Bağımlı Hiçsellik

Bağımlı hiçsellik yaşıyordum. Herkes gitse bile biri vardı gönlümün duvarına yumruğunu atan... O beni hiçselleştirmişti beyninin gönlüne galip geldiği savaşta. Ben ona bağımlıydım o çoktan bir başkasına yeşil ışık yakmıştı sözde aşk yuvasında. Sonra, kendimin ondan daha değerli olduğumun farkına vardım. O kimdi ki beni hiç uğruna hiç edecekti? Aklımın salıncağından düşürdüm, kalbimin sandalyesinde oturduğu sırada sandalyeyi dinamitledim. Hiç olmaz, olamaz, yapamaz dediği bütün kovuş eylemlerimi gerçekleştirdim. Devrimci bir aşk pisliğiydim artık. Şerefe kadehlerinin hep mi şerefsize denk gelir sualinde mayın tarlasına basmak isteyenin de kendimden başkası olmadığının farkına varmıştım.
Bağımlılığımdan sıyrılmış, aşk kaçaklığından usanıp ben aşkına terfi etmiştim. Kendime âşıktım. Bu gözler, bu iyi kalp, bu güzellik bir başkasında bu derece güzel var olabilir miydi? Gözlerim gülüyordu gözlerimin içinde mayıs yaprakları şenleniyordu, artık hiçbir çiçek yalnız değildi, hiçbirinde bahar yağmurlarının nemi yoktu. Uslanmıştım, hiçselliğim içselliğime dönüp kendime ayınca aydınlanıp şen bulunca bitmişti. Aşka istediğimiz dozu veren bizdik. O benden, sevdiğim şapşal benden daha değerli değildi. Hatta şapşalın önde gideniydi beni hak etmediği için. Benim gibi sevmeyi seven bir insanı bir daha nerede bulabilirdi ki? İnsan bir kere aptal olmaya görsün, bir insan bu kadar da aptal olur muydu? Olurmuş demek ki. Şarkılar engelli değillerdi, hiçbirinin kıçı kırılmamış, hiçbirinin melodisinde kayma olmamış, hiçbirinin nakaratında bana küfürlü sözler edilmemişti. Şarkıların suçu yoktu, şarkıların da dozuna sevmenin ayarını kaçırdığımız gibi ayarsızlık veren bizdik.
Uzun zaman oldu hayatımın paketini açmıyor. Zaten odunun önde gideni tarifesinde bir saniye konuşma hakkı, bir mesaj hakkı, bir de ayrılık sözlerini ezberlesin diye beş bin gigabayt internet hakkı vardı. Artık üzülmüyorum. Üzülmek de benim için üzülmüyordu bana acıyordu sadece.
Bağımlı bir hiçseldim. Hayatım dağınıktı, yatağımı eğri büğrü toplarken, kafamı bir türlü toplayamazken hayatımın dağınıklığının farkına varmıştım. Ne gerek vardı bir şapşalı prens gibi görmeye? Atına bile yakışmıyordu. Nereye ve kime gittiğinin bir önemi yok benim için.
Benim kadar iyi birisiyle karşılaşamayacağını bildiğim için ona acıklı vah vahlar döktüm kova dolusu...
Kendime âşıktım. Kimin gözleri böyle sevgiyle gülebilirdi, kim bu kadar cesur olabilirdi sevmekten yana?
O kadar aptaldı ki cesur bir seveni soysuz korkaklığından dolayı kaybetmişti. Kaybeden ben değildim bunu artık biliyordum. Rüyalarımda görünüyordu, sanki o Avrupa Yakası ben ise Asya Yakasıydım.
Birbirimize köprü kadar uzaktık. Şerefsiz diyerek çağırsam üstüne alınıp 'Bana mı dedin?' diyemeyecek kadar gamsız bir şerefsizdi. Aşk şereflidir; neden onu ipsiz sapsızlara kurban edelim ki?
Sevmeyi biliyorsam ne mutlu bana. Sevilmeyi hak ettiğimdendir. Sevmeyi bilmiyorsa yazık ona, hayatı boyunca benim gibi bir seveni bir daha asla bulamayacağı için...

02 Mayıs 2016 3-4 dakika 464 denemesi var.
Yorumlar