Aşka Vuruldum


"Uyandığımda kocaman bir ormanda buldum minik bedenimi. Oyun oynarken düştüğümü anladım neden sonra. İsmini henüz bilmediğim bitkiler elimi yüzümü dağlamasa, yerden kalkmayı düşünmüyordum. Ayağıma batan garip şeylere rağmen yürüdüm..."

Bu, dünyaya ilk gelişim. Işıktan iki bedenin eliyle dünyaya itilişim. Haydi şaka deyin ne olur! Dünyanın bin yılı cennette, gün olur...Siz ne kadar kısa deseniz ömürlere, burada zaman uzun olur. Unuttum cennette oynadığım oyunları anne! Sahi beni sobeleyen çocuğun adı ne?

...

Bir fidanı andıran bedenim, kocaman iki balonu andıran gözlerim adeta yuvalarından çıkacakmış gibi izledi etrafını...Çok komik durduğumu biliyorum. Ben büyürken rüzgarın ellerinde, yine aynı rüzgarın şiddetiyle nice çınarların devrilişine şahit oldum. Hatta üzerime düşecek diye bir çınar, koşarak kaçtığımı biliyorum. Henüz sessiz ölümleri kaldıracak kadar sağlamlaşmadı cılız gövdem...Ölürken en sevdiklerinin üstüne devrilen verimli çınarların hikayesini dinlemedim...

Ağaçların arasında yürümeye devam ediyorum. İlkin, onlara sevgiyle bakarken, hep kollarını açıp beni içlerine alacaklarını hayal ettim. Bana her defasında bir ağaç olmadığımı fısıldadılar, nazikçe yapraklarını sallayarak. Doğru ya, benim yapraklarım yoktu. Ellerimle dallarını eğdim en sevimli ağaçların, meyvelerini istedim her acıktığımda. Boyum yetişmediğinde tırmanmayı denedim, her düştüğümde kalkmayı öğrettiler bana...Tırmanmakta iyi değilsin! der gibi baktılar, dizlerimi kanattığımda. Aldırmadım...

...

Kalabalık ortamlara alışmaya ç/alışırken, ağaçlarla kurduğum dostluğumu unutmadım. Her fırsatta kendim için seçtiğim ağacımın gölgesine kuruldum. Artık en sevdiğim oyunu oynarken yere düştüğüm cennetimi hatırlamıyorum. Beni sobeleyen çocuğu da. Bir tek düştüğümde ağaçların birbirleriyle yaptıkları derin sohbetleri aklımda...O da alışacak deyişleri bir de. Sahi dünyaya alışmak nasıl bir şey?

...

Uyandığımda derin bir rüyanın içindeydim. Gördüklerimin bir rüya olduğunu neden sonra anladım. Işıktan bedenleriyle tanımadığım adamlar vardı yanımda. Gözümü kapatıp tekrar rüyaya daldım. Beni sobeleyen çocuğu bulmak için, oyunlara daldım...

Ağaç dalları ağır ağır sallanıyordu ormanın içinde. Bir masalın içinden yeni çıkmış gibi buluyordum kendimi, her rüyanın sonunda. Güneş bütün hararetiyle yakıyordu, yanmaya alışmamış hüzünlerimi. Acıdıkça kavruluyordum, ormanın yalnızlığında. Çok yavaş işliyordu zaman, ağaçlardan sallanan sonsuzluk saatinin tik-taklarında...Sonsuzluğu iple çekiyordum...

...

Büyüdüğümü sandığımda, ağaçlar artık sohbet etmiyordu. Bütün oyunlar gereksizdi ve çocuklar savaşlara alışmalıydı. Her çocuğun elinde bir silah buldum, kimsenin dönüp arkasına bakmadığı kırmızı topraklarda...Ben yürüdüğümü sandığımda insanları koşarken buldum, zamanın kovalandığı bir dünyada...

Durdum...

Kocaman çınarların bir anda devrilişine şahit oldum. Tabancalarda mermi yerine, su vardı. Savaşların adı değişse de, verdiği kayıplar hep aynıydı...Gölgesinde hayaller kurduğum ağacımdan bir ok yaptım kendime...Okunun ucunda zehir olanlara inat, sevgi koydum ucuna. Attığım oklar her defasında yüreğime döndü. Kanayan yanlarımla saplandım gecenin bağrına. Kendi oklarıyla vurulmuş insanlığın acı halleri geldi gözümün önüne. Bu defa İçinde su ve kan olmayan rüyalar diledim. Bütün susuzluğuma rağmen ben, sevmekten vazgeçmedim...

Uyandığımda etrafımda koşuşan ışıktan adamlar buldum. Doğmak üzere olduğumu neden sonra anladım. Beni sobeleyen çocuk, oyunu biz kazandık diyordu. Ağaçlar uzun zaman sonra bana gülümsüyordu. Vurmaktan vazgeçip yine aşka vuruldum... 

4 Ağustos 2012

Çat Kapı / Şiirkolik Köşe Yazılarım

27 Kasım 2021 3-4 dakika 242 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar