Alan Açma Ve Kolektif Kuvvet 6

Dahası her bir dinler geçmiş totem dönemin ve ön ittifaklı dönemin kardeşlik bilinci olan mirasın hafıza uzantısına dayanakla "kendi müminini, müminin kardeşi yaparlar". Dinler mümin kardeşliği ile totem kardeşler ve ön ittifaklı ilah kardeşler hafızasına gönderme yaptırırlar. Bu mantık sosyolojik bir tekrar ve yeni yorumdur.  

Erken dönem kardeşlikleri temas etme, dokunma, birlikte yaşam ve ortak anı oluşturmayla; hepsi biri, birinin de hepsi olmanın kardeşliğidir. El mantıklı kardeşlik inanç üzerinde soyut absürt, kardeşliktir. El mantıklı kardeşler erken dönem kardeşleri gibi yaşama, gerçeğe dayanmaz. 

Köleci mantıkta ön ittifaklardaki gibi “insan kardeşliği” yoktur. “Mümin mümine kardeştir”. Efendi ile köle kardeş değildirler. El ‘in deyimi ile “efendi ile efendinin elinin altında çalıştırdıkları bir olur mu?” Köleci mantıkta efendiye itaatte kardeşler kulluğu vardı. 

Sultan Abdül Melik’in kulu olmakta eşitlik vardı. Yaşamı üretmekte, yaşamı oluşup inşa etmekte ve yaşam tarzı içinde rızk dağılımı üzerinde denkleşen kardeşlik yoktu. Sadece mümin (köle) müminin (kölenin) sözde kardeşiydi. 

Ve üreten, sağlatan kolektif yapının; insanlığın mirasçısı olanlar; şimdi yeni alan açmayla El mantığı içinde “mümin (köle yoksul), müminin (yoksulun ve kölenin)  mirasçısıydı. Ortakçısıydı. Bir “El mümin kardeşliği” geçmişin anı sal ve sosyolojik devamlılık tekrarları bağlamındaki tarihsel hafızaya dair neye işaretçi ve neye bildirişim olduğunu lütfen anlamaya çalışın. El yoksullukta; kölelikte denkleştirdiği eşitleşen bu çelişkin durum karşısında sizi, kendinize gelmeye çağırıyordu.

Burada önemli olan El ‘in kendisine davranış alanı açmasıydı. Bir davranış alanının da o alan içine kuvvet etkisi vardı. Bir şeyin kendisi inşa ve inşada devamlılık olmazsa, karşıtı olmadan pek pek olası değildi. Üretim hareketi gibi bir başkasının varlığı olmadan olamayan ve inşacı da olmayan El, neye karşı bir davranış alanı açıyordu?

Hiç kuşkusuz ki El kolektif üretim tarzına karşı alan açıyordu. El, üretim teknik ve teknolojileri üzerine inşa değildi. Kolektif alanın denkleştiren paylaştırma yapması üzerine El kendi kendisine; rızk verme rolü almıştı. El kolektifin, kolektifin paylaştırma rolünü çalıyordu.

Çalınan rolün açılan alan ortamı içinde adına rızk verme, kader, takdir vs. de denecek olan “kolektif bir kuvvet etkisi” vardı. İşte El bu kolektif kuvvetin etkisini; iman, inanç akdi (sözleşmesi) yapıyordu. Bu iman inanç akdi de mümin kardeşliğiydi.

Kendinize gelmeniz için El, açtığı zenginlik ve yoksulluğu; verilmiş rızk olarak tanımlıyordu. Zenginlik fakirlik kolektif süreçlerin bilmediği bir kolektif kuvvet etkisiydi. Kolektif süreç bu tür zenginlik ve fakirlik olan kolektif kuvveti neden bilmiyordu? 

Çünkü kolektif alan içinde El gibi sistem dışı dağıtan, takdir eden bir güç yoktu. İlah sistem içinde olan, sistemin inşacıları olan, etnik hemcinslerdi. El, kolektif kuvvet etkisini kendisinin rızk takdiri olukla tanımlıyor, bu tanımlama da eş zamanlı vaatte bulunuyordu.  Her alanın bir kuvvet etkisi, her kuvvet etkisinin de alandan kaynaklanmakla, bir alan olduğu unutulmamalıdır.

El rızk vermiş olması ile rızk vermemiş olduğu durumunun her iki alanını da birlikte kullanır. Ve iki alanın üs sel devim uzantıları içindeki alanlarda gezinir. Size; “sadaka verin. Sadaka yaşamı ve ömrü bereketlendirir. Ne verirsen elinle o gider seninle” diyordu.  

Buna karşın El bir başka yerde bir başka alan durumla ve bir başka alan kuvveti durumla da “El 'in rızk vermediğine sizin hayırda bulunmanız El ‘e bühtandır. Takdire karşı çıkmaktır!” diyecekti. Yani El ‘in sevmediğini apilular sopayla kovalardı. El 'in adil olarak davranmadığı kişilere karşı sizlerin adil olucu davranışlarınız, sizi; "takdir olana karşı çıkmaya” götürecek olmakla El takdir gibi kısır döngüyü size kaçınılmaz ederdi.

Oysa El size "adil olun" derken keyfi rızk dağıtmakla açtığı alan içinde "mülkün temeli olan adaleti" gözetmenizi istiyordu. Mülkün temelindeki adalet neydi? Ortada üretilen ne varsa; “El İn malı mülkü” olmasıydı. El ‘in de kendi mülkünü keyfine göre kişilere verip, vermemesi olan adaletti. 

Siz de bu El takdirine uygun davranmakla adaletin temelindeki mülk dağılımına karşı saldırıda, haset te, nifak içinde bulunmamakla adil bir tutum içinde olup davranışlarınızı bu yaraşır lığa uygun olukla doğrultuyordunuz.

Daha açığı El malını, mülkünü, kerameti kendisinde içkin olan keyfine göre dağıtmakla; rızktan kimine vermiş, kimine vermemişti. İşte mülke temel olan adalet, bu adalet ve bu takdirdeydi.

El 'in kendi mülküm dediği bağ, bahçe, iş, çalışma, çalışma nesnesi, canlı cansız mal varlığı olmakla El ‘in ortaya koymuş olduğu ne varsa tümü kolektif kapasiteydi. Kolektifin çalışması kolektifin ürünüydü. Kolektifin emeğiydi. Şimdi:

Kolektif kapasite El 'indi! El 'in mülküydü! El 'in malıydı! Siz de bu onama alanlı iman akdi içinde “gözüm yok. El daha çok versin” diye efendinize dua ediyordunuz.

Bu dua ile imanınızı pekişip; pekişen imanınızla biyatınızı bir adrese duyura duyura söylüyordunuz. Ulu orta göstere göstere tatinizi ibadetinizi (geçiş ritüeli sembolizmi) yapıyordunuz. Çünkü zorba sistemin; teslimiyetinize, üzerinizdeki tam kontrolünüze, açık açık biat eden yığınları büyüleyen taat ve ibadetlerine ihtiyacı vardı.

El kendisinin ortaya koymakla enfekte ettiği alan içinde, Himalyalar dağının başına benim malım mülküm demiyordu. El Himalyaları kendi mülkü içinde saymamakla rızk olarak vermiyordu! El nereye mülk diyordu? 

Fırat Dicle arasındaki kolektif kapasiteyle açılmış imarlı yere ve Pişon ovasına; Şadday dağı eteğinde ki otlağa ve Şaddat dağı eteğindeki otlak hayvanlarına, Akad yaylasındaki sürüye, malım mülküm diyordu.

El kendisini İnanırlarına tanıtırken ilahın etkisini bir çırpıda silemediğinden ilahtan eşleştirme rol ile “ben iki nehir arasının ilahı olan El ’im diyordu.  El önce İlah ile meşrulaşıyordu. Sonra kendi inanırlarına ve alemlere kendi meşruiyetini ilan ediyordu.

"Ben ananın, babanın, atanın da ilahı olan dağlar sahibi (şeyhi); El Şaddayım” diyordu. "Ayağını temiz kıl. Ben ayağınla bastığın yerdeki, Turu Sina’nın El ‘i olan El ilahım“ diyordu.

El kendi adını İlah ile eşletmekle vücut buluyordu. Kendi adını ilahın önüne aldığı algılatmayla, vücut buluyordu. Bu eşleştirmedeki anlam geçişini somut durumla şöyle örnekleyim. Çok sıcak bir demir parçasını, soğuk bir demir parçası ile yanyana gelecek şekilde birbirine temas eder biçimde düzenleyiniz.

Bu temaslı durumda bir süre sonra sıcak olan demir parçasını çektiğinizde, sıcak olan demirdeki ısının soğuk olan demire geçtiğini, soğuk olan demirin de elinizi yaktığını; yanan elinizle anlarsınız.

Aç biri, yiyeceği görmekle veya yiyeceği düşünmekle ağzı sulanacaktır. Zil sesiyle birlikte köpeğe verilen yiyecek tekrarları bir müddet gün sonra sadece zil sesi verip te yiyecek vermediğiniz durmda dahi, aç bir köpeğin ağzını sulandıracaktır.

Çünkü zil sesiyle eşleşen yiyecekteki ağız sulandırmanın anlamı; yiyeceği vermediğiniz durumda da yiyecekle hiç bir anlamı olmayan zil sesine geçmiştir. Bu anlam eşleşmesi nedenle zil sesi, köpeğin ağzını sulandırır.

İlah kavramı tarihsel, inşacı, somut, görülen, temas edilen, yaşanan, yaşayan algısı oluşmuş ve algısı pekişmiş gerçek ile eşleşmiş bir kavramdır. İlah Elden çok öncedir. Ve ilah kolektif etkili kolektif kuvvetin imajını taşır.

İşte El ile ilah söylemi aynı anda El-ilah diye birlikte kullanılmakla, ilahtaki tüm etki algı (büyü); sıcaklık gibi, ağız sulanması gibi El 'e de geçecekti. Bu şartlanma gerçekleştikten bir süre sonra artık siz El ilah El'lah demeseniz de El ilahtaki ilah söylemini düşürseniz de; ilahtaki tüm anlam etkilerin büyüleyiciliği El söylemine geçmiştir. Çok özel bir gayret göstermenize gerek yoktu.

Eşleştirmede kolektif kapasiteli ilah söylemi düştüğünde; geriye mülkü olan, mülkünü dilediği gibi dağıtmayı vaat eden El kalacaktı. Artık siz ilahı söylemeseniz de ilahın etkisi El 'egeçmiş olacaktı. El açtığı bu alan içinde yürüyen kolektif kuvvet etkisiydi.

Yani EL; kolektif emekle verimliliğe dönüşen Mezopotamya’daki İrem bağlarına; Mezopotamyadaki Aden Bahçelerine, Aden bahçelerindeki kasırlara (köşklere), kolektif emek olan tüm mülke, “mülkün sahibi olan benim” diyordu.

Ve El "benim malım, mülküm" dediği yerleri de İbrahim'e, Nemrut’a, Kisra'ya, Firavun'a, Osmanlı padişahına mülkü Osmanlı, memaliki Osmanlı diye veriyordu. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğuna, dinsel halifelere El kendi mülkünden (mülküm dediği kolektifin varından) veriyordu! 

Konuyu şu vurguyla bitireyim. İçinde DOĞRUDAN doğa koşullarının hüküm olmadığı SOSYO TOPLUM SALI TARİH SEL DEĞERLERLE inşa edilen oluşumlar var olmuştu. Kolektifi özelleştirme köleleştirmeydi. 

Özelleştirmeyi kolektifleştirme işi yeniden doğa direncine karşı özgürleşme işi olacaktı. Özelleştiren adalet değil, kolektif adalet üzerinde temel değerler sonrası kısmi ve kontrollü bir özelleştirme hep olasıdır. Özdek sel olmayan, özne gibi toplum ruhu gibi organik süreçlerin kendi iç tepili doğası gereği sömürü ortaya koymayan özel durumlar bir kullanım; bir alan açma; bir eylemsel zenginlik, yeni bir kolektif salınımlı olanaktır. 

Ve bu SOSYO TOPLUMCA, KOLEKTİFİ TARİH SEL KOLEKTİF OLUŞUMLAR köleleşme, köleleştirme bilinmediği için doğa direncine karşı; özgürlüktü. Yaşanmışı ve ortak anısı ile oluşan sosyo toplumsalı tarihseli oluşumlu müktesebatları da hukuktu.

Kolektif oluşma: doğa güdümüne karşı diğer hayat türlerinin güdülmesine oranla insanınki doğaya karşı kolektif bağımsızlıktı. Kolektif şartlardan doğan, kolektif üreten; kolektif üretilenden tüketimle olunan, kolektif eşitlikçe denkleşmeler eşleşmesiydi.

Eşitleştiren kolektif şartların gerisinde; öncelikle kişisi benci özne YAŞAM vardı. Özneye üretilen yaşamı ve yaşamsalı garanti veren, güvence veren; özne yaşamı kolektif birim zamana göre parçalı kılan özgecil eylem zaman vardı. 

İlk koşullar içinde özgecil zamanın ortaya konması işi, yalıtımlı bir totemi sosyal aitlikti inşa yasası ile ancak olasıydı. Bu olasılıkla birlikte ortak YAŞAM hukuku vardı. Kesişen aynı yönlü olan ÖZNE sağlama hareketini verecek olan kolektif birleşmede doğan yardımlaşma, dayanışma, iş bölüşümü vardı. 

Kolektiflik özne sağlama hareketlerini vermek zorundaydı.  Özne de özne sağlama gereksinmelerini veren kolektife göre olmak zorundaydı. Bu iki bileşim kolektif tabanlı özne özgürlüğü ve kolektifi özne denkleşmesiydi. 

24 Ekim 2020 10-11 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar