ATATÜRK'ÜN Düşü(şü) mü!!

M. Kemal Atatürk'ün Milli Mücadele, yeni devletin temellerini hazırlama, antlaşmalar, inkılaplar ve nihayet ilkeler aşamalarında belli bir prensip ve mantık üzerinde hareket ettiği herkesin malumudur. Onun bir Türkiye düşü vardı, onu gerçekleştirmek içindi her şey. Ve bütün gayret ve hedefleri kişisel istek, heves, inanç ve menfaatlerinden apayrıydı. Onun gayret ve hedeflerinin odağında millet ve devlet vardı. Ancak bugün, kişisel istek, heves, inanç ve menfaatler uğruna Atatürkçülüğün gölgesinde kıyametler kopmaktadır. Adeta Atatürkçülük ekseninde Atatürkçülüğün çöküşünü izliyoruz.

Atatürk'ü, Atatürkçülüğü ve bu iddiayı biraz daha derinlemesine incelersek meselenin mahiyetini daha net görebiliriz.


Devletlerimiz ve Entrikalarımız

Bağımsız Türk genleri milletini devletsiz yaşatmaz. Devlet onun için bağımsızlığın sembolüdür. Bu yüzden onlarca kez devlet kurduk, onlarca kez yıkıldık. Her iki durumda da bizden hünerlisi yoktur.

El ele, gönül gönüle devletler kuruyoruz ama devlet yönetmede sorunlar yaşıyoruz. Kurarken gösterdiğimiz dayanışmayı yönetirken gösteremiyoruz. İktidar kavgaları genlerimize işlemiş, öyle ki borç batağında çırpınsa, dağılma eşiğine gelse bile iktidar kavgaları hep gündemimizdedir. Avrupa devlerinin vesayeti altındaki bir Osmanlı için İttihatçıların iktidarlık entrikaları ne kadar ironidir. İktidar olsun da içi enkaz olsun fark etmez diyecek kadar ironi. Adı beylik de olsa, monarşi de olsa, meşruti de olsa, hatta demokratik cumhuriyet de olsa bu iktidarlık entrikaları bizi bir yerimizden kavrıyor. Çünkü paylaşamıyoruz, birleşemiyoruz, güvenemiyoruz...

Orta Asya'da Çin entrikalarından dersler aldık, Anadolu'da Bizans entrikalarından... Saray entrikaları, taht kavgaları, makam edinme tutkuları konusunda mahir olduktan sonra artık Çin'e Bizans'a dersler verecek düzeye gelmişiz. Ama bir farkla, onlar entrikalarını bize kurguluyordu, biz ise birbirimize kurguluyoruz. Ne devletsiz yapabiliyoruz ne entrikasız.

Bir hikaye... Adamın biri epeyce iyilikler yapmış ama iman etmeden öldüğü için kendisine gireceği cehennemi seçme hakkı verilmiş. Cehennem çeşitleri gösteriliyormuş adama, bir bölümde koca kazanlar görmüş, üstleri kapakla örtülmüş, ama bir tanesinin kapağı yok. Adam zebaniye sormuş: ?Neden o kazanın kapağı yok?? Zebani cevapladı: ?Burada her milletin kazanı var, kapaksız kazan Türklerindir. Kapağa gerek duyulmadı, çünkü kazandan çıkmak isteyeni alttakiler kazana çekiyor. Böylece kimse dışarı çıkamıyor.? Bizim entrikalarımızın marifeti bu misal. Paylaşamıyoruz, birleşemiyoruz, güvenemiyoruz...


Devlet ? i Ebet Müddet Mefkuresi

Kurulan düzen, yıkılsın ve yok olsun diye kurulmaz. Ve her devlet, varlığı ve bütünlüğü için yaşar, hatta bu uğurda savaşır. Her devletin tarihinde bu gerçeğe tanık olmuşuzdur. Bu gerçeğin en bariz örneği belki de Hun Devletinden Türkiye cumhuriyetine kadar bütün çıplaklığı ile Türk tarihidir.

Hunlarla başlayan ilk Türk tarihinde Kurultay kararlarının resmiyette hükümdarı bağlayıcılığı yoktu ancak hükümdarlar çoğunlukla kurultay kararlarını uygulamaktaydılar. Kurultay kararlarının reddi halinde ise ikna edici gerekçeler sunulmaktaydı. Bu durumun özüne bakıldığında devletin devamı ve bütünlüğü için boy beylerinin devlet yapılanmasına küsüp isyan etmelerini engellemek olduğu fark edilir. Yani devletin bütünlüğü ve devamlılığı söz konusudur.

Büyük Selçuklu Devleti, deneyimli ve güçlü hükümdarlar yetişsin diye çok geniş yetkilerle donatılmış (hükümdarlık yetkileri) melikleri eyaletlere vali tayin etmiştir, ancak bu yöntemin sakıncalarına şahit olan Anadolu Selçuklusu meliklerinin yetkilerini oldukça sınırlı tutmuştur. Yani devletin bütünlüğü ve devamlılığının tehlikeye girmesi söz konusudur.

Osmanlı devlet teşkilatı ve felsefesi tamamen Devlet-i Ebet Müddet ilkesine göre şekillenmiştir. Hatta bu uğurda binlerce yıllık Türk veraset usulünü değiştirmiştir. Taht kavgalarından ötürü devletin parçalanmasını önlemek pahasına Ekber ve Erşed kuralına bağlı kafes usulü ile yeteneksiz şehzadelerin padişah olmasını tercih edebilmiştir. Mesela Fatih'in Çandarlı olayından sonra Türk hanedan ailelerinin saraydaki etkinliklerini azaltıp devşirmelerin etkili hale getirilmesi de aynı amaç doğrultusundadır. Başka bir nokta; siyasi idareciler aynı bölgede en çok üç yıl görev yapabildikleri de biliniyor. Bütün bunların özünde devletin bütünlüğünü koruma ve devamlılığını sağlama amacı vardır.

Türk devletlerinde topluma yönelik devlet politikasında topulumun kültür ve etnik yapıları belirleyici olmuştur. Mesela devletin halk unsuru tamamıyla Türk kimliğinde ise devlet milliyetçi bir politikayı tercih etmiştir (Karahanlı Devleti). Eğer halk farklı etnik, kültür ve inanç gruplarından oluşuyor ise devletin muazzam bir hoşgörü politikası benimsediğini görüyoruz. Hazar Devleti, Gazne Devleti, Selçuklular ve Osmanlı Devleti bu politikanın meşhurlarıdır. Şeyh Edebali'nin desturu ile (İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.) şekillenen Osmanlı, egemenliği altındaki milletlerle öylesine hoşgörülü politikalar sunmuş ki, yüzyıllarca Osmanlı egemenliğine rağmen hiçbir milletin millet olma fonksiyonlarına dokunmamıştır. Bugün Osmanlı halklarını inceleseniz, konuştukları dil Türkçe değil, kültürleri bizden değil (benzerliklerin çoğu ise Türklerin onlardan aldığı örneklerdir.), dinleri bizden değildir. Yüzyıllar boyunca milli yapıları orijinal kalabilmiştir. Peki neden? Osmanlı, varlığı ve bütünlüğü için her milletin orijinal yapısına saygı duymak olduğunu düşünmekteydi. İşin özünde devletin bütünlüğü ve devamlılığı vardır.

Osmanlıyı hedef tutan Avrupa devleri Fransız ihtilali sonrası kendileri için sakındıkları milliyetçilik fikrini Balkanlara yerleştirmekte ısrarcıydılar. Belki de Osmanlı hoşgörülü olmanın bedelini yaşayacaktı, belki de Şeyh Edebali yeni bir destur sunmalıydı. Çünkü Osmanlı hoşgörünün eseri olarak milli yapılarına dokunmadığı Osmanlı milletleri şimdi kendi milli devletlerini kurma konusunda oldukça hevesli. Peki, ya Osmanlı egemenliğindeki bütün ulusları tek ulus yapsaydı, Fransız ihtilali Osmanlıya ne yapabilirdi. Hangi millet milli devlet hayali kurabilirdi. Dikkat edilirse 19.yy sonrası hoşgörü politikası, ayrıcalıklar milletleri şımartmaktan başka bir işe yaramıyordu. Bir zamanların Devlet-i Ebet Müddet sebebi sayılan hoşgörü, 19yy sonrası dağılma ve yıkılma sebebi olmuştur. Fakat Osmanlı yıkılıncaya dek devletin bütünlüğü ve devamlılığı için adeta çırpınmıştır. Çünkü devletlerin ruhunda devletin devamı ve bütünlüğü vardır.

M. Kemal dönemini; milletle ittifak halinde ülkeyi işgalden kurtarmak, milli egemenliğe dayalı yeni bir devlet kurmak, inkılaplarla çağdaş ve saygın bir devlet oluşturmak, ilkeler ile Devlet-i Ebet Müddet'i gerçekleştirmek şeklinde özetleyebiliriz.

Yeni Türk devletinin kuruluş hikayesi bambaşka bir özelliğe sahip, bir yandan emperyalist güçlerin pençesinden kurtulmayı amaçlarken öte yandan yepyeni bir devlet kurma hayali gerçek olmaktaydı, sessiz ve usulca. Bu sürecin mimarı şüphesiz ki Mustafa kemal'dir. Yüzyıllardır hayat damarları kopmuş zoraki yaşayan yada yaşatılan, iktidarsız, gelişen dünyayı seyretmeye bile takati olmayan, emperyalistlerin doymak bilmeyen midesinde hırpalanmaya razı bir devlet için I. Dünya Harbi belki bir umuttu. Ancak savaşı kazansa bile yeniden çöküş hikayesine dönmesi içten bile değil.

Aynı sonuç kurtuluş savaşı için de geçerli. Yeniden çöküş hikayesi. M. Kemal'in amacı yeni bir başlangıç ile yüzyıllardır süren bu çöküş hikayesini taze bir dirilişe dönüştürmekten başka bir şey değildir. Asırlardır bizi kemiren emperyalist güçlerin karşısında dimdik ayakta durabilen, modern açılımları gündemi haline getirebilen, bağımsız, saygın ve egemen bir devlet hayalini gerçekleştirebilmek için planlarını en başında yapmıştı. Oldukça ustaca, millete küsmeden, milleti küstürmeden yeni bir devlet kurmayı başarmıştır. Elbette ki bazı pürüzler yaşandı, fakat bir taht değişikliğinde bile yıllarca sürebilen savaşlar düşünüldüğünde yeni bir devlet kurmak gibi kapsamlı bir meselede bu tür pürüzler oldukça doğaldır. Hele içimize sinmiş onca fitne-fesatçı odaklar ve İtilaf Devletlerine rağmen böylesi büyük hamleler yapabilmek kusursuz cesaretlerin marifeti olabilir.

Atatürk İlkelerini özüne inebilmek için M. Kemal'i doğru analiz etmek gerekir. Bu analizler yapıldığında görülecektir ki; ilkelerin amacı Devlet-i Ebet Müddet'tir. Zor şartlar içerisinde bir devletin temellerini atmış ve doğal olarak kurduğu devletin on yıllık, yüz yıllık bir devlet olmasını istemez, hesapları ebet müddet ölçüsündedir.

Gençliğe Hitabesinde gençlerden kasıt gelecektir, gençlerden isteği ise Devlet-i Ebet Müddet'tir. Kurtuluş Savaşının henüz başında M. Kemal'in ilk haykırışı onun asıl felsefesini yansıtıyordu: ?Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.? Bu ifade Devlet ? i Ebet Müddet Mefkuresidir.

Atatürk İlkelerinin ruhunda bu mefkure vardır. Milli birlik ve beraberliğe gösterilen hassasiyet vardır. İlkelerin özünde M. Kemal'in şahsi fikir ve emelleri değil, milletin menfaati ve devletin devamlılığı vardır. Devletin ilelebet varlığı için devletin milletini, milletin devletini sevmesi gibi duygusal bağlar kurulur. Devlet için millet, millet için devlet anlayışı hakimdir. Kesinlikle devlet-millet kavgası yoktur. İlkelerin merkezinde insan vardır, millet vardır, millet sevgisi vardır. Osman Gazi'nin Edebalisi, o meşhur öğüdünü bu defa M. Kemal'in kulağına fısıldamış ?İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.? demiştir.

O halde bugün, nasıl olur da onun ilkeleri gerekçe gösterilerek ayrışmalar tetiklenir, nasıl olurda ilkeleri koruma bahanesiyle milli değerler yok sayılabilir. Nasıl olurda bir ilkeyi sahipleneyim derken diğer ilkeler tarumar edilebilir. Nasıl olur da millet yok yerine muamele görür. Nasıl olur da devlet ayrı, millet ayrı kabul görür. Gerçek şu ki, kasten yada cehaleten Atatürkçülüğün ruhu tanınmıyor, bilinmiyor. Atatürk'ün düşü ile günümüzün Atatürkçülüğü arasında derin zıtlıklar var.



İLKELERİN TEDDÜM TEBE-İ TELVED (DEVLET-İ EBET MÜDDET) SIRRI

Atatürk İlkelerinin Devlet?i Ebet Müddet Mefkuresini ve devlet ? millet bütünlüğü ile mantıksal bağını netleştirmek için ilkelere bu nazariyeden bakacağız.

Cumhuriyetçilik: Devleti milletin yönetmesidir. Bizim milletimizin genlerinde devlet kutsal bir zemine oturmuştur. Hükümdarlarımız da bu kutsallığa uygun davranma konusunda titiz olmaya özen göstermişlerdir. Lale Devri hariç, Batı tarihindekine benzer iktidarın sefahatine karşılık halkın sefaletine tanık olmadık. Buna rağmen bizim haklımız için dahi en muazzam rejim cumhuriyettir. Çünkü millet-devlet arasında mantıksal ve duygusal bağı sağlamlaştırmanın en makul yolu cumhuriyettir. Milletin hak ve hukukunu savunabildiği en doğal yol cumhuriyettir. M. Kemal, Milli Mücadelenin isimsiz kahramanları olan bu millete kendi geleceğini ve idaresini belirleme hakkını teslim etmiştir. Kadınıyla erkeğiyle milletin ta kendisine teslim etmiştir. Bu millet ve devlet kaynaşmasının en bariz göstergesidir. Devleti millete çağıran, milleti devlete egemen yapan en muazzam sistemdir. Millet egemen olduğu devletine küsmez, en çok yöneticisine küser. O da sorun değil, çünkü sonraki tercihini ondan yana yapmama hürriyeti vardır.

Dikkat edilirse cumhuriyet rejimi millet ve devlet arasındaki bağlılığı güçlendiren bir özellik taşır. Bu rejim milletin devletini sevmesi üzerine kurulmuştur. Milletin devletini sevmesi ise devletin devamlılığı için olmazsa olmaz şarttır. Cumhuriyet, Devlet-i Ebet Müddet demektir.

Milliyetçilik: Devlet içte ve dışta milletin menfaatlerini gözetir. Yabancı emperyalizmine ve yabancı kültürün yozlaştırıcı etkisine karşı milli kültür ve değerlerini korur ve yaşatır. M. Kemal aynı zamanda bir kültür kahramanıdır. Özümüzü ve kültürümüzü gün yüzüne çıkaran önemli çalışmalara imza atmıştır. Millet olma bilinci önemlidir, M. Kemal için. Bu bilinç kültür, tarih, dil ve inanç birliği ile gelişir. Ona göre kederde ve sevinçte birlik millet olmanın en bariz göstergesidir. Ve bir devletin devamlılığı için kederde ve sevinçte milli birlik ve beraberliği sağlamak önemli bir hedeftir. Millet eğer menfaatlerinin devlet tarafından gözetildiğine, kültür ve değerlerine devletçe katkı sağlandığına şahit olursa millet ile devlet arasında istenen duygusal bağ gelişir, millet devletini sever. Böylece devletin bütünlüğü ve devalılığı pekiştirilmiş olur. Milliyetçilik, Devlet ? i Ebet Müddet demektir.

Halkçılık: Devlet hak ve adalet açısından bütün vatandaşlarına eşit mesafededir. Hak ve adaletini milletin lehine kullanır. Sosyal bir devlet olarak ayrımcılık yapmayan bir anlayış, milletin devletine olan güven ve bağlılığını arttırır. Millet eğer kendisine yönelen muamelenin hak ve adalete uygun olduğunu görürse devletine karşı saygı ve sevgi duygusunu pekiştirir. Devletin bütünlüğü ve devamlılığı için milli sadakat esastır. Halkçılık, Devlet ? i Ebet Müddet demektir.

İnkılapçılık: M. Kemal'in ileri görüşlülüğün bariz bir ifadesidir. Olaylara şahsi yaklaşmadığının doğal izahıdır. O kendi döneminde çağdaşlık ve modernliğin gereği olarak bir çok inkılaplara imza atmıştır. Ancak inkılaplarını bir tabuya dönüştürmemiş, hatta zamanın gereklerine uygun olarak inkılap hareketlerinin devam etmesini istemiştir. Bir deyim haline gelen yanlış tabu var, Atatürk ilke ve inkılaplarını korumak şeklinde. İlkelerin korunmasının mantıki gerekçeleri var. Fakat inkılapların korunması anlayışının ne mantıki gerekçesi, ne de Atatürkçülükle bağdaşır yanı var. Geçmişin inkılapları geçmişe göre modernlik gereği olabilir ama gelecekte de aynı modernliğe sahip olacağını tespit etmek olanaksızdır. Fakat devletin gücü, devamlılığı ve bütünlüğü için Atatürk ilkeleri geçmişte de gelecekte de geçerlilik taşıyacak niteliktedir.

M. Kemal'in batıcılık anlayışı 18. ve 19. yy Osmanlı batıcılık anlayışından farklıdır. M. Kemal anlayışı batının emperyalizmi ile savaşmak, fakat medeniyeti ile barışmak şeklinde ifade edilebilir. Batı onun nazarında medeniyet çizgisinde kendine yer tutmuş bir bloğu oluşturmaktaydı. Dolayısıyla Türkiye de bu çizgide kendi yerini belirlemeliydi. O yer muasır medeniyetler seviyesiydi.

Bir devletin bütünlüğü ve devamlılığı için çağdaşı olan devletlerle rekabet edebilecek düzeyde olması zorunludur. Hele küreselleşen dünyada bu zorunluluk daha da anlamlıdır. Kendini yenileyemeyen, zamanın gerisinde kalan devletler ilelebet ayakta kalamazlar. Kalsalar bile bağımsız olamazlar. O halde inkılapçılık da diğer ilkelerde olduğu gibi Devlet- i Ebet Müddet için bir araçtır. İnkılapçılık, Devlet ? i Ebet Müddet demektir.

Devletçilik: Halk yararı ve bağımsız devlet anlayışının bir gereği olarak zorunluluktan ortaya çıkmıştır. Yüzyıllardır ekonomiden, ticaretten ve sanayiden uzak yaşayan milletimiz, Kurtuluş Savaşı sonrası devletin bütün destek ve teşviklerine rağmen kendisinden beklenen atılımı gerçekleştiremediği için sanayileşme hareketlerini ve ekonomik hamleleri devlet eliyle yapmak zorunda kalmıştır. Çünkü M. Kemal'in: ?Biz büyük askeri zaferler kazanmış olabiliriz, siyasi zaferler de kazanmış olabiliriz ancak bu zaferlerimizi ekonomik zaferlerle taçlandırmadığımız sürece gerçek manada bağımsız olamayız.? ifadesi ekonomik kalkınmanın, devletin devamı ve bütünlüğü için ne derece ehemmiyet taşıdığını açıkça göstermektedir. Ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde duramayan devletlerin kötü kaderine, tarih onlarca kez şahitlik etmiştir. Güçlü ve saygın olabilmenin şartı ekonomik bağımsızlıktır. Günümüzde bu durumun anlamını daha net kavramış olmalıyız. Devlet ?i Ebet Müddet için ekonomik bağımsızlık şarttır. Devletçilik, Devlet ? i Ebet Müddet demektir.

Devletçilik halk ekonomisine karşı değildir. Bilakis halk ekonomisinin gelişmesini arzular ve bizzat teşvik ile destekler. Devlet yada millet, burada önemli olan ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi ve ekonomik bağımsızlığın korunmasıdır.

Liberalleşen günümüz ekonomisinde devletçilik, eski misyonundan uzaklaşsa da gelir dağılımındaki adaleti sağlamada, istihdam planlamasında, üretim-tüketim dengesinde, tüketici haklarında halkın menfaatlerini koruma misyonunu devam ettirecektir.

Laiklik: Devlet milletine ait tüm din ve inançlara eşit mesafededir. Kişilerin dinsel yaşamlarını tercihlerinde ve inançlarının gereklerini yapmalarında serbest olmasıdır. Kişilerin din ve vicdan hürriyeti vardır. Hiç kimse bir başkasını belli bir inanca zorlayamaz, bu konuda baskı yapamaz. Devlet kanun ve kurumlarının niteliği bakımından dinsel içerikler taşımaz. Böylece inançlar arasında da hoşgörü bağı kurulur.

M. Kemal'in kişisel inanç yapısı ayrı bir konudur ve sadece kendisiyle ilgilidir. Onun anlayışında dini konular şahsilikten çok uzak, tamamen bir devlet anlayışı nazariyesiyle ilgilidir. Bu yüzden laikliğe ve dini konulardaki değişimlere siyasi içerikli bakılmalıdır. Laiklik, dinin devlet yönetimindeki ve modernleşme çizgisindeki negatif açılarını düzenleme içeriklidir. Dinin mahiyetini bozma ve halkın dinsel yaşamını engelleme amacı yoktur. Hatta Patrikhane ve yabancı okullar meselelerinde dahi dinsel yaşama müdahale etme maksadından öte Patrikhanenin Devlet-i Ebet Müddet açısından zararlı görülen yönlerinin kontrol altına alma amacı olduğunu söyleyebiliriz. M . Kemal ne yöneldiği batının İsevi dinini ne de dostumuzdur dediği Rusya'nın Sosyalist Kapitalist rejimini alternatif görmemiştir. Laiklik İslam dininden kaynaklanan bir hoşnutsuzluğun eseri değildir. Aksine İslam anlayışının da savunduğu dinsel hoşgörünün meyvesidir. Milletimizin maddi ve manevi değerlerini en güzel biçimiyle yaşaması ve yaşatılmasını amaçlamıştır.

Din toplumlar için çok hassas bir konudur. Her inanç sahibi inancına saygı duyulmasını bekler. Laik devlet anlayışı da kişilerin dinsel tercih ve yaşamlarına saygı duymanın gereği olarak ortaya çıkmıştır. Din kişisel bir özelliktir, laiklik devletsel bir özelliktir. Laiksel devlet kişisel din anlayışının adeta garantörüdür. Laiklik sayesinde belli bir din ve inanç mensubu olan herkes içinde yaşadığı devlet ile duygusal bağ kurar. Devletine karşı saygı ve sevgi duygusu geliştirir. Devletin bütünlüğü ve devamlılığı için halk sadakati esastır. Laiklik, Devlet ? i Ebet Müddet demektir.

En çok tartışma konusu olan ilke olduğu için biraz daha geniş açıdan bakmak faydalı olacaktır. Çok tartışılmasının asıl sebebi çok çarpıtılmış olmasıdır. Laikliği doğru algılamak için konu bütünlüğüne bakmak gerekir. Konu bütünlüğü ise tartışmasız yukarıda ifade edildiği gibidir. Yani; Devlet-i Ebet Müddet. O halde laiklik din karşıtı bir fikir yada fikir akımı değildir. Kişilerin dinsel tercih ve yaşamlarını kısıtlayıcı yada yasaklayıcı bir güç de değildir. Değildir çünkü, öyle olsa bu devlet ile milletin karşı karşıya gelmesi demektir. Hem de kişi ve toplumlar için çok hassas kabul edilen böylesi bir konuda millet ve devleti karşı karşıya getirmek Devlet ? i Ebet Müddet anlayışıyla bağdaşmaz. Mantıki nazarla bakıldığında milletin inancını yok sayan veya inancına saygı duymayan bir devlet anlayışıyla devlet ? millet ikilisinde ebediyen gönül bağı kurabilir mi? Muhtemelen cevap olumsuz olacaktır. O halde laikliğin anlamını devlet-millet ittifakı eksenine göre yapma zorunluluğu vardır.

M. Kemal'in laiklikle ilgili inkılaplarına bakılarak laikliği din karşıtı bir modelmiş gibi takdim etmek de büyük bir hatadır. Çünkü hiç birinin odağında din karşıtı bir amaç yoktur. Mesela bu konudaki en kritik örnek olan Halifeliğin kaldırılması olayını inceleyelim ve hangi maksatlar doğrultusunda bu inkılabın gerçekleştiğini anlamaya çalışalım.

Peki halifeliğin kaldırılma gerekçeleri;

1) M. Kemal din eksenli bir devlet istemiyordu. Teokratik devlet olmanın sorumluluğunun ağır ve dezavantajlarının çok olduğunu düşünmektedir. Çünkü din eksenli devletlerin kendilerini yenilemeleri ve geliştirmeleri oldukça sorunludur. Yapılacak yenilikler sanki dinde yapılan yeniliklermiş gibi algılanma riski vardır her zaman. Hele ki muasır medeniyetler seviyesini yakalamada yüzünü batıya dönmüş bir devletin yapacağı inkılaplar halifelik sıfatı taşıyan bir devlet anlayışıyla sürekli bir çelişki yaşayacaktır.
2) M. Kemal ?Yurtta ve Dünyada Barış? anlayışına uygun hiçbir devletin iç meselelerine karışmama ilkesi benimsenmişti ki halifelik başka devlet ve milletlerin içişlerine karışabilecek nitelikler taşıması dış siyaset ilkemize aykırı bir durumdu.
3) Halifeliğin başka devletlerin uluslarını idare etmek bir yana kendi ülke sınırları içerisindeki Müslüman milletlere dahi nüfuz edemediği I. Dünya Harbinde ortaya çıkmıştır. Haliyle gücünü ve marifetini kaybetmiş bir makamın halı hazırda zaten fiilen son bulmuş durumdaydı.
4) Halifelik makamı misyonu itibariyle bütün dünya Müslümanlarının liderliği vasfı taşıdığı için böyle bir makamın gücünü henüz olgunlaştırmamış bir devletin elinde olması emperyalist devletlerin içişlerimize yoğunlaşmasına neden olabilirdi. O dönemlerde Ortadoğu'da emperyalist devletlerin faaliyetleri dikkate alınırsa bağımsızlığımızın bir gereği olarak halifelik kaldırılmıştır, diyebiliriz.
5) Ülke kurtulmuş, yeni devlet kurulmuş ve artık inkılaplara başlamanın zamanı gelmiştir. Fakat halifelik makamının varlığı inkılaplar önünde bir engeldir. Yada laik anlayıştaki inkılaplar halifeliğin tepkisini çekebilecek nitelikte olduğu için halifelik makamı inkılapların önünde engel olarak algılanmıştır. İnkılapların önünü açmak için halifeliğin kaldırılması gerekmiştir.
6) Bir dizi inkılaplar sürecine girildiği dönemde yapılan yeniliklere uyum sağlayamayan veya sağlamak istemeyen odaklar halifelik makamını kışkırtıcı roller üstlenmişlerdi. Saltanatın kaldırılmasından ve cumhuriyetin ilanından sonra M. Kemal'in muhalifleri halifeyi lider olarak görme planı devlet bütünlüğünü tehdit edici ve devleti yeniden iki başlılığa sürükleyici mahiyet kazanmıştı.
7) Laik bir devlet olduğunun bariz bir kanıtı olarak halifelik kaldırılmıştır.

Halifeliğin kaldırılması M. Kemal için de ciddi bir sorun oldu. Çünkü bu durum muhaliflerinin fırsat kapısı oldu. Ve bir süre sonra M. Kemal'in yoğun halk desteğini kaybetmesine neden oldu. Çok partili hayata geçişi akim bıraktı. Buradaki sorun halifeliğin kaldırılması değil, halifeliğin kaldırılması olayının iyi planlanmamış olması ve yanlış zamanlamadır. Ya da M. Kemal bütün bu olumsuzluklara rağmen tercihini yapmıştır. Fakat ortaya çıkan manzara din konusunun hassasiyetini dikkatlerimize sunması açısından da önemlidir.


Ve Bugün

Bugün Atatürk ilkeleri ile kesinlikle bağdaşmadığı halde Atatürkçülük adına adeta Devlet-i Ebet Müddet'i hiçe sayarcasına fikirler ve eylemler gündem oluşturmaktadır. Millete rağmenci anlayış, zoraki egemenlik hevesi, ötekine hak tanımazlık, empatik olmayan fikirler Atatürk ilkeleriyle ilgisi olmayan şeylerdir.

Devlet ve millet menfaatleri adına ezber bozan bir nazarla Atatürk ilke ve inkılaplarına bakma mecburiyetimiz var. Mustafa Kemal bu ilkelerle milli birlik ve beraberliği sağlamak istemiştir, devlet-millet bağını güçlendirmek istemiştir, huzur ve güvenliği sağlamak istemiştir, saygın ve güçlü bir devlet oluşturmak istemiştir, ilelebet yaşayan bir devlet istemiştir.

M. Kemal inkılapları ve ilkeleri ile birlikte değerlendirildiğinde istiklâlin ve cumhuriyetin sağlamlığını çatışmacı bir tercihten uzak, uzlaşmacı bir geleceğin belirleyici olacağı dikkat çekicidir. Hem milletin kendisi ile barışıklığı, yani milli birlik ve beraberlik hem de milletin devletle barışıklığı hedeflenmiştir. Haliyle Atatürkçü olanlar olmayanlar halkçı olanlar olmayanlar, laikçi olanlar olmayanlar şeklinde saflar belirlemek Atatürk ilkelerinin ruhuna aykırıdır.O halde Atatürk ilke inkılaplarını gerekçe göstererek bir ayrımcılığın kapısını aralamaya çalışanlara kuşkuyla bakmak gerekir.

Mustafa kemal millet adına ortaya koyduğu hedefleri bir bir gerçekleştirirken tamamen milli menfaatleri baz almıştır. Kadın haklarına kadınlar mücadele ederek sahip olmadılar. Bu Mustafa Kemal'in bir armağanı olmuştur. Aşar vergisinin kaldırılması çiftçinin talebi değildi, bu Mustafa Kemal'in bir armağanı olmuştur. Daha nice örnekler...

Eğer Mustafa Kemal ve ilkeleri aslına uygun anlaşılır ve ortaya konulursa millet topyekun kendisine armağan edilen ilkeleri layıkıyla benimseyecek ve koruyacaktır. Çatışmaya neden olacak tek bir nokta bile bırakmayacaktır. Hatta millet devletinin devamı ve bütünlüğüne kastedecek odakları ustaca tespit edip, ilkelerin gücü ile onları tahrip edebilecektir. Devlet ? i Ebet Müddet için milletin gücü ve sadakati yeterli olacaktır.


Ahmet ÇİÇEK

04 Ekim 2008 22-23 dakika 9 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 15 yıl önce

    Sevgili Muhammet kardeşim, yorumun için teşekkür ederim... Eğer yazılarım, fikirlerim ve duygularımla bir katkı yapabilirsem ben buna kızmam, bilakis memnunluk ile gurur duyarım. Saygılarımla... Ben teşekkür ederim...

  • 15 yıl önce

    👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍👍