Alçakgönüllülük Üzerine
Alçakgönüllülük, günümüzde insanı başkalarının gözünde en sevimli gösteren erdemlerden biridir. Biz, bugün bu kavrama yüklenen olumlu anlama bakarak bunun eskiden beri var olduğunu düşünürsek yanılırız. Çünkü kavramların anlamı mutlak değildir. Çağdan çağa, kültürden kültüre, gelenekten geleneğe değişmektedir. İnsan değiştiğine göre, dil değiştiğine göre kavramların değişmesi ve yeni anlamlar kazanması doğaldır. 
Peki, yaşam bize kavramların anlamı  konusunda çok farklı  seçenekler sunduğuna göre, biz neyi esas alıp  hangi seçeneğin doğruluğuna   inanacağız? Bunu biraz da yaşam biçimimiz ve dünya görüşümüz belirleyecektir. Mutlak doğru bulunmadığına göre, biz, insanlık  anlayışımıza ve mantığımıza  en çok uyanı  bugünümüzün doğrusu olarak benimseyeceğiz. Ne zamana kadar? Kıyamete kadar değil herhalde? Elbette değil! Ne zamana  kadar? Bir başkası çıkıp bizi ikna edene  kadar. Neyle?  Aklıyla  ve gönlüyle.
Sadece akıl yetmez mi peki? Yetmez. Niçin? Çünkü biz gönlüne değer verdiklerimizin aklına inanırız. Çünkü gönlümüz, insanlığımızdır. İnsan, geçmişte filozoflar tarafından ne kadar akılcı bir varlık olarak nitelenmiş olursa olsun,   davranışları açısından ele alındığında, daha çok irrasyonel bir varlıktır. Rasyonel olmayan davranışları bile rasyonel gösterme yeteneğine sahiptir. Onun için,  insanın her söylediğine inanmamak gerekiyor. Söylenen şeyler insanlığı yüceltici nitelikte değilse, inanmamalıyız.
Peki, söylenen şeyler insanlığı yüceltici değil,  ama bizim çıkarımıza uygunsa  ne yapacağız? O zaman insanın karşısına değerler sorunu çıkıyor. Belli  değerleri olan kişinin
nasıl yaşaması gerektiğine karar vermek için ya felsefe yapması gerekiyor ya da felsefeyle uğraşanların düşüncelerinden yararlanarak kendisine en uygun yolu bulması gerekiyor.  Ahlâk  ya da değer felsefesi insanlara bu konuda yardımcı olmaya çalışıyor.
İşte biz de burada hem bir erdem  hem de bir değer olan  ?alçakgönüllülük' kavramını ele alıp irdelerken  hayatını kimi değerlere bağlı kalarak yaşamak isteyenlere yardımcı olmaya çalışacağız. Amacımız, okuyucuyu yazdığımıza körü körüne inandırmak değildir. Tam tersine, ona kendi değerlerini sorgulatmak ve onun bu yolla daha  insancıl ve daha barışçı bir yaşam anlayışına nasıl  yönelmesi gerektiğini anlamasını sağlamaktır.
 Bugün bizim  ?alçakgönüllülük' ya da ?tevazu' olarak bildiğimiz kavram bizde olumlu çağrışımlar yapıyor. Ama tarihte her zaman böyle olmamıştır. İngilizcede bu kavramın karşılığı ?humility'  ve ?modesty'dir. ?Humility' kavramı  Lâtince ?humilis'( alçak, aşağı olan) sözcüğüne dayanmaktadır. Bu sıfat, Klâsik Çağda  hep olumsuz anlamda kullanılmıştır. Bu sıfattan türetilmiş  Lâtince ?humilitas' (alçaklık, önemsizlik, adîlik)  da  kötü çağrışımlarla  yüklü bir başka kavramdır. Bu sözcüğün olumlu bir anlam kazanmasında  Hıristiyanlığın büyük bir etkisi olmuştur. İngilizcedeki  ?human' (insan) ve ?humanity' ( insanlık )  kavramının  Lâtince ?humus' (toprak)tan geldiği düşünülürse, toprağa yakın olmanın  ?insan'la ve ?insanlık'la ilgili olduğu da kolayca anlaşılacaktır.
Klasik Yunan  uygarlığı  bütün görkemine karşın  alçakgönüllülük kavramına yabancıdır. Eski   Romalılar da Yunan etkisiyle olsa gerek bu kavramdan  habersizdir. Ancak eski Romalılar'ın bu kavrama yakın başka bir kavramları vardır: modestia.
Eski Romalılar bu kavramla ,yani modestia ile her türlü ?gösterişsiz davranışı',?ılımlılığı' ve ?ölçülülüğü' dile getirmek istemişlerdir.Bu sözcüğün  olumlu iki başka karşılığı daha vardır: ?onur' ve ?utanma duygusu'. Bu kavram, yüzyıllar sonra İngilizceye ?modesty' olarak girmiş; dilin ve düşüncenin evrimi  sonucu yeni bir anlam daha kazanmıştır. Bu yeni anlam, ?alçakgönüllülük'tür. 
Batılı büyük düşünürlerin önemli bir kesimi ?alçakgönüllülük' kavramına  ya karşı çıkmışlar (Hume ,Kant, Nietzsche)  ya da  buna kısmen olumlu yaklaşmışlardır (Spinoza, Descartes).
 
Çağdaş Batı uygarlığı, düşünce hayatında ?gurur'  kavramına olumsuz gözle bakamadığı için,  insanlığı yarımdır.'Gurur', bugünkü Batı kapitalizminin en çok önem  verdiği kavramdır. Kapitalizmin varlığı, bu kavramın insanlığın gözünde değer yitirmesine bağlıdır. Batı uygarlığı aklın kurduğu bir uygarlıktır. Oysa iyi duygularımız akıl dışıdır. Sevgi, akıldışı bir duygudur. Merhamet akıldışı bir duygudur. Şefkat akıldışı bir duygudur. Bu duyguları ihmal eden, ama bu duygunun karşısında yer alan gurur, böbürlenme, şişinme, övünme gibi kavramlara sözlüklerinde övgüler düzen bir uygarlık batmaya mahkûmdur. Çağdaş Batı benmerkezci, sevgisiz ve hedonist olduğu için batmaya mahkûmdur. 
Öyleyse, ne yapmamız gerekiyor? Batı değerlerine düşman mı olacağız? Elbette hayır! Batının bilim ve teknolojide kullandığı aklı alacağız. Duygular ve insanlık konusunda onlardan bugün öğreneceğimiz pek bir şey yoktur. Elbette,  Shakespeare, Goethe,Victor Hugo insanlığın ortak değerleridir. Bunlar, çağdaş Batının ?değerleri'nden çok Doğunun insanlık değerlerine daha yakındır. Biz iki yüz yıldır batılılaşmaya çalışıyoruz,ama çağdaş Batının da batılılaşması gerektiğini hiç düşünmüyoruz. Çağdaş Batının insanlığı yarımdır, dedik. Batının batılılaşması ne demek? Batının insancıllaşması demek! Batının duygularında doğululaşması demek! Alçakgönüllülük,  merhamet ve sevgi gibi kavramlara yönelik çarpık anlayışını ve şaşı bakışını bir yana bırakması demektir.
Bundan kurtulduğu gün insanlık da acılarından ve yoksulluğundan kurtulacaktır. Peki, bu Batıyı kim kurtaracak? Biz mi? Tabiî ki biz! Dünyanın en büyük hümanistlerini, dünyanın en alçakgönüllü insanlarını bu topraklar yetiştirdi. Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli bu topraklarda yaşadı. Çağdaş Batının bugün onların yarattığı insanlık anlayışını anlaması mümkün değildir. Onları anlamak için büyük bir insanlık sevgisi, hayal gücü ve idrake gerek vardır. Batı bu insanlarla aynı ruha sahip bir insanı, Hz. İsa'yı yetiştirdi. Ama ondaki insanlık onlara fazla geldiği için onu çarmıha gerdiler. Batı ideal insanlığa övgüler düzmekte eşsizdir. Ama o ideal insanlık ete kemiğe bürünüp karşılarına çıktığında, yaptıkları tek bir şey vardır: çarmıha germek!
Batının insanlığı çarpık ve sapık duygularıyla kirlenmiştir. Onu arıtacak arındıracak ruh
Anadoluda'dır. Bu ruh, bizim en büyük zenginliğimizdir. Batının ?Gururu' Kant, insanın kutsal değerler önünde  diz çökmesini bile insan saygınlığı açısından sakıncalı bulur. Kant  ve onun gibi düşünenler, yalnızca aklı mutlak hakikat bildiği için, alçakgönüllülüğü daha çok  aşağılık duygusuyla karıştırmışlardır. Alçakgönüllülüğün ?kederli bir ruh hâli' olduğuna inanmışlardır.
Oysa alçakgönüllülük, insanın kendisiyle barışık olmasının sevincidir. Bu erdem  hiç kimseden bir şey beklemez. Bu erdem, insanın insan olma bilincidir. Başkalarına kendinden çok değer vererek onları yüceltme bilincidir.
Kendilerine gerektiğinden çok değer verenlerde bu erdem bulunmaz. Ancak haddini bilenlerin anlayabileceği ve benimseyebileceği bir erdemdir bu.
Bu erdeme sahip olanlar hiçbir zaman mutlak hakikatin esiri olmazlar. Bunlar da hakikat aşığıdırlar, ancak kendi  hakikatlerini başkalarının hakikatlerini tanımadan sevmezler. Başkalarının hakikatlerine, kendi hakikatlerinin değerini ölçmek için saygı duyarlar. Hakikati hakikatle sınar, hakikati hakikatle karşılaştırır, hakikati hakikatle güzelleştirirler.
Alçakgönüllülerin güzelliği gönüllerinin güzelliğinden gelir.
Kendi hakikatlerine insanlıktan çok değer verenler, asla  alçakgönüllü olamazlar. Aziz Augustinus  Batıda ?alçakgönüllülük' kavramına olumlu anlam yükleyen az sayıda önemli düşünürlerden biridir. Andre Comte -Sponville, erdemlerle ilgili kitabında ( Büyük Erdemler Risalesi) onun bu kavrama bakışını yansıtan güzel bir sözünü aktarmaktadır: ?Nerede alçakgönüllülük varsa, orada insanlık vardır.' 
Bu anlayış Batı hümanizminin özünü ortaya koymaktadır. Ama bugün Batıda bu erdeme yaygın biçimde değer veren yoktur. Batının düşünce geleneği, büyük ölçüde, Kant gibi yalnızca akla tapan düşünürlerin ardından gitmiştir. Batılı aydınlar, mutlak hakikate yalnızca akılla erişeceklerine inanmışlardır. Oysa, bugün Batı uygarlığı sevgiden ve insanlıktan yoksun bir akılla tüm insanlığı yok etmenin eşiğine gelmiştir.
Batılılar, insan sorunlarına sevgisiz bakmanın karanlığı görmek demek olduğunu bir türlü anlayamamıştır. Sevgisiz akıl, onları bir çıkmaza sokmuştur. Tabiî bizi de. Yalnızca akla tek hakikat gözüyle bakanların başları bugün belâdadır. İnanmıyorlarsa, James Lovelock'a, Tim Flannery'ye ve Alan Weisman'a sorsunlar! Mutlak hakikat delilerinin ne kadar akıllı olduğunu onlara bunlar söyleyecektir. 
Mutlak hakikate ulaştığını söyleyenler aslında kendilerini beğenmiş bağnazlardır. İnsanî ve dünyevî  bilgi konusunda sınırsız bilgiye sahip olduğunu sanan  kendini bilmezlerdir bunlar. Oysa yaşadığımız evrende insan, sınırlı yeteneği olan bir varlıktır. Bilgisi de sınırlıdır. Bildiği damla bilmediği deryadır.
Damlasını derya gibi görenler, kendilerini dev aynasında görmeye daha yatkındırlar. Kibir (gurur),  damlasını derya sananların hastalığıdır. Kibirli kişiler kendilerini sürekli dev aynasında gördüklerinden uzun süre hastalıklarının farkına varamazlar.
Alçakgönüllünün kendi kendisiyle  ve dünyayla barışık hâli kibirliye kendisini kötü hissettirir. Dahası, ?Ben hasta  mıyım acaba?' sorusunu sordurur  kendisine. Kibirli, önce, kendisini ?ego'su büyük olanın hasta olamayacağına inandırmak ister. Sonra  da , kendisini sürekli başkalarından daha geride tutan insanın hasta olması gerektiğine  karar verir. Ancak alçakgönüllünün sessiz mutluluğu, kibirlinin gürültülü neşesini kaçırır.
Kibirli ya da  gururlu  kişi, alçakgönüllünün bulunduğu ortamdan hızla kaçar. Eğer kaçamayacak  durumdaysa somurtup oturur. Alçakgönüllünün çevresinde oluşan  sevgi zincirine halka olmak istemez. Çünkü buna gururu engeldir.
Kibirli, gerçekte, büyüklük hastalığına yakalanmış bir zavallıdır. Kendisinden büyük başka bir varlığın olmasını kendi ?ego'suna  hakaret sayar. Kibirli, gücü varsa, yanında hep dalkavuk dolaştırmayı tercih eder. Dalkavuk, ücretli program şakşakçısı gibidir. Bütün işi, velinimetine sabah akşam ?En büyük sensin, başka büyük yok!' demektir. Spinoza da gururlu kişiyle dalkavuğun (adulator) ve asalağın (parasitus) dostça ilişkisine ünlü ?Ethica' başlıklı yapıtında vurgu yapmıştır.
Alçakgönüllünün kendi değil gönlü yerde sürünür hep. Bu durum, bazı filozofların  ?alçakgönüllülük' kavramını yanlış anlamalarına yol açmıştır. 
Spinoza bu erdemi ?güçsüzlerin kederli hâli'  olarak  görür. Alçakgönüllülüğü bilge kişiye yakıştıramaz. Tıpkı Aristoteles gibi.
Fransız  düşünür Andre- Comte Sponville  de alçakgönüllülüğü bir erdem olarak görmesine karşın,  alçakgönüllü birinin kederli biri olduğuna inanır. Batılı düşünürler bu erdemi yorumlarken  bir şeyi gözden kaçırmaktadırlar. Hiçbir alçakgönüllü  bu erdemi benimsediği için  kendisini kederli hissetmez. Eğer hissetmişse onun alçakgönüllü olduğu söylenemez. O, olsa olsa  alçakgönüllüymüş gibi görünmek isteyen bir kibirlidir. Böyle bir kişinin sıkıntısının yüzüne yansıması  doğaldır. 
Sanıldığı gibi, bir alçakgönüllü  gerçekten bu erdemi benimsemiş olmaktan dolayı keder duysaydı, bu kederden kurtulması için onun alçakgönüllü görünmekten vazgeçmesi yeterdi. Eğer bir insan bu erdemden  vazgeçemiyorsa, bu , üzülmeyi  sevdiğinden değil, sevilmeyi sevdiğindendir. Sevmeyi sevdiğindendir.
Alçakgönüllülük, suskun bir erdemdir. Konuşmaya kalktığı zaman tüm değerini yitirir. Alçakgönüllü olduğunu söyleyen  alçakgönüllü kalamaz. Alçakgönüllülük nasıl davranacağını bilenlerin erdemidir.
Bir alçakgönüllü için başkalarını yüceltmede  kendini iyi hissetme gücü gizlidir.     Alçakgönüllünün  kendisinin değil , gönlünün yerde süründüğünü söylemiştik. Akılcı bir Batılının bunu  tam anlaması  mümkün değildir. 
Gönlün dost için yerde sürünmesi; gönlün insanlık toprağına yüz sürmesidir.
İnsanlık toprağı, gönül gözünün sürmesidir. Gönül gücü, güzelliğini  insanlık toprağından alır. Bunu anlamak için yalnız akıl yetmez.Sevgiye, hayal gücüne ve idrake gerek vardır.
Ne dersiniz, çağdaş Batılı aydınlardan çok şey mi istiyoruz?