Adam Gibi Yaşamak

' İlişkiler kişinin aynadaki yansıması gibidir. Ne verirsen onu alırsın '

Çok değil daha yakın zamana kadar inatla savunduğum, ölümüne inandığım bu söz şimdi ne kadar da anlamsız geliyor bana onca yaşanandan sonra.

İnandığım bir şey var ki hayatın neresinde olursak olalım, nasıl baktığımız ve nasıl anladığımızdır gerçek olan.
Ve ne yazık ki herkes kendi gerçeğini yaşar.

Hayatın ve de insanların acımasızlığı her geçen gün karşıma çıkarken, beklemediğim, hiç hak etmediğim tokadını yüreğime yerken, düşlerimin ? umutlarımın vakitsiz kirletilmesini seyrederken hala neyi bekliyordum ben de bilmiyorum.

Sanırım uzun zamandan beri ilk kez koşulsuz inanmanın ve güvenmenin sarhoşluğu içerisindeydim. Rüyalar çabuk biter oysa...
Bu gerçeği bilmeme rağmen uykuda kalmak cazip gelmiş olmalı ıssız yüreğime.

Bin inançla çizilen umut tablosunun bir fırça darbesiyle karalanması, hayallerin inançların bir rüzgâra savrulması ne kadar da kolaymış.

İnanmaya ürkek çocuk yüreğim safça türküler söylerken, tuvale çoktan çizilmiş resmim. Ve rengi çoktan belirlenmiş birkaç fırça darbesi hepsi bu...

Daha ölmeden küllerimin savrulmasını zevkle seyretmekten başka işleri olmayan küçük yüreklerin büyük kurbanıydım artık. İnsanı insan yapan onurlu ve gururlu olmak gibi, sevmek, inanmak, güvenmek gibi ne kadar duygu varsa hepsini yok etmiş olmanın sarhoşluğuyla yalpalayıp duruyorlardı şehrin parlak ışıkları arasında .

Arkadaşlık ay ışığı gibidir, gün ışıdığında kaybolur... Dostluk ise ayın ta kendisidir. Ne gün ışığı yıpratabilir, ne de devrilen yıllar.

Gün geceye esir düştüğünde gece karanlığında açılır gözleri yarasaların. Gecenin ve karanlığın hâkimidir onlar. Kan emer, kanla beslenirler. Gün ışıyıp da çatkımı kavını güneş, en kuytu en karanlık meskenleri mabedi sayarlar.

Parlak ışıklarıyla ihtişamını sürdüren koca şehir, insanların önce gözlerini sonra da yüreklerini kör eder. Ve genişletir her geçen gün esir kervanını. Karanlığa hâkim yarasa kanatlı kör yüreklerin ayak sesleri her geçen gün çoğalmaktadır artık.

Zaman ve şartlar öyle bir hızla ve öyle anlamsız bir rüzgârla savurur ki her birimizi, biz biz olmaktan çok ötelere savruluruz. Daha dün inançla savunduğumuz, ucundan sevgiyle tuttuğumuz hayallerimizin, umutlarımızın bir gecede katili oluruz...

Aynı şehirde aynı kaldırımları arşınlayıp, aynı ara sokaklarında soluklanıp, aynı karanlığa adımızı yazmaya çalışırken ve aynı güneşle yüreğimizi yeniden ısıtmaya çabalarken birden iki yabancı oluruz...

Adımlarımızın biri diğerini takip ederken ayak izlerimize bile dokunmaya korkarız. Kendimizi kendimize ispat diye yine kendimizi kandırırız. Boyumuzdan uzun, yüreğimizden büyük yalanlara sahte imzalar atıp atıp dururuz.

Oysa benim yalanlarım çok küçük, hiç büyütmedim onları. O yalanlar ki, sevdiklerime zarar gelir kaygısıyla boyumu aşan suskunluklara attığım imzalardan başka bir şey değildi.
Yanılmışım...
Öyle büyük ki yanılgılarım.

Ah şu yanılgılarımız... Bu yanılgılarımız değil midir bizi hep yanlışa sürükleyen. O yanlışlar ki kanatır yüreğimizi, canımız yanar.
Hayatın her türlü acımasızlığına göğüs gerebilen o naif, kırılgan yüreğimiz, insanların acımasızlıkları karşısında çaresiz kalır ne yazık ki. Sol böğrümüzde hissettiğimiz vakitsiz sancı yüreğimize saplanan hançerin belirtisidir. İşte tam da o anda kumru kanadına yüklediğimiz bütün güzellikler uçup gider bir kanat çırpışıyla. Gün kararır mor menekşeler üstünde, her yer zifir zindan.
Ne ay şahittir geceye, ne de yıldızlar yol gösterir. Bütün duygular hüsran.

Yine yanılmış olmanın, yine inanmış, koşulsuz güvenmiş olmanın rahatsızlığını bir kaftan gibi giydirirler bedenine.
Bir günde iki hançer ağır gelir inanmaya ürkek çocuk yüreğine...

Bu bir kader midir yoksa yanılgıların sonucumu bilemiyorum. Bildiğim bir tek gerçek var ki o da bütün tokatların yüreğimde patlıyor olması.

Yalnızlığını oynamaktan başka hiçbir rolünü beceremedim hayatın.
İyi bir oyuncu değilim kabul ettim artık. Sevgi ıssızı yüreğim hep sınıfta kaldı sevilmekten yana.
Oysa ne kadar çok takdir toplamıştı sevmek adına...

Yabancısı olduğum sahnelerde, karanlığın hâkimi yarasa kanatlı yüreklerin kurbanı seçildim hep... Suçum ise inanmak, güvenmek ve herkesi kendi yürek atışında yakalayabilmekti.
Ne kadar çabalasa da yalana yemin etmeyi, maskelerle dolaşmayı, riyakârlıklara ortak imzalar atmayı beceremiyor sevgi ıssızı yüreğim.
Bu nedenledir ki boyumdan büyük suskunluklara imzalar atmak, susmanın erdemini yaşamak daha kolay geliyor inanmaya ürkek çocuk yüreğime...

Zaman en iyi ilaçtır. Herkes kendi gerçeğini yaşayarak öğrenecektir elbet. Ve herkes kendi kadarını yaşar ne yapsa da...

Artık biliyorum...

Başkaları adına çokça cümleler üretebilen ben, kendime ait kelimelerimi yitirir oldum. Ya da bilerek unuttum hayata dair bütün repliklerimi... Çırılçıplağım ve üşüyor çocuk yüreğim...

Bazen çekip gitmek, kapı aralığında kalmaktan daha mevladır.
Satır aralığında dökülen bu cümlelerim, ne büyütülmüş öfkelerin, ne adını koymaya korktuğum kızgınlıkların sonucu değil. Henüz nereye koyup nerede yok sayacağımı bilemediğim, ne yok edebildiğim ne de var diye sahiplendiğim kırgınlıklarımın koşuşturmasıdır.

Kendime ait cümlelerim henüz tükenmemişken, yüreğimin ürkek resmini çizmek, gökkuşağından rengârenk entariler giydirdiğim yüreğimin her bir odasının kapısını sonsuzluğa açmak istedim sanırım...
Yarasa kanatlı kör yürekli insanların çevrelediği bir dünyada bunun hiç de kolay olmadığını, olamayacağını benden iyi kim bilebilir ki!

Bu nedenledir ki inanmaya ürkek çocuk yüreğim, inadına der ve inadına çeker zılgıtını... Tek derdi insan olabilmek, adam kalabilmek...

Oysa adam olmak, insan kalabilmek çok da kolay değildir.
Mangal gibi bir yürek ister önce, çokça inanmak hissettiklerine...

Yüreğinde uçuşan kelebeklerin kanadına dokunmadan, rengini soldurmadan, yüreğinin en güzel odasını açabilmeye cesaret ister...
Çiğ düşen umutların yaz yağmurlarıyla yeniden yıkanmasına, gözyaşlarının sevda pınarlarında akmasına şahit olmak ister...

Sevdayı sevdayla hak etmiş bir yüreğin haykırışını, ağlayışını görmek ister...
Koca şehrin parlak ışıklarında kör olmuş yüreklerin yeniden güneşe selam çaktığını, üşüyen yüreklere ışık tuttuğunu, harama dokunmadan, kanla ıslatmadan yüreğini hayatta kalabildiğini görmek ister...

Açlığa, yokluğa-yoksulluğa yenilip üç kuruşa onurunu satmadan, el açıp etek öpmeden başını dimdik tutabildiğini, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyebildiğini görmek ister...

Kolay değildir adam olmak, insan kalabilmek...
Yaşamak adam gibi, zor bir zanaattır.
Velhasıl mangal gibi bir koca yürek ister...

17 Temmuz 2011 6-7 dakika 6 denemesi var.
Yorumlar (2)
  • 12 yıl önce

    Yazar içini dökmüş yazısında.

    Hayat bu demiş👍

    Anlayana....😡

    Çok güzeldi, kutlarım....

  • 12 yıl önce

    🙂

    Hayat denen koca sahnenin tam da orta yerinde bir küçük yürek yazar olmak, şair olmak istiyor... Kelimeleri satır arası cümleler oluştururken düşe kalka öğrenecek elbet... Değerli hocam tarafınızdan övgüye layık görülmek onurlandırdı, daha da yüreklendirdi beni... Sizden öğreneceğim öyle çok şey varki... Elimi hiç bırakmamanız dileğiyle Yürek dolusu teşekkür, gökkuşağı renginde sevgiyle ve hep bizimle kalın 🙂