Aiti Eştirme 27

27] Burada araçlı emek üretiminin keşfi ile insanlar birden bire yerleşik yaşama ve uygarlığa geçmediği; bir savaşçılık ve yağmacılık döneminin de, bu uygarlaşma adımı ile iç içe olduğu, kuşkusuzdur. Sosyal birliğin tek sınıflayışı ve ayırt ediciliği olan kendi dışındaki her şeyin yabancı ve saldırılır olması ilkesi ile yabancının olası ise hemen imha edilir bir meşrulukta tutum etmiş olmaları nedeniyle, insanlığın uygarlık süreci öyle birden bir adım atışla aşılarak bitirilecek bir durum da değildi hani.

İşte Habil, Kabil versiyonlu sembolizm, iki ittifaka girmiş kültün (çoban ve çiftçi kültün) bu kavgalarını da içeren, ittifakçı oluşların yansıtılmasıdır da.

Bu tür çeşitli bitki ya da hayvan veya hayvan ürünü kurban etmeye ilişkin Sümer ve Akad kayıtlarında, kardeşleşen toplumlar aşamasındaki bir hal, yine bir ilahide anlatılmaktadır. Tanrıça İnanna kendisine evlilik teklifi yapan çoban tanrı Dumuzi'nin ak koyun, kara koyun, süt, yağ bal kaymak sunmasını kabul eder.

Çiftçi Enkindum'un tahıl ürünleri olan kurban yaptığı; buğday, fasulye, mercimeğe değin kurban sunusunu kabul etmez. Bu hikâyenin başka bir grup külte göre olan anlatım varyantında, kardeşleşme evlenmesi sırasında Dumuzi veya Enkidum, yukarıda sayılanları İnanna'ya düğün hediyesi olarak verir: Enkidum der ki; 'Buğday getireceğim size; Fasulye vereceğim; mercimek getireceğim size.'

Bitki ve hayvan toteme ait dönemler, artık bitki ya da hayvan, ana babadan doğma (grupları tanımlayıcı sınıflamalar)dönemidir. Tevrat'ta, yerin sürüngeni ve hayvanı, kuşları ile insanın yok edilişi yazılıdır. Buradaki söylem; insanlarla hayvanların cezalandırılmaları, olmasa gerektir. Yerin sürüngenlerinden, hayvanlarından ve kuşlarından kasıt; sürüngen ya da kuş veya domuz gibi toteme ait insan toplumlarıydı.

Yani kendi canını kurtaran, emeğinin ürünü yetiştirdiği hayvan ne ise, kendi adı da o kurbanının adı idi. Bunlar hep yüzlercesi yaşanmış geçiş dönemi kült hareketleridir. Çünkü insanlar o totemin aiti idi. Yalnız kimi totem hayvanlar, insanın emek ürünü olarak görünmezler. Örneğin, Gılgamış destanında geçen akrep totemiler yani akrep adamlardı. Ya da akrepler ülkesi vardı.

İşte yok edilen kırın hayvanı kartal toteme ait insanlar; deve, ya da eşek toteme ait, tanımlı insanlardı. Yani anlatanların karşısındaki bir zamanlar yabancı gördüğü, şimdi temas kurduğu yabancı, karşı toplum birimleri idiler.

Bir insan grubu diğerine göre; önce totemi ile adlandırılırdı. Söylenceyi ortaya koyan sosyal birliklerin kendisini, insan diye söylemesi vardı. Yani anlatıcı insandı. Diğer gruplar da, kendi totem adı ile anıldığı bir hayvan ya da bitki totem aiti, ikon; amulet (muska)taşıyan varlıktan bir resimli adı vardı.

Kardeşleşme dönemindeki her bir aidiyet eştirme süreçleri, kurum ve kurallarını oluşturup, yasalar ortaya koymaları, bir beş oluşla olup biten süreçler değildi. Bu sorunlardan biride kardeşleşen grup toplumların, karşılıklı evlenmeleri ile ortaya çıkan çocuk velayeti sorunları idi. Bir diğeri ise, çocukların miras hukuku idi.

Yine bu sorunlardan biri de, çocuğun ana yerli sayılması gidecekten başlı başına bir sorun olacaktı. İlk ata totem aidiyetlikte, iç evlilik nedeniyle doğan çocuk kılanındı. Çünkü doğuran da doğurtan da o ata totem kılanın aiti olduklarından, çocuk da, otomatikman kılanındı.

Sosyal birlikler (yaşantıca) döneminde, böyle bir velayetçe sorun düşünülemezdi bile. İttifak eden iki toplum karşılıklı olaraktan iç evliliği yasaklayıp, kardeşleşip, karşılıklı kız alıp verince (berdel-henüz gelin gidilmiyor), doğan çocuğun baba yerli mi; ana yerli mi, sayılması, bir başka aşılması gereken, çok çetin kurumsal sorunsallardı. Şimdiye değin, böylesi bir sorunu insanlar ne biliyordular; ne de akıllarına geliyordu.

Çocuk erkeğin toplum birimi aiti olması için; adlanma, sünnet, göbek adı (ananın kendi babasının adının, çocuğa devir edilmesi) gibi sembolik ritüeller üzerinde, velayet geçişmesi yürütülüyordu. Üyeleri, kendisinden önceden beri sürüp gelen içinde bulunduğu durumu, saltık sanıp; böylesi değişmezlik algısıyla yetişmiş kadın, şimdi, doğurduğu çocuğu, kocasına verebilmek için gittikçe yeni alışmalara dönüşecek uygulamalar içinde, olacaktı.

Bir kadın gelin gelmişse, hamile kaldığında, doğacak çocuğunun kadının aiti olan toplumunda kalabilmesi için, kadının hamileliğinin son dönemini, gelin geldiği sosyal birimin yanında, mesela kendi babasının yanında hamilelik dönemini geçirecekti. Bu bir yol idi. Diğer bir çocuk velayeti edinme yol da, doğuran kadının çocuğunu emzirmesini haram ve mundar kılınacaktan, aiti olduğu toplumunun içindeki kadınların emzirmeleri yolu ile sütannelik kurumunun oluşturulması idi.

Çocuğu doğuran ananın sütü, çocuğa haram sayılacaktı. Kimi toplumda bu haram sayılma işi çocuk doğar doğmaz başlıyordu. Kiminde de, 40'ı çıkmak gibi bir anlayışla, doğumdan itibaren ana çocuğu 40 gün emziriyordu. Kırk günün sonunda, anne sütü çocuğa haram ya da mundar süt emme sayılıyordu.

Eğer ana karşı topluma gelin gelmeye başlamışsa, bu çocuk kırk günlük uygulamanın sonunda, ananın gelin geldiği yere veriliyordu. Yok, eğer kadın henüz gelin gitmiyor da, ittifak içinde iç güveylik dönemi süreçleri devam ediyorsa, kırk günün sonunda çocuk damat yerli olan topluma veriliyordu. Bu türden uygulama, topluma göre kurumsaldı. Halka göre kutsal sembollerden velayet sorunu geliştirilecekti.

Sürecek

26 Kasım 2010 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar