Aşk Hayatı Bir Yolcu Gibi Yaşamaktır


“Dünyada garip bir yolcu gibi ol! Kendini kabir ehlinden biri gibi kabul et!”[1]

İnsan ruhlar aleminden başlayıp mahşere kadar uzun serüveni olan bir yolcudur. Bu yolculuğun bizim bildiğimiz süreci ise anne rahminden başlayıp mezara kadar olan bölümüdür.

İnsan kundakta başlayıp kefende son bulan hayat!

Aslında insan gurbeti yaşayan, asıl yurdunu arayan bir gariptir. Garip, gurbette olan insan! Biz bu hakikati bilim insanı, filozof ve seyyahlarda görmekteyiz. Hep bir arayışın içindedir insan. Ben kimim, neyim, niçin yaşıyorum, nereye gidiyorum? Bu sorular kendi vatanını, gerçeğini arayan, düşünen insanların sorularıdır.

Hepimiz bir yolcuyken çoğumuz bir sürü olarak niçin yaşadığının farkında olmayan, doğan, büyüyen ve ölen çoğunluğun arasında kaybolup gidiyoruz.

Hayat nehrinde sürüklenen bir çöp gibi akıntıya kapılıp, yok olan…

Gurbette olduğunu anlayan insan ise sürüden kopup kendi gerçeğinin peşine düşen bir bilgedir. İşte aslında Hz Muhammed (as) bize hayata bu açıdan bakmayı önermektedir.

Gurbette olduğunu bilmek bilinçli ve farkındalığı yüksek insan olabilmektir.

Hani yurdundan ayrılıp gurbet ellere giden eğitim, geçim ve hayatı tanımak için yolculuk yapan insanların serüveni var ya işte dünya hayatı da öyledir.

Bir serüvendir hayat!

Hayat bir yolculuk ve insan bir yolcu ise gurbetini tamamlamak ister insan.

Peki bu aşamada şu hususun altını çizebiliriz; gurbette bulunan insan yolculuğunu tamamlayacağını bildiği için bulunduğu yeri sahiplenmek değil tanımak, anlamak orada anı yaşamak ister. Sahiplenmek duygusuna kapıldığında gurbeti biter. Artık yaşadığı yeri asıl yurdu görür.

YOLCULUK biter mi?

Serüven sonsuza değin dünyada devam eder mi?

Sahip olduğunu düşündüğü eşya, mal, mülk, makam, şöhret, evlat, araba, kariyer ve yaşadığı aşklar, kaçamaklar, zevkler sonsuza değin kendisinin olur mu?

Yaşlı bir insanın gözlerinde ölümsüzlüğün bir değeri yoktur. Ve geriye baktığında gençliğindeki gibi zevk alamadığını fark etmektedir. Artık eskisi gibi güçlü olmadığını görmektedir. Yakışıklı ve güzel yüzündeki kırışıklıklar ve titreyen eller, dermanı kesilmiş ayaklar bu dünyanın bir yolculuk, kendisinin de bir yolcu olduğunu hissettirmektedir.

“Kime uzun ömür verirsek, biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Güç ve kuvvetini alarak zafiyete düşürürüz. Hâlâ eşyanın hakikatini, Allah'ın kâinata koyduğu düzeni kavrayarak akıllanmayacaklar mı?”[2]

Eşya baki, dünya insanın kalıcı yurdu değil. Bu bir hakikat ve anlamak için her gün, her an binlerce örnek gözlerimizin önünde akıp gitmekte. Körelmemişse gözler bunu görür.

Her insanın hayatı bir yoldur. Yol varsa yolculuk biter mi?

İnsan sadece kendisini aldatır sahip olduklarıyla malik olduğunu düşünerek. Çünkü ne kadar güçlü, zengin, bilgili olsa da zaman ona bir sürpriz hazırlamaktadır.

Kum saatinin zamanı işlemekte, kumlar dökülmekte ve ecel yaklaşmaktadır. Bir gün Azrail’in nefesini hissettiğinde şah damarında, sahip olduğunu düşündüğü hayatın içinde sadece bir yolcu olduğunu hatırlayıp, biriktirdiği her şeyi terk ederek sonsuzluğa yol aldığında pişmanlığın fayda vermediği bir duyguyu hissedecektir yüreğinin derinlerinde.

“Ah ne ettim ben! Yolcuydum, yoldaydım, gurbetimi tamamlayacaktım. Ama unuttum, yolu sahiplendim! Saçlarıma düşen aklardan, gözlerime inen perdeden, bedenime hükmeden yorgunluktan bile anlayamadım yolculuğumun sonuna geldiğimi. Ah nefsim!”

İnsan bir kundakta başlayıp kefende son bulan hayat yolcusu! Mezar da bir durak unutma! Bir gün ruhunda hissedeceğin İsrafil’in nefesiyle doğrulup kaldığın yerden devam edeceksin yoluna!

Hayat yolculuğunun nihayeti ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukur!

Beden aracının şoförüne dikkat et! Ve yol arkadaşlarını iyi seç!

Şoförü ve arkadaşları şeytan ve nefis olanın güzergâhı pişmanlıklar vadisidir. Yol güzel görünür, nefsi okşar, keyfine göre bir hayat yaşarsın.

Ama unutma her keyif veren mutluluk sunmaz insana!

Vazgeçemediğin bir dakikalık, on dakikalık, bir günlük, bilemedin bir ömür sürdüğün zevki sefa cehennemin nefesiyle karşılaştığında hiç yaşanmamış olacak!

Düşün, düşün ki her günün bir diğerinin benzeri ve bitmez dediğin zevkler ve acılar her günün sonunda uzaklaşmakta ruhundan.

Bitmeyen bir günün oldu mu hatırla!

“Yok” diyorsan unutma hala yoldasın ve bir gün son bulacaksın! Nice yakınlarını, sevdiklerini gözyaşları içinde bıraktığında mezarın nemli toprağına, ne hissettin? “Bir gün ben de geleceğim buraya ve yatacağım topraktan yatağıma!” dedin mi? Beni de bırakacaklar, dedin mi? Ben de kalacağım yaptıklarımla yalnız başıma, dedin mi?

Söyle! Bu hayatın, nihayetinde bir yolculuk olduğunu söyledin mi ruhunun kulağına?

Vicdanın sesini dinleyip bir gün yaptıklarınla yüzleşeceğini söyledin mi azgınlaşmış nefsinin kulağına?

İşte nasıl ki her doğan günün bir akşamı varsa her doğan insanın da bir ölümü vardır.

Her gün ölümün provasını yaptırmıyor mu Rabbin?

İşte günle başlayan hayatın güneşin çekilmesiyle senin için de bitiyor.

Gün doğumun, kuşluk vakti çocukluğun, öğlen gençliğin, ikindi yetişkinliğin, akşam ihtiyarlığın, yatsı ise ölümün…

Ruhunu ellerinde tutan Allah, ölümüne hükmetmediyse bırakıveriyor ruhunu, yolculuğun devam ediyor gün doğumundan batımına kadar.

“Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı tutar, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.”[3]

Bazen yol günün başında, bazen kuşluk vaktinde, bazen öğlen, ikindi ve akşamda son bulur, yatsıya varmadan…

O halde unutma günün sonuna kadar değil yolculuğun!

Yola çıkmana karar veren, yolculuğunun nihayetine de karar verendir. Gücün yetiyorsa al kararı askıya, bitmeyecek de yolculuğum asla!

Ama unutma bugüne kadar anasından doğup da Azrail’in kucağına düşmeyen olmamıştır asla!

Ne Firavun gibi güçlü hükümdar

Ne Karun gibi zengin bir insan

Ne Belam gibi bilgili birisi

Ne de Hz Süleyman gibi büyük bir peygamber

Yani unutma ne iyileri ne kötüleri sahip oldukları hiçbir şey ebedi kılmadı bu dünyada!

O gül Nebi ne diyordu girdiğinde mezarlığa; “Ey kabir ehli sizler gittiniz bizlerden önce asıl yurdunuza, bizler de takip etmekteyiz sizleri. Geliyoruz peşiniz sıra!”

O da gitti ve niceleri de takip etti. O halde unutma ey nefsim, unutma ey insan! Bir gün bize de selam verecekler mezarlığın sessiz dünyasından.

Sevdiklerimiz elleriyle koyacak dar diyemediğimiz sonsuzluğa götüren metroya. Yolculuk oradan da devam edecek sonsuzluğa…

“Kendini kabir ehlinden bil!” derken güllerin sultanı, dünyayı kabre çevir dememektedir. Bu dünyayı ahirete açılan bir koza gibi ör demektedir.

Kozan karanlığın olmasın!

Kozadan çıktığında baharın yeşilliklerinden, kuş cıvıltılarından, gökyüzünün özgürlüğüne kanat çırpan kelebek gibi yaşa demektedir dünyayı. Bu dünyayı kötülüklerin hüküm sürdüğü bir cehennem olmaktan kurtar, demektedir.

Hiçbir zulmün yanına kalmayacağını bil!

Hiçbir iyiliğin karşılıksız olmadığını bil!

Sahip olduğunu düşündüklerinin sahibi olmadığını bil!

Zamana hükmedemediğin gibi hayata da hükmedemeyeceğini bil!

Her hükmün, her kazancının, her nefesinin, her eyleminin bir hesabı olduğunu bil!

Dünya terk edilerek mezarlığa çevrilecek bir mekan, yurt değil, ahiretin inşa edileceği bir yaşam merkezidir.

Unutma! Hayatınla ördüğün bina ya cennet bahçelerinde bir villa ya da cehennem çukurlarında bir beladır sana!

Seyit Ahmet Uzun


[1] Tirmizi c. 2 sf. 50/ Buhari-Rikak 37

[2] Yasin/68

[3] Zümer/42

14 Mayıs 2022 7-8 dakika 59 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar