Altın Sperma



Kimiz?

Bilsem verirdim cevabını. Senelerdir, hem de çok senelerdir arayıp da cevabını bulamadığım bir soru? Zor soru..

Nereden gelip nereye gittiğini bilmediğimiz iki açık uç arasında belirgin ne olabilir ki? Böylesine belirsiz başlangıç ve bitiş arasında, bu soruyu cevaplandırabilmek için hangi yapay ipucu işimize yarayabilir? ! !

Ben; iyi bir ailede, sevgi dolu bir ortamda yetiştim, okudum, meslek sahibiyim, iyi bir aile babası / annesiyim, çocuklarımı okuttum, üstüme düşen görevleri yaptım; Allah ‘ a dinime karşı saygılı oldum, hacca gittim, fakirlere yardım ettim, seçimlerde oyumu kullandım.. Bana nasıl olmam gerektiği söylendiyse öyle oldum..

Ben bir fahişenin oğlu / kızı olarak dünyaya gelmişim, ne ana bilirim ne baba, sokaklar yetiştirdi beni, okuyamadım, bu yüzden meslek sahibi değilim. Bildiğim tek şey çalmaktır. Uyuşturucu kullanırım ve satarım, Allah ‘a ve değerlerine inanmam, ikide birde hapishaneye girerim. Bu hayat beni psikopat yaptı, acımasızım; sekiz yaralamam var.. Sevgi mi? Nedir o?

İki yaşam çerçevesi çizmeye çalıştım sadece.

Bu iki çerçeveyi kim çizdi?
Kader mi?
Tanrı mı?
Çevremiz, ailemiz mi?
Biz mi?

Neden - varsayalım – ben birinci çerçevedeyim, sen ötekinde? Ya da tersi?
Ya da bu iki çerçeve arasında kalan diğer çerçevelerde?

Vietnam’da, Filistin ‘ de, Bosna ‘da, Irak’da ölen çocuklar hangi çerçevede?
Afrika ‘ da açlıktan ölenler?

Neden Ali zengin doğuyor da, Ayşe fakir?
Beni dölleyen sperma altındandı da seninki bakırdan mı? Ya da döllendiğimiz yumurtalar?
(Yoksa; sosyalizmin, liberalizmin, komünizmin – bana göre doğru yazılışı bu -, kızıl, sarı, yeşil, beyaz renkli paylaşım anlayışının, adı her ne olursa olsun, ortaya atılmış doktrinlerin, hiç bir zaman kabul edilmeyen ama hep var olan çıkarcı yanlarının genlerimizi bozmasından mı kaynaklanıyor bu durum?)

Neden, sen müslüman bir ülkede doğdun diye, müslümansın da; ben bir başka yerde doğduğum için hıristiyanım? Ya da yahudi, ya da budist..?

Spermalar mı farklıydı, yumurtalar mı?
Benim spermam HAÇ taşıyordu da seninki YEŞİL BAYRAK mı?
(Bakınız: Ezoterik / Batıni doktrinler.. Atlantis‘ten, Mu‘dan başlayan hikayeler.. Pardon, büyük sırlar.. Kutsal rahipler, kutsal bilgiler.. Ne bileyim; ismaililer, templierler, masonlar, sabetayistler, inisiye edenler, edilenler, filan filan.. Aynı dine mensup, ama üçü bir araya geldiğinde, ortak bir nokta da birleşemeyen din bilginlerimiz, profosörler.. Konumuzla fazla bağlantılı değil, geçelim..)
Neden benim dinim, bana önce iman etmeyi şart koşuyor.. Öğrenip, anlayıp, inanınca iman edemez miyim?

Ben okudum diye, o fahişenin oğlundan fazla mı hak ediyorum yaşamı?
Ya da benim çocuğum; kendisinin çıkarmadığı bir savaşta, vurulup ölen çocuktan?
Daha bir arabası bile yok onların, PETROL için çıkarılan bir savaşta ölmek için nedenleri bile yok! ! ! .. (Benim çocuklarımın var? ! ! ! ..)

Yanlış olan ne?
Yanlış olan kim?

Hiç bir şey adil değil.. Biz de..

Bize öğretilmiş bir şey yok.. Ne öğrendiysek kendimiz öğrendik.. Temize çekmeye vaktimiz olmayan bir karalamanın - yaşamın - içinde.. İyiyi de, kötüyü de.. İşimize geldiği şekilde tabii, egolarımızı ön plana çıkararak.. Kendi adaletsizliğimizi yaratarak..

Diyelim ki ben solcuydum ve yalnızca ideolojimi öğreten kitapları okuyordum..
Sen sağcıydın ve yalnızca sana ’ Bunları oku ’ denen kitapları okuyordun..
Ben; sağı anlatan hiç bir kitabı okumuyordum, sen de; solu öğreten hiç bir kitabı. Doğru olan, her iki ideolojiyle ilgili kitaplar okuyup, kendi sentezimizi, kendimizin yaratması değil miydi?
O zaman ’ ÖĞRENMİŞ ’ olurduk.. ’ ÖĞRETİLMİŞ ’ kalmazdık. Savaşmazdık..
Her konuda olduğu gibi..

Öğretilen hangi şey tam doğruydu? Hangisi tam olarak geçerliydi?
Öyle olsaydı, dedikleri gibi olsaydı her şey; kolaydı..

İşine sarılır, çalışır yükselirdin..
(Torpilin, çevren varsa demeyi unutmuşlar..)

Çalışır, zengin olurdun..
(Hangi zenginin çocuğu, bir gündelikçi kadından daha çok çalışıyor?)

Okur, adam olurdun..
(Bir şey demiyorum, sadece etrafınıza bakın.. Bana da bakabilirsiniz! ! ..)

Dindar ve iyi bir insan olur, cennete giderdin..
(Bana bakmayın..! !)

Seversen, sevilirdin..
(Kendinize bakın..)

Vs... Vs...

Kapayın gözünüzü.. Ne görüyor sunuz? Hiç bir şey..

Siz var mısınız?

Açın! . Şimdi ne kadar görüyor sunuz? Neleri? Sadece görüş alanınıza giren şeyleri.. Arkanızda bir dünya var mı? Var diyenlere sorarım: Dönün o zaman arkanıza bakın, neler görüyor sunuz? Farklı şeyler mi? Güzel, biraz öncekiler nerede?

Gözümüzle mi görüyoruz, beynimizle mi?
Gördüklerimizi mi düşünüyoruz, düşündüklerimizi mi görüyoruz?

İlk soruya dönelim, gözünüzü kapadığınızda var mıydınız?
Yoktum diyorsanız, daha siz kendinizi fark etmemişsiniz; kaldı ki başkaları sizi farketsin..

Varım diyorsanız, varsınız. Fazla sevinmeyin, o kadarsınız.. Tek başınıza..

Gelelim gözü açık halimize.. Bu odadaysınız, öbür odalar yok.. öbür odalara gidince de bu oda yok.. Gerçek dünyanız bu kadar.. Sevgiliniz, anneniz, arkadaşınız GÖRÜYORSANIZ var, GÖREMİYORSANIZ yok..

Ankara’ daysanız, İstanbul yok.. (Ankara, görebildiğiniz kadarıyla var..)

Dünyanız, görebildiğiniz yer kadar.. GÖRDÜĞÜNÜZ KADAR..
Gerisi, sizin sanrılarınız..
(Bir ara soru: Duvarı aynayla kaplayın. Odanın ortasında durun. Ne görüyorsunuz?
hem önünüzdekileri hem de arkanızdakileri mi?)
AYNA? ! !

Unutmayın, şu anda hayranlıkla kullandığınız bu teknoloji sadece iki sayı üzerine kurulmuştur: 0 ve 1
Dijital bir ekranın hangi tarafında sınız?
Düşünün...
DÜŞÜNÜN! ! ...

Bu kadar bilinmezlik içinde, ben kimim?
İşte, bizi yola çıkartan (yoldan çıkartan da diyebiliriz..) soru..! ! !

ANLATTIM YA! ! ! ...

NOT: Bu yazı saçma bir yazıdır.. Sadece vakit geçirmek amacıyla yazılmıştır.. Önemsemeyin..! !






14 Nisan 2022 5-6 dakika 13 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 2 yıl önce

    Orhun hocam nerelere nerelere dalmışsın öyle:) insan sorgulamaya başlayınca saçmalamaz naçizane; kendini bulur. ( kelimelerim,yorumlarım sizin adınıza değil vakit geçirilen satırlara ait olsun:) ) Bence (kanımca) 'şükürde' bir sıkıntı yaşıyoruz. Şimdi ki olağan halimizden,dışarıyı seyredip 'neden?' diye sorduğumuzda aslında bulduğumuz kendimiz. Açlık konusuna gelince; İngiltere, Almanya, japonya ve Abd ( Buna bizde dahil ) marketlerinin raflarında bir aydan fazla bekleyen gıda ürünlerini topla, aç nüfusa böl, dağıt...bitti! En kısa sözcük ile,irademizin dağıtma konusunda bile 'sınıfta kalmışız' maalesef... Amma velakin nerede nasıl doğacağımızı,nerede yaşayacağımızı nasıl bir hayat süreceğimizi bilemiyoruz maalesef.. Ama usumuz bize bir yol bir seçenek olarak bazı şeyleri gösterebiliyor... Bizim aç olduğumuz çoğu şeylerde de onlar toklar ''mutluluk'' gibi, yaşama bağlılık ''aile'' gibi... Din açısından; Nitekim Hz. Peygamber’e ilk inananların birçoğu, müşrik ailelerin gençleriydi. Bütün zorlama ve tehditlere rağmen inandılar ve imanlarından vazgeçmediler. Bu yönüyle bakıldığında inanmayan ailede doğmak bir dezavantaj değil.

    Eğer kişiye İslam ulaşmışsa hangi ailede doğmuş olursa olsun Müslüman olmakla yükümlü. İyi ama Müslüman ailede doğanlar bir sıfır önde başlıyorlar???? - O dediğin, dış görünüş. Kimin avantajlı kimin dezavantajlı olduğu son nefeste belli olur. Önemli olan son nefesi mümin olarak verebilmek. Öte dünyada kimseye torpil geçilmez. Peygamber çocuğu dahi olsa. Mesela Hz. Nuh’un oğluna torpil geçilmedi. Peygamber oğluydu ama kâfir olarak gitti. Peygamber Efendimiz’in “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra ebeveyni onları Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” tespiti, son derece doğru ve geçerli. Aile önemli ve orada alınan bilgi ve tecrübelerin dışına çıkılması, zor. Ama imkânsız değil. Eğer kişi aklını kullanırsa ve verilen bilgileri sorgularsa, gerçeği görmesi her zaman mümkün. ( Buda benim bakış açım saygı değer Orhun hocam:) Velev ki aklımız bize zaman zaman deli sorular sorabiliyor; doğruyu güzeli bulmaya yönelik ne varsa karşımızda içimizde olması temennisiyle diyelim. Beğenerek okuduğum yazınız için ayrıca ''teşekkürler''... Yazıyı değil,yazanı önemsediğimizdendir çenemizin düşüklüğü:) Hatırla kalınız....