Aşkla Gel

TDK ‘ nun sözlüğüne baktığımızda, 'dayatmak' sözcüğünün karşılığında :

1-Dayanma işini yaptırmak,
2-Kendi istediğini yaptırmakta direnmek,
3-Başkasının isteğine karşı koymak,
4-Bir şeyi zorla kabul ettirmek, empoze etmek

diye sıralanmış tanımlamalar.

Oldum olası en beğendiğim sözcüklerden biridir 'direnmek', saçma olmayan doğru nedenlere dayandığı sürece. Dayatma sözcüğü ise, sizi bilmem ama içinde zorbalık barındırdığı için olsa gerek, benim hiç beğenemediğim ve kullanmayı sevmediğim bir sözcüktür.

Bir sorunun doğru karşılığına en kısa sürede ulaşabiliyorsanız bu çok önemli ve de çok değerlidir. Ne var ki her zaman bu kısa yolu bulamayabilirsiniz, doğru sonuca varmak, sizin zaman yitirmenize neden olsa bile, yine de çok değerlidir. Bu gerçeği, geride bıraktığınız dönemde her birimiz kim bilir kaç kez yaşadık. Bakış açısı işte tam da bu noktada önem kazanır. Bu nedenledir ki Albert Einstein, verilen sürenin büyük bölümünü soruyu iyice okuyup anlamaya, sonrasında da öncelikle çözüm yolu üretmek için düşünmeye zaman ayırmış, bunun ardından da çok daha az bir zamanın soruyu çözmeye yeteceğini belirtmiş.

Durum böyleyken, soruyu anlamadan ve de çözüm yolu üretmeden, hemencecik sorunun çözümüne geçmek ve yanlış olduğunu bile bile kendi dediğinde direnmek kime ne kazandırır ki ?
Üstüne üstlük bir de 'siz ne yaparsanız doğrudur' diyen şakşakçılarınız varsa, yakın ve uzak çevrenizde.

Size kendinizi 'seçeneksiz' hissettirenler, yanlışlarınızın en büyük ortağıdır aslında. Ne var ki çoğu bunun ayırdında değildir, sizin yanlışlarınız onların doğruları olmuştur çoktan. Doğrudan ya da yanlıştan çok, sizin ağzınızdan çıkan sözler ve yaptıklarınız önemlidir onlar için.

İyi de, karşı düşüncede olanlar ne olacak !

Direniş, tek tek olduğunda nasıl ses getirebilir ki ! Düşüncelerin söylenmesine de olanak verilmiyorsa ve örgütlenmeyi de yasaklamışsanız !


Doğruları diyorum, doğruları kim üfleyecek kulağınıza ?


Ya sorumluluk duygusu ? Taşıyabilecek mi bu sorumluluğu omuzlarınız ? Gün sona erdiğinde yastığa başınızı koyup, gözlerinizi hiçbir sıkıntı duymaksızın mutluluk duygularıyla kapatıp da, uykuya dalabilecek misiniz ?

Bilerek ve de isteyerek balık tutmayı öğretmeyip de önüne iki lokma ekmek atıp ağzını kapattıklarınız, uygarlıktan uzak tutmaya çaba göstererek bir biçimde içi boş şeylerle uyuttuklarınız, sabah-öğle-akşam öğünlerinizden birinde olsun, boğazınıza takılmayacak mı hiç ?

Bebeklik, çocukluk, gençlik, annelik, babalık, emeklilik, yaşlılık...

Bu sözcüklerin anlamları konusunda bilginiz var mı hiç ?

Ortada geçerli sayılabilecek bir neden yokken, suçsuz bir biçimde, hiç umulmadık bir anda, yok yere annesiz kalmak, babasız kalmak...

Bebeğini yitirmek, çocuğunu yitirmek, gencini yitirmek...

Sizin aklınıza geliyor mu bilmem ama benim aklımdan hiç çıkmıyor.

Siz, yüzü düşmüş olarak bir noktaya odaklanıp, saatlerce hiç konuşmadan boş boş bakmak, nasıl bir duygudur bilir misiniz acaba ?

Yeni umutlarla yepyeni bir yıla girmemize çok az kalmışken diyorum, kendinizi çöplerden yiyecek arayan, karnı çok acıkmış birinin yerine koydunuz mu örneğin ?

Karlı yolları aşıp okula gitmek için, evden çorap giymeden çıkan yırtık ayakkabılı bir öğrencinin, ayaklarının ıslaklığını ve donmuşluğunu hissedebilir misiniz acaba ayaklarınızda ?

Yerin çok altında ve sağlıksız koşullarda, her an toprağın altında kalma korkusuyla
çalışan bir kömür işçisinin yerine koydunuz mu kendinizi hiç ?

Siz, duygudaşlık ( empati ) yapıp da 'böyle birinin yerinde olsam ne yaparım' diye aklınızdan geçirdiniz mi hiç ?

Yalnızca bir kez olsun, bunu düşünebilir misiniz acaba !

Bilemiyorum ama üzerine yine de kafa yoruyorum işte, bağışlayınız.


Yürek değil mi yoksa, sizin sol yanınızda taşıdığınız ?

Kan dolaşmıyor mu sizin damarlarınızda acaba ?


Kendini az da olsa şanslı sayanlardan biriyim, emekli olup yerleştiğim bu yerde çok değerli müzik öğretmenimiz ve şefimiz Dilek GÜNEY yönetiminde Seferihisar Halk Eğitim Merkezi ‘ nin Türk Müziği korolarında yeni edindiğimiz çok seçkin arkadaşlarımızla birlikte haftanın üç dört günü çalışıyoruz, ki olumsuzluklardan uzak kalmaya çaba gösteriyor, soğuk ya da sıcak demeyip bir araya geliyor, yepyeni bilgiler öğreniyor, sürekli olarak kendimizi yeniliyoruz.
Bu ara üzerinde çalışmaya başladığımız sözü Salih Korkmaz ‘ ın olan çok güzel bir Alaeddin ŞENSOY bestesi var :

Ağlatıp küstüreceksen
Hep boyun büktüreceksen
Gözyaşı döktüreceksen
Sevme beni, sevme beni

Kalpten silip atacaksan
Derdime dert katacaksan
Başka bir el tutacaksan
Sevme beni, sevme beni

Ne de güzel yazılmış dizeler değil mi !

Gel de söyleme şimdi !

Üstelik yepyeni bir yıla girecekken...

Yeni yıl dedim değil mi ben ! Sözüm ona olacak o zaman.


Umutla gelmeyeceksen eğer, mutluluk getirmeyeceksen, barış ve kardeşlik getirmeyeceksen eğer, ne olur gelme yeni yıl, yanımıza bile yaklaşma...

Gözyaşıyla geleceksen, kanla geleceksen, acıyla geleceksen eğer, istemiyoruz seni, gelme yeni yıl...


Git gidebildiğin yere...


Acıyı yazanlara git, umudumuzu ayaklar altına alanlara git, mutluluğumuzu çalanlara git, barışımızı ve kardeşliğimizi bozmaya çalışanlara git, gözyaşı dökmemize neden olanlara git...

Öyle bir git ki, geç üzerlerinden silindir gibi, ez onları, kötülükleri dokunmasın bir daha kimselere...

Yok, eğer böyle gelmeyip de bizi yanıltmaya hazırsan, umutla ve güzelliklerle geleceksen, barış ve kardeşlikle geleceksen, gülen yüzünle ve herkese mutluluk dağıtmak için geleceksen, gel o zaman...

Acılarımızı unuttur bize, gözyaşlarımızı sil.

Kollarımızı açtık, umutla ve de dört gözle bekliyoruz seni...

Her türlü güzelliğe açız, gel doyur bizi...

Gel de gülsün yüzlerimiz, mutlu et hepimizi...

Hani biz buradan bakınca gökyüzündeki aydedeye, hep gülerken görürüz ya onu. İşte bu kez tam da tersi olsun, aydan bizim uyduya bakanlar öyle görsünler, gülsün evrenimizin yüzü...

Haydi gel...Hoş gel...

Umutla gel, barışla gel, sevgiyle gel, aşkla gel...

31 Aralık 2016 5-6 dakika 15 denemesi var.
Yorumlar (1)