Andımız Olmayınca

Hani bazı günler vardır, bazı anlar ve kararlar... Eskilere götürür sizi, o günleri yeniden yaşarsınız. Aynı hislerle, aynı kalp atışlarıyla... İşte bu aralar çocukluğuma gidiyorum sıkça, özellikle de okul hayatına adım attığım ilk yıllara...



Okula başlamak benim için ilk etapta çok sıkıcıydı. Ablamla 'öğretmencilik' oyunu oynarken beş yaşında söküvermiştim okumayı. Gölcük-İzmir arası mekik dokurken tatillerde, yolculuktan bunaldığım vakit tabelaları okurdum. Bacaksız halime bakıp okuduğumu gören teyzeler, amcalar uzunca bir 'maşallah' çekerlerdi. Yolculuk derken bir de bulutları başka varlıklara benzetirken çok keyif alırdım. Bazen ejderha olurlardı, bazen bir çiçek, bir ağaç... Uyuyakalırdım hayal aleminin içinde, otobüsün sallaması eşliğinde... Çocukluk işte...



İlkokula başladığım sene sınıf öğretmenim çok çekmişti benden. Çünkü bütün çocuklar çizgi çiziyorlardı, bana salak saçma gelen bebek işi şeyler yapıyorlardı ama ben çok sıkılıyordum. Her gün elimde bir poşetle giriyordum sınıfa. Poşeti de annemden gizli koyuyordum çantama, görse izin vermezdi. Midem bulanıyor gibi davranıyordum, 'ben çok hastayım, annemi arayın alsın beni' diye çığırıyordum incecik sesimle. Sonra öğretmenim çağırdı bir gün annemi. Bu çocuğu üçüncü sınıfa atlatalım, onlarla eş değer okuyor. Ne dersiniz?' diye sormuş. Annem de şaşırmış, eklemiş sonra . 'Okuması tamam da hocam. Ablası hiç matematik öğretmedi Seda'ya. Hem ufacık tefecik, ezilir onların yanında. Yok yok bu hiç uygun bir karar değil bana göre. Merak etmeyin, zamanla alışır benim kızım...'



Ah abla ah! Ne var yani azıcık da çarpma, bölme, çıkarma gösterseydin... Bak senin yüzünden öğrencilik hayatım boyunca sözel derslerden dört dörtlük bir öğrenciyken sayısalda tekledim. Hep senin yüzünden, yirmi yaşında öğretmenlik hayatına başlayacaktım. On dokuzumda evlenecektim hem de üniversite tahsilimi bile yapıp...



Neyse hadi asma suratını, kızmadım sana. Hayata yeterince erken atıldığım kuşkusuz bir gerçek. Üniversiteyi bitirir bitirmez çalışma hayatına atıldığım, sonra hemen evlendiğim, evlenir evlenmez çocuğumun olduğu... Bundan daha erken bir yaşta kaldırması daha zor olurdu sanırım bunca üst üste gelen sorumluluğu. Sanırım sana teşekkür etmem bile gerekir...



İşte ben okula adapte oldum, arkadaşlarım da az çok okumayı ve yazmayı öğrendiler, o zaman gerçek anlamda okuldan zevk almaya başladım. Hatta çok güzel okuyanlar çıkmaya başladıkça hasetimden çatlıyordum, nasıl yani? Ben hem gazete bile okuyabiliyordum yaa... Her sabah okuldaki bütün sınıflar sıra olurdu bahçede. Çok hoşuma giderdi bu merasim benim. Hele ki büyük sınıflardaki ablalarım, ağabeylerim 'ANDIMIZ' ı okurken, en gür sesimle, bağıra bağıra tekrar ederdim söylediklerini:



'Türküm, doğruyum, çalışkanım!
Ülküm, (bizim zamanımızda böyleydi, sonradan ilkem oldu.)
Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,
Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir!
Ülküm yükselmek ileri gitmektir!
Ey büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe hiç durmadan yürüyeceğime and içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun!
Ne mutlu Türküm diyene!"



Sonra iyi dersler dilerdi kürsüde gururla andımızı okuyan ablamız ya da ağabeyimiz ve sınıflarımıza girerdik. Ata'mızın açtığı yolda, gösterdiği hedefe doğru ilerlemek için, sözümüzü tutmak için, aydınlık bir geleceğe sahip olmak için...



Kafama koymuştum, andımızı okumak büyük sınıfların görevi olmamalıydı, ben de okumalıydım. Evde bağıra bağıra ezberledim andımızı, aynanın karşısına geçip hazır ol vaziyetinde okudum defalarca... Her seferinde aynı gurur vardı duruşumda, yüzümde ise Ata'ma duyduğum hayranlığın yarattığı tebessüm... Sonra dikildim öğretmenimin karşısına:



'Öğretmenim, ben andımızı ezberledim. Zaten biliyordum ama artık hiç şaşırmıyorum. Bir kere size okuyayım, ne olur izin verin okulun önünde de okuyayım, lütfen!'



Öğretmenim şaşkındı ve mutlu... 'Hadi oku bakalım. Ama tek yerinde şaşırırsan olmaz bak ona göre' dedikten sonra, kendimden emin adımlarla geçtim kara tahta önüne, avazım çıktığı kadar bağırarak, vurgular yaparak yine hazır ol vaziyetinde okudum andımızı... Arkadaşlarımda, öğretmenimde alkış kıyamet... Nasıl gururlandım anlatamam, sonra mırıldandım: 'Teşekkürler Atam, her şey için...'



İşte her sabah sıra olup, andımızı okumak bizim zamanımızda heyecandı, mutluluktu, onurdu! Çünkü varlığımızı Türk varlığına armağan ederken vatanımız için şehit olan askerlerimize minnet borcumuzu ödüyoruz adeta. Ne mutlu Türk'üm diyene derken bile Ne mutlu Türk olana diye katı kural koymayan, söylenenin aksine ırkçılıktan tamamen uzak, motive edici bu ritüelin çoğumuzun hafızasında kazılı olduğuna eminim. 'Doğruyum, çalışkanım, küçüklerimi sevip büyüklerimi saymalıyım' demeye en çok ihtiyacımız olan bir zaman diliminde, değerlerimizin yavaş yavaş akıp gitmekte olduğunu gördüğümüz halde ses çıkarmayarak, seyirci kalarak hatta değerlerimizi kendi kendimize tüketerek hala daha gelişimden bahsediyoruz. Bilmiyoruz ki, değişim ve gelişim için öncelikle kendin olacaksın! Herkes bilecek bu ülkenin tarihini, Sarıkamış'ta can veren; Çanakkale'de destanlar yazan askerlerimizin olduğunu, kadın erkek demeden herkesin vatan uğruna cephelere akın ettiğini herkes bilecek ki bu ülkenin bağımsızlığına ket vurmak isteyenler amaçlarına ulaşamayacak...



Şimdi içim buruk, biraz kırgınlık hakim, biraz kızgınlık... Her sabah çocuklarımızı sıraya dizdikten sonra 'Günaydın' deyip sınıflarına uğurluyoruz. Kuru kuru bir günaydın... Halbuki seneler önce benim yaşadığım heyecanı hissetmeye ihtiyacı olan ve o heyecandan mahrum kalınca üzülen birçok çocuğum olduğunun da farkındayım...




'Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı' yazdırmasın diyen Mehmet Akif Ersoy'un ruhu şad olsun ancak böyle giderse korkarım elimizde bulunan İstiklal Marşı'ndan bile mahrum kalabiliriz, okullarımızdaki Atatürk büstümüzden, sınıflarımızdaki Ata'mızın resimlerinden, Gençliğe Hitabe'den... İçim yanıyor dostlarım, biz bari vatanımıza ve değerlerimize sahip çıkalım...

09 Ekim 2013 5-6 dakika 26 denemesi var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (5)
  • 10 yıl önce

    Atatürk'ün çizdiği yolda, onun ilkeleri ışığında yürümeye ve hatta koşmaya devam edeceğiz...

    teşekkürler Seda 👍

  • 10 yıl önce

    Mustafa Kemal Atatürk, "Ne mutlu Türküm diyene" sözü ile ne amaçlamıştı? Öncelikle, "Ne mutlu Türküm diyene" sözünü detaylı inceleyelim: Özellikle dikkat edilmesi gereken, "Ne mutlu Türk olana" denilmeyip Ne mutlu Türküm diyene veya diyebilene denilmiş. Dolayısıyla, Atatürk burada birleştirici bir söz söylemiş. Yani, senin kimliğin ne olursa olsun, toplumun çıkarı için; toplumun ingilamerika gibi ülkeler tarafından paramparça edilmesini engellemek için "Türküm diyene" sözü ile birleştirici unsur oluşturmuş. *Dikkat ediniz, "Türk olana" dememiş; "Türküm diyene" veya aynı anlama gelecek "Türküm diyebilene" demiş. Kimliğiniz ne olursa olsun; eğer ingilamerikan, işgalini durdurmak istiyorsanız, birleşin ! Birleşmek için Türküm deyin; ırkınız ne olursa olsun.** Türk dil kurumu sözlüğünde millet tanımına bakalım: Millet: Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu. Dikkat ederseniz, millet sözcüğü, kafatası birliği veya genetik birliktelikten bahsetmiyor. Artık umudumuz, geleceğimize yön veren eğitim neferlerimizde... Tebrik ederim, selam ve saygımla

  • 10 yıl önce

    Çalkantılı bir dönemden geçtiğimiz bu günlerde çok manidar ve anlamlı bir yazı yürekten kutlarım Seda hanım...👍🤐👍

  • 10 yıl önce

    Değerlerimizi unutmadık, unutturmayacağız Kezban abla, bu yolda içimiz rahat...

    Filiz Hanım, yazımda da belirttiğim üzere Ne mutlu Türküm diyene demek ve Ne mutlu Türk olana demek çok farklı şeyler ki elbette Türk olana da ne mutlu, asla Türklüğümden gocunmadım, bilakis hep çok sevdim ülkemi, Atamı, ilkelerini, özdeyişlerini...

    Ahmet Bey, teşekkür ederim hisseden yüreğinize... Aslında bu yazımda olayın psikolojik yönünü de vurgulamak istedim. Andımız sadece sabahları çocuklara okutulan bir şey değildi, Andımız bizim için heyecandı, umuttu ve her gün Atamıza şükrederek, ant içerek girerdik sınıflarımıza, gönül rahatlığıyla...

    Anlayan tüm dostlara selam ve saygılarımla...

  • 10 yıl önce

    Andımızı sadece kulaklarımızdan kaldırabilirler ama yüreklerimizden ve beyinlerimizden asla...

    Kalemine ve yüreğine sağlık değerli yazarım...

    En derin selam,saygı ve tebriklerimle...

    👍