Aşkın Kanunu
Herkesin yaşamak için can attığı, uğruna servetini harcamaya, hatta canını vermeye hazır olduğu o güzelim aşkı, ben yaşamak istemiyorum. İlişki demek çelişki midir, bunu hâlâ çözebilmiş değilim.
Bir zamanlar konuşmaya ve yazışmaya doyamadıklarınız, gün gelir sizi hiç olmadığınız bir yanınızla itham etmeye başlar. Yüreğiniz dolup taşsa da, sayfalar dolusu kitaplar yazsanız bile, iki kelimeyle derdinizi anlatamaz olursunuz.
Bir zamanlar gül diye kokladıklarınızın dikenleri öyle bir batar ki canına ne çıkarabilirsiniz ne de kanamasını durdurabilirsiniz. Cümleleriniz kısalır, konularınız tükenir, susarsınız. Söylemeye çalıştığınızda ise "alıngan" olmakla suçlanırsınız.
Zamanla aranızda adı konmamış, belirsiz bir şeyin kaybolduğunu fark edersiniz ama dile getirmeye cesaret edemezsiniz. Bu ilişkide "kurban" rolünü üstlenip acınızla dost olursunuz.
Bazı ilişkiler çorak bir tarlaya benzer; ne bir şey ekebilirsiniz, ne de ektiğinizden bir sonuç alabilirsiniz. Mum gibi için için yanar, günden güne erir, tükenirsiniz. Yaratıcılığınız körelir, üretkenliğiniz düşer, verimliliğiniz azalır… Kısırlaşırsınız.
Bazı sözleri olur ki kurşun gibi iner yüreğinize: soğuk, sert ve keskin. “Ben buyum,” der ve bir zamanlar kulağınıza fısıldanan “aşkım” kelimesinin yerini, “alıngansın”, “abartılısın”, “takıntılısın” cümleleri alır. Hak verirsiniz, susarsınız.
Bütün gece hıçkıra hıçkıra ağlayıp gözyaşlarınızda boğulmak istersiniz ama yapamazsınız. Kendinizi dış gebelik gibi hissedersiniz; ne bu aşka can verebilir, ne de ondan kurtulup bu aşkın katili olmak istersiniz.
Uçurumun kenarında ölüm ile kalım arasında gidip gelirsiniz. Övgülerin yenilip yermelerin galip geldiği bir dönem başlamıştır ve bilirsiniz ki bu, size faydadan çok zarar vereceğinin ilk işaretidir.
Ne onunla olur, ne de onsuz. İçinize gömdüğünüz her şey gün gelir sizden hesap sorar. O an anlarsınız ki; sevdiğiniz kadar sevilmezsiniz, işte o zaman yıkılırsınız…


