Avsar Yörük Obaları 1

Avşar Yörükler; Horozların ötüşüyle veya sabah ezanıyla erkenden uyanır.. Bir Avşar Yörük köyünde yaşıyorsanız, evinizin gezdirmesine, sekisine, (balkon) veya dam başına çıkar, yüksek yada yaylalara kurulmuş oba çadırlarından birinde yaşıyorsanız şöyle etrafa iyice bir bakarsanız..
Öbek, öbek irili ufaklı kerpiçten yapılmış evlerin veya çadırlarının, önünden, yanından hatta arkasından, koşanları, elinde değnek, hayvanlarını, yaylıma giden sürüye katmak için çabalayan babaları, elinde helkesi, maşrapası koyun sağmaya giden Avşar yörük kızlarını, elinde testisi çobana su götüren bebeleri, dam gölgesine otrmuş kirmen, iğ eğiren nene ve ebeleri, kışa yakacak yapmak için elinde kova, hayvan sürülerinin arkasında tezek yapmak için dışkı toplayan anaları, çelik çomak oynayan, tavukları kovalayan, koçları toslatmak için kızdıran, köpekleri boğuşturan, güreş yapan çocukları görürsünüz..

Avşarlara göre yüce dağlar dolaşıp aşmak yiğitliktir... Avşarlar içinden vatan kuran , vatan kurtaran koç yiğitler, efeler zeybekler, kızanlar çıkmıştır ve çıkmaya da devam etmektedir.. Avşar yörük obalarında tarih boyunca Avşarlar asker sayılırlardı. Türk Milletinin özünde hep varlardı. Asker doğup, Asker ölmeleri başka deyişle " at üstünde doğup at üstünde ölmeleri " Avşar için doğal bir şeydi.. Onun içindir ki düşmanlar dağlarda yaşayan bu boy için kendilerini savunmak ve korumak için kale ve yerleşim yerlerini de yükseklere yapmış ve yüksek surlarla çevirmişlerdir.. Dağlara hakim olan ve dağlarda yaşayan Avşarlara ne dağlar , ne tepeler, nede ovalar dayanırdı. Bu nedenle tarih hep böyle yazılmıştı, dağlara hakim olan Türk ordusu zaten savaşları kazanmış sayılırdı .. Bunun nedeni de ordunun öncüleri, akıncıları, uç askerleri, alperenleri, dağlarda yaşamasını iyi bilen Avşarların Yörüklerin gözü pek yağız delikanlılarından seçilirdi.

Bazı günlerde ise güneş yükselince iyice uyanır daha yüksek dağları görür oraları daha çok merak eder, doruklarına çıkmak için can atarsınız ve oralara özlem duyarsınız. Dağları, ovadaki yeşillikleri, gökyüzünde süzülerek dans eden bulutları, cilveleşen kuşları, fısıldayan rüzgarları , kanat çırparak vızıldayan, yürüyerek giden böcekleri hep bir arada görünce geçmişi ve geleceği hayal eder, derinden bir iç çekersiniz... Bu güzellikleri hele ilk defa görüyorsanız, dünyayı yeniden keşfetmiş gibi olursunuz. Hal bu ki Avşar obası insanları bu güzellikleri devamlı iç içe yaşıyor, yurdundan uzak kalınca da benim gibi sitem edip, surat asıp, şiirlere, yazılara, Türkülere dökersiniz....

Orta Asyanın eteklerinden ve bozkırlarından Anadolu ya gelen Türkmenlere Karahanlılar devrinde Müslümanlığı ilk onlar kabul ettikleri için, İMANLI TÜRKLER (Türk-i İman) denirdi. İşte bu Avşarlar Yörükler ecdadıyla gurur duyar nesillerine umutla bakarlar. Avşar oba beyleri aş elek görmüş eli kınalı ebeleri, atadan oğula hep söylene gelmiştir. Avşar ellerinde Güneş batarken ay doğsun, Ay batarken güneş doğsun üzerinizden aydınlık hiç eksik olmasın diyerek aile yapısına çok önem verilirdi. Zaten Avşar yörükler ellerindeki aile yapısının benzerine başka bir yerde rastlanmaz ve benzemez...Avşarlarda, ataya saygı, evlada sevgi, birbirlerine ölümüne bağlılık bunu açıkça ifade eden bu yolda hiç taviz vermeyen elbette ki Avşarlardır.. Bu sıkı bağlılık oba ve oymaklar içinde açıkça görülür..

Yükseklere çıkmak, uçsuz bucaksız bozkırlara, yeşil ovalara, kıvrım kıvrım akan suları, berrak akan derelere, yem yeşil çayırlara, alçak tepelere, dağlardan bakmak, çayırlara uzanmak, keçilerin koyunların develerin çan seslerini dinlemek, çobanların sürüleri suya indirirken yanık yanık çaldıkları kaval seslerini dinlemek, öküzlerin, ineklerin böğürmelerini at ve danaların tozu dumana katışını, eşeklerin anırmasını çoban ve çonaların ıslığını duymak, atların kişnemesini, horozların erkenden ötmesini, kuzuların melemesini çura sesiyle geçmişe dalmak, kaval sesiyle uyanmak, içten bir Türküyle obadaki en güzel Avşar kızına sevdalanmayı hatırlamak, tekelerin kayadan kayaya sekmesini. göğelek (böğlek) tutmuş hayvanların koşuşmalarını, kısrakların sineklenerek dört nala sağ sola kaçışmalarını seyretmek ne güzeldir bir Avşar için...

Türklerin Anadolu ya gelişinin öncesi de vardı sonrası da; ama bir dönem vardı ki , TÜRK oğlunun hedef belirleyicisi HOCA AHMET YESEVİ Türkistan'ın YESİ şehrinde talebelerini toplar ' Evlatlarım, doğumuzdan karşı durulmaz bir felaketler geliyor OĞUZ MİLLETİ için yaşanmaz olacak, gidin büyük suların birbirine kovuştuğu diyarlara. O diyarları VATAN tutun, Türkmenlere söyleyin yürüyüp aksınlar, batıya daha batıya. Yanınızda götürdüğünüz imanınız ebedi güzellikler olsun.. sahip olduğunuz güzellikleri paylaşarak çoğaltın.. Şunu hiç Unutmayın, KAVUŞABİLENLER , TERK EDEBİLENLERDİR. TERK ETMEYİ GÖZE ALAMAYANLAR KAVUŞAMAZLAR. KALEM İLE KILICI, GÜÇ İLE BİLGİYİ DOST KILIN. İKİSİNE BİRLİKTE SAHİP OLUN ' der

Türkler, Hoca Ahmet YESEVİİ'nin bu sözlerini Hz. Peygamber efendimizin vasiyeti bildi ve yeni vatanlara yeni güzelliklere ulaşmak için yüzlerce yıl sürecek göçe başladılar.. Bu göçle kılıç, bilgi, gönül omuz omuza oldu. Bu ilke doğrultusunda, her yıkılış, bin dirilişin sebebi oldu ve temelini oluşturdu...

Avşarlar divana tabi değillerdi. Yani devlet yönetimine fazla ilgi göstermezler askerliği ön plana çıkarırlardı. Avşarlar zaten sürekli yürüyen göç eden Türkmenlerin öncü kollarıydı. İsteselerdi divanda da rahatlıkla görev alırlardı. Avşarlar uzun süre bir yerde durmazlar. Hayvanlarının yayılması için en uygun yer neresi ise gereken yere göç etmek yaşamlarının bir parçası idi, bedeli ne olursa olun gidilmesi gerekiyorsa giderlerdi. Böyle olunca da kimseye tabi olmaları mümkün değildi. Kanun nameye göre ağları subaşıdır. Avşar beyleri yani Başbuğları her zaman vardır. Hep özgür yaşamayı ilke edinmişlerdir.

Avşarlar ne hikmetse çileye sevdalıdır. Uzağa kavuşmak, zoru aşmak, yükseklere çıkmak özlemidir. Dağlara ulaşırsa, oralara çadırını açıp, otağını kurup, hayvanlarını otlatıp, özgürce yay gerip ok atarsa, atına binerse işte o zaman Avşar mutludur..

Bir gün yolunuz düşerse, Avşar (Afşar) Yörük obalarına (köylerine) uğrarsınız dağlarında koyun güden çobanın yanına, höşmerimi tadarsınız, yersiniz bir kase yoğurdunu, keçi derisindeki çökeleği, üzerine heybe (habe) örtülmüş sahanlarda saklanan kavurmayı yeni pişmiş yufka , gözleme veya gartmerle, kuru soğanı da kırdın mı yanına ayrılmanız gelmez .. Birde buz gibi soğuk suyu veya çalkamaç (ayran) içince değme gitsin.. Seversiniz korkmadan karabaşı ve kuyruğu kesiği, koç, keçi veya tekelerden birinin size sinsizce yaklaşıp nasıl tos vurduğunu anlamazsınız bile.. Bostan toplayan ana ve al yanaklı Avşar kızlarının dalından taze taze koparıp gülümseyerek size uzattığı şalak, (kelek) hıyar ve domatları (domates) kıtlatırken utanıp tekrar isteyemez keşke bir daha verse diye iç geçirirsiniz....

Son yüzyıl içinde yerleşik hayta geçen Avşar obaları ise yaşamlarını kanunla belirlenmiş, sınırlar içerisinde, gelenek ve göreneklerinin çoğunluğunu yaşatarak, iç içe geçmiş kerpiç yapılı irili ufaklı etrafı ya taşlarla ya çitlerle yada üzeri çalı çırpıyla kapatılmış kerpiç yapılı bir avluyla çevrili evlerde sürdürmektedirler. Bu evlerin üzeri genelde toprak örtülü olup üç ve daha çok odalı olurdu.. Aslında çadırla ev arsındaki tek fark birinin en fazla iki bölümlü yünden, birinin çok odalı topraktan yapılmasıdır.. Bu evlerin girişinde bir giriş odası bulunur bu oda genelde hem tandır hem de tabak çanak çömleğin bulunduğu ikiye bölünmüş odadır. Birde yüklüklerin sandıkların özel çeyizlerle döşeli misafir odası bulunur. Ve oturma odası bu ve misafir odasının kapı arkalarında içmek için ağzı tülbentle örtülü, içi suyla dolu bir bakraç veya su testisi devamlı bulunur. Yerler Avşar kadınlarının, genelde kızlarının kendi el emeğiyle dokumuş olduğu çeşit çeşit güzel desenli kilimlerle örtülü olur. Kilimlerin altına ise nemi ve soğu engellemesi için hasırlar serilir. Kilimlerin üzerine yünden yapılmış yer minderleri sıra sıra dizilir, minderlerin arkasında, içi otlarla doldurulmuş, üzerleri el işlemeleriyle süslenmiş duvar yastıkları bulunur. Oda duvarının birinde üzeri hayvan figürü veya bir dini motifle işlenmiş bir duvar halısı, karşı duvarda ise bir gaz laması daima asılı dururdu. Odanın pencereleri ise bir iple gerdirilmiş patiska perdelerle örtülür, soğu kırması için genelde kapı ağzına yakın bir yere, ocak da denilen topraktan yapılmış yer fırını yer alır, fırının üzerinde içi ısınmış suyla dolu bir güğüm devamlı hazır bulunurdu. Bu oda oturma odasını ev halkı genelde kışları yatak odası olarak da kullanırlar..

Bu küçücük Avşar evleri aşağı yukarı hep bir birlerine benzerdi. Yazın işlerin yoğunluğu nedeniyle düğünler ve cenazeler haricinde birbirleriyle sohbet etmeye bile fazla fırsat bulamayan Avşar halkı bunun intikamını alırcasına, kışın nerdeyse her gün, erkekler bir köy odasında, kadınlarsa bir komşunun evinde toplanır kim hasta, kim iyi, filanca komşu niye gelmedi, bir derdimi var gibi günün dedikodusunu yaptıktan sonra her toplantı sonrası olduğu gibi sıra hikayelere masallara gelirdi. Bu hikâyelerin çoğu gerçek esrarengiz yaşanmış Avşar kahramanlarının hikâyeleriydi. Bu hikayeler geç saatlere kadar sürer giderdi. Biz çocuklar bu korku dolu hikayeleri donuklaşmış gözlerle analarımızın göğüslerine biraz daha gömülerek, dizlerine daha sıkı yapışarak dinlerdik. Ama uzun süren bu hikayelerin sonuna kadar uyanık kalmazdık. Bu defa da bu korku dolu hikayelerin rüyamızdaki saltanatı başlar, rüyalarımızda bu kahramanlardan biri dahi olurduk, hatta gece altımıza kaçırdığımız bile olurdu... Hele her yıl bir gece vardı ki, Avşar obasının din konusunda ileri gelen imanlı dedikleri bütün kadınları bir evde toplanır uzunca bir tespih etrafında dizilir bir huşu içinde ibadetlerini yapar kendilerinden geçerdi. Bu ibadet sabahın ışıklarına kadar sürerdi... Erkeklerin toplandığı odalarda ise, ocaklar (Soba) her zamanki ihtişamıyla gürül gürül yanarken günlük mal ve alacak verecek dedikodularından sonra, pişmaniyeler çekilir, lokum bisküviler sarılır, daha sonra, o muhteşem yüzük, tura, yastık oyunu gibi oyunlara geçilirdi. Bir kış böyle geçerdi.


( N.K. 2008- 2009)

06 Ocak 2011 10-11 dakika 31 denemesi var.
Yorumlar