Aiti Eştirme 13

13] Aslında kişiler gelişmenin mantığını bilir olmakla, eski ve yeni döneme değin olan sağlayışların, kıyaslama olan her bir farkını bileceklerdir. Cehalet, Dünya'yı hep kendi algısı gibi ve gördükleri gibi olduğu sanısını onlara, hep taşıtır. Bu nedenle kendi dönem seyirleri içinde olması gerekenleri makul bir seyir olduğunu sanırlar. Oysa o zamanların gelişmişlik koşullarının, bugünkü koşullardaki var olan gelişmeleri, asla ortaya koyamayacağı da, pek açıktır. Ne var ki gelişmenin kendi dönem ırası içindeki tüm güzel oluşmaları, daima kendisinden sonraki dönemlerin asgari sağlayışlarına göre, hep geri adım olacaktırlar. Ve hiçbir zaman, eski bir dönem, kendisinden sonraki dönemlerin her bir sağlayışlarını kapsayamaz oluştan ötürü de; asla özlemi duyulur olan etnikçi bir asrısaadet dönemi, olamayacaktır.

Bunun adı, yeni olanı hıfz edip, sindirememektir. Ve duyguca geriye özlem duyan bir gericiliktir. Güncel rahatsızlığa akıl erdirememenin, kolaycı bahanesidir. Gelecekteki oluşmaların hiç birini sağlayamayacak olan her hangi bir eski döneme; toplumsal yaşayış olaraktan, özlem duyan gerici bilmezlikler, toplumu; asrısaadet gibi bir küt anlayışça özlem içine doğru sürüklemektedirler. İşte bunun içindir ki tür kıyaslama verildi. Değilse bunca sağlayışlarına rağmen, günümüz dahi, geleceğe göre, özlemi duyulmaması gereken bir geçmiş olacaktır. Bunu (cahilliği) savunmak, demokrasi bile olamaz! Eğer bu bir demokrasi ise, bilmezlik nedir? Bilmezlikler de bir demokrasimiz mi olmalıdır?

Bir uygar toplumun yönetimi de; kendi toplumsal dokusu içindeki coğrafi yer adlarını ve kişi isimlerini değiştirecek denli körce etnik oluşla, kendi sosyal yapısına dek başka halkçı dokularına değin etnik aidiyet bağlarını, kaşıma zafiyet ve aczi yeti içinde olmalıdırlar. Çünkü bu türden acizce girişimeler için adama sorarlar; 'o yer ya da o kişi isimlerine değin baskıcı değiştirme ihtiyacınız, toplumsal olan hangi gelişmenize engel olan durumdur da, değiştirmek isteğini duydunuz? ' Bu konjonktür sel olan, yapıcı olmayan siyasetlerin, toplumsal gelişmelerin başarısını gösterememenin, kandırıcı bir ırasıdır. Eğer siz ortalama bir toplumsal paylaşımı sağlayamazsanız, halk etnikçi yapıda ayrışmaya başlar!

Böylesi bir mantık, temelde toplumları da eski etnikçi aidiyet bağı içinde tutmak demek, halkçı yapıları perişanlığı içinde tutmakla eş değerdir. Etnik aidiyetler hiç bir ilerleme ve gelişmeleri ortaya koyamaz. Bir etnik aidiyete bağlı yazar ve çizer, bilim adamı ve futbol insanı vs. hiç bir zaman kendi etnik aidiyetin bir başarısı değildirler. Tam bir toplum, başarısıdırlar. Aydınlar, toplumlara ait olan kültürleri, eğitimleri, üretim ve tüketimlere denk düşen demokratik işleyişleri ve demokratik olmayan her tür işleyişlerin iç ihtiyaçlarından kaynaklı, toplumsal tarafların karşılıklı etkimesi ile sağlanan bir toplumcu başarı ya da başarısızlıktırlar.

Yani toplumsal ilişkilenmeleriniz bir zorunlu etkileşim ürünü olaraktan ortaya çıkarlar. Toplum kültürü olmayan hiç bir yapı; bu düzeni ve düzlemleri asla sağlayamazlar. Bir toplumsal güç karşısında, hiçbir etnik, ırkçı, ulusçu yapı tutunamazdır. Her ırkçı, ulusçu, etnik yapılar toplumsal ilişkiyi ortaya koyabilirlerse de, karmaşık ilişkili toplumların seçme ayıklama ilkesinin üzerine oturduğu çok seçenekli sunum, bu ırkçı toplumsularda olmayacağı için; etnik, ırkçı, yapılar pek çok sanal ilişki üzerine oturmuş totemce öznel anlamalar olduğundan, hiç bir zaman ergin toplumun yeteneklisine hiç çıkamazlar. Bir Aborjin, bir Pigmeler topluluğu gibi etnik düzlemini aşamayan topluluklar, sosyal aidiyete tutunur kalırlar. Çünkü her değişmeyi ve gelişmeyi bu sosyal aidiyetçe oluşlardan bir sapışın felaketi olaraktan, algılarlar!

Bu parantezleri açma gereği duydum. Aidiyetle meyi işlerken bazı okura belli bir aidiyet sanki saltık bir doğru sahiplenme imiş gibi gelebilir. Zaten bu türden anlamaların, saltıkça olmayacakla çelişebilmesini açıklamak için de, diğer çalışmalarımda yeri gelen kavramsal tematik değinmelerle, bu nicelemelerin, her birine dek belirtmelerin, hep gayretinde oldum. Ama yazılarımı hep bölümler şekilde yayınlar olunca, oralarda belirttiğim kimi değinmelerimi de, buralarda da, vermeye çalıştım.

Temelde aidiyeti insanın etkinliği, insan eylemlerini karmaşıklaştırmasıyla, yepyeni bir dizi üretim ilişkisine sokar. Bu ilişkileniş aidiyet eşme yapısıyla girişip, çatışarak düzenlileştirilecekti. Aidiyet eşen yapı içinde birbiri ile sürtüşen ve birbirini olgunlaştıran, etkileşme, çatışma süreçleri ortaya çıkmıştır. Yani, bir yanda yeniden aidiyet eşilirken, bir yandan da, insanın amaçlı etkinliği; kişiselleşir oldu. Özel aidiyet eşmeler (mesleki dayanışmalar) başladı.

Aiti eştirme; dışlanmayan bir örnekliği ile ve bir kazanımın aynısını, korumanın ve aynısını yineleyebilir olmanın rahatlığını veren güvencesini, insanlarına hissettiriyordu. Oysa birey temelli etkinleşen emek de, sosyal birlikçi yapılar içinde çeşitlenerek, bir örnekli olan sağlayışlarda kopmuştu. Bugünkü emekçi davranışlardan oluşan topluma değin gelmişti. Sözün gelişi sosyal birlikçi üretimin ortak paylaşımı yerine, kişiselleşen emekler, kendi ürettiklerine de sahip çıkmaya başlayacaktı. Böylelikle insan; doğal yetenek ve farklı doğal eğilimlerini ortaya koyaraktan, daha bir özelleşmeye kayan, o güne değin hiç tanınmadıkları yepyeni bir duruma değin karmaşıklaşan emeklerini ortaya koydular.

İnsanlar, gerek çekim eskinin içindeki sınanmış olana değin olanların kısmi şaşmazlarına ve gerekse yapa geldiklerinin alışmalı rahatlığından; çekim alanına güvence duyuyorlardı. Ancak yeni olana da eğilim vardı. Kişiler, yeni gelişir olan etkinliğinin yol açacağı yeni sorunları birden kavrayamazdı. Kişiler bu yeni etkinliğe dek davranışları gösterememesinden ötürü, bu yeni oluşlara, karşı oldular. Direnç koydular. Yeniler olduğu için eski olanı sahiplenme duygusu, daha da eğilimli olarak kuvvetlenmeye başladı. Ve tabii ki eski olana bağlı olmanın yararlarını da ummaya başladılar. Aslına eskiye olacak bağlılıklar, yeniye olan; pişi sel ve acemice uyumsuzluktan kaynaklı, tedbirsizlik, güvensizlik, kaygı ve anlayışsızlıklar gibi birçok bileşenlerden oluşurdu.

Etnikçi sosyal birlikler coğrafi komşuluklar ve bölgeci sosyal birliklere değin yakınlıklarla, bu ait eşmeli formasyon anlayışlarını, birini diğerine göre, hem bir takım ruhu ile kolaylıkla disipline ediyordular. Hem de; yine birbirlerinin aidiyet etniklerine göre, farklı olmalarının tabusunu da zorunlu kılıyordu.

25 Ekim 2010 6-7 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar