Almanya'da Bir Türk Öğretmeni -4-

Almanya ile ilgili anlatının üçüncüsünü Bertolt Brecht'in kısa bir savaş karşıtı şiiri ile bitirmiştim. Bu anlatıya da Yine Alman yazın yaşamının bir büyük ustasının Schiller'in bir dörtlüğü ile başlayayım: 'O dar vadideki yoksul çobanlar/ arasına uzak ellerinden,/ genç ve güzel bir kız baharla koşar/ Gelirdi ilk tarla kuşu öterken.'
İlkbahar geldi. Almanya'da da ilkbaharlar güzel gelir. Evlerin balkonlarında saksılar çiçeklerle bezenir. Şehirlerin yeşil alanlarında öbek öbek çiçekler açar. Kentlerim dışında alabildiğine düzgün ovalar yeşile keser. Çalıştığım yer küçücük bir kentti. Bu kentte üç adet göl vardı. İçinde, yeşil başlı ördeklerin, bembeyaz kazların ve kuğuların güven içinde yüzdüğü göller. Göllerin kıyılarındaki yürüyüş yolları, banklar tertemiz. İnsanlar, özgürce tur atıyorlar, dalları göllere de sarkan salkım söğütler altında.
Cami derneği başkanı Şevket Ağabeyimiz bir gün: 'Hocam, on beş kilo metre uzağımızda bir büyük köyde, Alman bayanlar bir etkinlik düzenlemişler. Bizim oyun ekibimizi çok beğenmişler. Belediyeden beni bilgilendirdiler. Ekibimizi o etkinliğe davet ediyorlar. Gidebilir miyiz?' dedi. Neden olmasın. Burada olmamızın bir işlevi de kendi kültür güzelliklerimizi Almanlara sunmak.
Gerekli hazırlıklar yapıldı. Kızlarımız evlerinden alındı. Yeşil çimenlerin hayli boy attığı kuzey Almanya ovalarında, güneşli, ılık bir Mayıs günü üç arabalık konvoyumuzla yola çıktık. Yer yer orman korularının aralarından geçerek. Yolculuk kısa sürdü. Kapalı spor salonu büyüklüğünde bir salonda bizi karşıladılar.
Hiç aşırıya kaçmayan makyajları, uygarca giyimleriyle oldukça kalabalık bir bayan topluluğu vardı karşımızda. Giysilerinin renk uyumuyla, modern kıyafetleriyle, ilgimizi çeken kadınlar topluluğu, folklorcu kızlarımıza sempati ile bakıyorlardı. Karşılıklı gülümsemeler, tebessümlerle bir sıcaklık yayıldı etrafa.
Bin dokuz yüz doksanlı yıllarda da üç yüz altmış beş gün altı saatlerde hızlı geçiyordu ülkemizde ve Dünya'da. İran-Irak savaşı berabere sonuçlanmıştı. Savaştan iki tarafta bir şey kazanamamış, binlerce kadın dul kalmış iki taraftan da çocuklar ölmüş, anneler ağlamış, güzelim kentler harabeye dönmüştü. Bu savaş bitince Saddam, ülkesinin kuzeyindeki yurttaşlarını cezalandırdı. Kimyasal silah kullanarak kadın- çocuk dahil yüzlerce insanın ölümüne neden oldu. Birkaç yüz bin Kuzey Iraklı ülkemize sığındı.
Türkiye'ye geliyorum. Medyamız bu sığınmacılara Türk konukseverliğinin en güzel örneklerini yansıttığını izliyorum. Alman medyası, ekmek dağıtımı sırasında sığınmacıları sıraya koyan askerlerimizin, tüfek dipçiği ile sıraya koymalarını gösteriyor. Ünlü Alman bulvar gazetesi Bild, ilk sayfasında, bir askerimizin resmini koymuş. Asker yedi-sekiz yaşlarında sığınmacı bir çocuğun saçlarını kavramış havaya kaldırıyor. Manşet şu: 'Sanki bir kedi yavrusu!'
Genelde alman medyası ülkemizde ne kadar izbe bir bina, hoşa gitmeyecek bir göründü varsa böylesi görüntüleri gösterirdi. Bende şöyle bir önyargı vardı. Birinci Dünya Savaşı'nda müttefikimiz olan Almanlar bizi kendi ülkelerinde ki diğer halklardan daha çok seviyorlar. Bu yargıda yanıldığımı yaşayarak hissettim.
'Kara Ses' olarak ünlenen kişi ve onun müritleri, ağaçtan kılıç-kalkanla talimlerine rahatça devam ediyorlar Almanya'da. Solingen kentinde bir konutun kundaklanması sonucu beş yurttaşlarımız yanarak can verdi. Okula giderken bir duvarda koskoca harflerle, haliyle Almanca yazılmış. 'Almanya Almanlar'a aittir.' İçerikli bir slogan gördüm. İrkildim. Eğitim ataşemizde bize, kravat takmayın, oldukça sivil elbise giyinin. Sizin, Türk öğretmeni olduğunuzu fazlaca hissettirmeyin gibi telkinleri oluyordu.
İkinci Dünya Savaş'ı sonucu büyük yıkımlara uğramış, milyonlarca her yaştan insanını kaybetmiş bu ülke kalkınmasını sağlamak için yabancı işçiye gereksinim duymuş. İspanya olmak üzere birçok ülkeden yabancı işçi almış. Türkiye'den binler gitmiş bu ülkeye, tam teşekküllü hastanelerden sağlık raporu alarak. Yabancıların terleri akmış şimdiki güçlü alman ekonomisinin ayağa kalkması için. Aradan yıllar geçmiş, genç almanlar yetişmiş. Yabancılar geri dönüş yolu gösterilmiş. Yabancı düşmanlığı artık hissedilir hale gelmiş.
Fakat Solingen olayı bu ülkede hayli protesto edildi. İnsan zincirleri oluşturuldu. 'Benim arkadaşım yabancıdır.' İçerikli sloganlar atıldı. Bizde küçük kentimizde Türk-Alman dostluğu konulu bir gün düzenledik Almanlarla, sazlı- sözlü bir eğlence. Bir alman dansöz bile getirilmişti bu dostluk şölenine. Ben de bir konuşma hazırladım. Konuşmamı Türkçe yaptım. Üniversiteli bir arkadaş bu konuşmanın Almancasını okudu. Olumsuzluklara karşı yabancı bir ülkede insan al bayrağı, ezan sesini özlüyor. Yurt özleminin dayanılmaz yakıcılığını kılcal damarlarının en uç noktalarında hissediyor. Türk takımlarının az da olsa yurt dışı başarıları bizleri anayurttan kilometrelerce uzakta çok mutlu ederdi.
Yine bir Almanya akşamında yabancılar polisi yabancı düşmanlığını irdelemek için bir toplantı düzenledi. Çağrılar yapıldı. Toplantıya dernek başkanları, ben ve cami imamımızla, iki elin parmaklarından az yurttaşımız katıldı. Üzülmüştüm. Bir taraftan yabancı düşmanlığı olmasın isteniyor. Fakat toplumsal konularına ilgi, katılım yetersiz. Böylesi haller, toplumumuzu inceleyenler için bir araştırma konusu.
Bu tip pekte iç açı olmayan olayların, ruhumuzda oluşturduğu garip bir psikoloji içinde geçerdi günlerimiz. Bazı hoş, bazı da üzüntü veren olaylar yaşardık.
Biz dönelim davet yerine. Salonda, kentimizin yerel birkaç siyasetçi vardı. Yirmi Üç Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı törenimizde, seyircilere elma dağıtan Alman belediyesi başkanımız da vardı.
Dernek başkanımız iyi bir centilmen, kendi çapında başarılı bir diplomattı adeta. Hemen koşarak Alman beylerin yanına gitti. Oysa biz onların davetlisiydik. Onlar üç beş adım yürüyüp bize hoş geldin demelilerdi. Türk öğretmeni niçin gitsin yabancı bir ülkenin Danimarka yakınlarındaki Alman dostların ayağına.
Birden anılar canlandı kafamda. Yıllar önce ortaokul son sınıfta, tarih öğretmenimizin anlatısını anımsadım. Öğretmenimiz şöyle anlatıyordu. 'Yavuz Sultan Selim Trabzon'da şehzade. Doğuda Şah İsmail tehlikesi büyür. Padişah İkinci Beyazit olaya fazla ilgi göstermez. Şehzade Yavuz isyan eder babasına. Yenilir. Kırım'a geçer. Yavuz ve Kırım Hanı at sırtında birbirlerine yaklaşır askerleriyle. Han bekler, Yavuz ayağıma gelsin. Yavuz bu, kafasına koskoca bir imparatorluğun başına geçmeyi kurmuş. Padişah olacak yakında. Bir padişah kendisine bağlı olacak hanın ayağına gider m! Gitmez elbette. Yavuz atının dizginlerini geri çeker, han gelip Yavuzu karşılar ve O'na bağlılığını beyan eder.'
Ben de yürümedim Almanların yanına, onlar da gelmediler bana taraf. Hafif bir soğuk hava oluştu salonda. Neyse biz oyunlarımızı oynadık. Kadınlar biz coşkuyla alkışladılar. Türk kültürünü halk oyunları bazında ve Türk öğretmenliğini başarıyla sergilediğimiz coşkusu içindeydik. Yol boyunca arabalarımızla yeşil çayırları seyrederek, kasissiz-çukursuz yollardan geçerek, neşe içinde geri döndük. Bir hafta sonra da yılın eğitim- öğretim süresini tamamlayarak ülkeme uçtum. Bu kez Yugoslavya'da iç savaş devam ediyordu. Bulutların üstünde uçarken, bulutların oluşturduğu harika hava olaylarını izlemek yine de güzeldi. Çünkü yukarılarda savaş yoktu. Belki yüce yaratıcı da yer karasında savaş olsun, kullarım ölsün istemiyordu...

13 Mart 2016 7-8 dakika 150 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 8 yıl önce

    Şiirkolik'te yazan saygıdeğer şair-yazar arkadaşlar, öğretmen olarak görev yaptığım Almanya'da yaşadığım anılardan derlediğim birikimleri dört bölümde paylaştım. saygılarımla.