafızama duvarlar yine..

Duvarlar ışık geçirmez mi daha diye, belki çoğuna malayani gelecek şekilde düşünmeye devam ediyorum... Ne varım ne yokum ben duvarlarda, duvarlar benden değil ise, kimden azizim kimden? Hiç cevap alamadığı soruları insanlığın, aşılmaz duvarlar olarak yıkılıyor üstüne ve ben Y kuşağı olarak can çekişiyorum devamlı.. Çürümüyor duvarlar, çürüyor da insanlar, çürüyor da mezarların bile duvarları, zihnimdeki ve gönlümdeki duvarlar çürümüyor üstadım.. Görülmeyen duvarlar var çevremde, tutsak düşmüşlüğüm hep bu yüzden...

Ve ben en büyük duvarları şiirlerde görüyorum.

25 Mart 2021 5-6 dakika 193 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 3 yıl önce

    Taş atma taş olursun bak :P Taş taş üstüne koyalı beri yükseliyor bu duvar oysa neye yarar kuşatmıyor, korumuyor ve ısıtmıyorsa bu duvar... Ah duvar engel duvar, engelin metaforunda ki duvar ... Oysa tam da burada bir duvar yazısı belirmeliydi - Duvar görme ! Engelini taşlar ile... Duvar örmek, taşları yerli yerine koyabilenler ile... - Taş atmıyorum kızma :) güldür dilimde ki dikenine değince ah etmeyesin pirdaşım sevgilerimle,