Aidiyet mi sürü psikolojisi mi ?

Kitleler ve kitlelerin davranış biçimleri bilimsel olarak incelenmiş, birçok sonuçlara ulaşılmış, iyi güzel de pratikte insanımızın kullanımına ne kadar sunulmuş. Ağırlıklı ders kitapları niteliği taşıyan sosyoloji kitapları, zaten kitap okuma engelli olan halkımıza bir o kadar uzak düşmüştür. Oysaki bireyselliğimiz kadar bilmemiz gerekir toplumsallığı, toplumsallığın ne demek olduğunu.

Sosyal gruplarda genellikle iki tür oluşum dikkatimi çekti. Bunlardan ilki sorgusuz sualsiz lideri ne derse o olur diyen insan kitleleri. Genellikle ilkel diye tanımlanabilecek bu olgu'yu ben sürü psikolojisi diye tanımlıyorum. En önce ki koyun nereye giderse gitsin, diğer koyunlar hep onu izlerler. Bu öyle bir izleyiştir ki sonunu başlarında ki koyun da bilemez. Ama bir çobanları varsa, işleri daha da kolaylaşır koyunların. Çobanın yapması gereken belli bir rutin de günlerce her gün'ün yirmi dört saatini aynı yaşatır koyunlara. Bir süre sonra bu koyunlar, için çok da fazla çaba göstermesine gerek kalmaz çobanın, çünkü koyunların bilinçaltını programlamıştır, en kaba tabiri ile. Bu noktadan sonra sabah ağılın kapısını açar, koyunlar çoban köpeklerinin eşliğinde, kendiliklerinden gitmeleri gereken aynı yoldan her gün aynı yere kadar gider ve akşam yine aynı düzen içerisinde ağıllarına dönerler. Artık çobana da gerek kalmamıştır. Her sabah giderler ve akşama da dönerler rutin bir halde. Bu sürü psikolojisi ne acı ki ülkeler ve milletler bazında da yaşanmaktadır.

Bir bütüne dahil olmanın getirdiği aidiyet duygusu nedeniyle, düşünmeyi, sormayı, sorgulamayı bırakıp koşulsuz itaat ederiz. Çünkü sorumluluk almak istemeyiz. Birisi bizim adımıza karar verirse sorumluluk da ona ait olacaktır. Bu çok rahatlatıcı bir duygu olmalı ki birçok insan kişisi böyle bir tercih ile yaşamını sürdürmekte.

Oysaki aidiyet, sürü psikolojisi demek değildir. Aidiyet bir bütünün parçası olmaktır. Ama bu parça işlevi olan bir parçadır. Büyük resmin içinde bir yere sahip olmaktır. Evren de hiçbir şey yersiz ve anlamsız değildir. Hiçbir varlık da rastlantısal var olmamıştır. Var olan her şeyin bir işlevi vardır. İşlevler yerine getirilmediğinde sistem bozulur. Sistem bozulduğunda, ne ekonomi kalır, ne huzur, ne bolluk ne de mutluluk. Her birey sistem içindeki sosyal sorumluluğunu almak durumundadır. Sadece kişisel kazancınız ve kendi yaşamınızı idame ettirmeniz asla yeterli olmamalıdır. İnsan bütün bir varlıktır. Tembellik ve rehavet, ama entelektüel anlamda, ama sosyal sorumluluk anlamında çok ağır sonuçlar getirecektir. Aslında demem şu ki, dünya bu halde ise bunun sorumlusu bu güne kadar bize dayatılan sistemleri, eylemleri, sormamamız, sorgulamamamız bütün resmin içindeki görevlerimizi yerine getirmememizdir.

Daha basit hali söyleyeyim, denizler kirlenirken, kirletenleri, gökyüzünde oksijen miktarı azalırken ormanların yanışına, depremlere rağmen, üretilen konutların üretiliş standartlarına, dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşları öncelikli olarak sorumludur. Vakıfların, derneklerin, sivil toplum örgütlerinin ye babam tekkesi olduğu bir ülkede tabii ki sistemi kuranlar çoban, birileri çoban köpeği, halklar ise koyun olacaktır.

Bilincin ve bilinçliliğin, sormanın, sorgulamanın başladığı, madde mi? maneviyat mı? dediğimiz bu günlerde belki de dünya sırat köprüsünden geçiyordur. Gezegenimizi rehabilite etmemiz gerek. Ne dolar'ın yükselişi, ne avro'nun değeri, ne borsalar ne de bankaların hali, ne sahip olunan maddi değerler, dünyamız için bir an önce harekete geçmezsek bizi kurtarmayacak. Çıplak geldik, çıplak gideceğiz. Bu hepimizin sorumluluğu, bir an önce gaflet uykumuzdan uyanmaz önceliklerimizi doğru belirlemez isek çok geç kalabiliriz.

27 Şubat 2009 3-4 dakika 16 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar