Beden ve Bilinç

Bir süre için mi buradasınız bayım yoksa “sürekli” mi?

Şimdilik bunu size net olarak söyleyemem. Mekanın değişimine kadar buradayım sonra mekanın dönüşümüne bakıp ona göre tekrar karar vereceğim.

Hayır beyim, şimdi karar vermelisiniz, bunu kendiniz için şimdi yapmalısınız.

Ruhun ölümsüzlüğünün mümkün olduğu ya da ihtimal dahilinde olduğu düşüncesiyle hareket edenler bu soruya “sürekli” cevabını verebilirler mi sizce? Yoksa psişik bir kadavraya dönüşüp yok olacağız düşüncesiyle “bir süreliğine” mi derler?

Ne can sıkıcı bir metafor, ne can sıkıcı bir anlamlandırma, ne can sıkıcı bir bekleme, ne can sıkıcı bir soru cevap ilişkisi…

H. Bergson’un şu sözlerine bakmak gerekir “İnsanların pek çoğunda rastlanabilir gibi gözüken, fakat aslında tamamen sözde kalan, soyut ve etkisiz olan bir öte dünya inancını diri ve etkili bir gerçeğe döndürmek için, daha fazla bir şeye gerek yok.” dediği anlayışa ulaştıran şey. Statik dinden, dinamik din anlayışının egemen olduğu süreçte ortak nokta diyebileceğimiz “büyü”ye dayandırması gerçekten ilginçtir.

Burada açıklama gereği duyduğumuz iki kavramdan söz etmek bizim için zorunlu oldu. Bergson’un dillendirdiği statik ya da kendi ifadesiyle “kapalı din” sosyal mahiyette, dinamik din “açık din” ise psikolojik mahiyettedir.

Biz burada bu şekliyle ele aldığımız din anlayışını evrimcilerin “her şeyin gerçeği sadece oluş” dur, düşüncesine yem etme düşüncesinde de değiliz. Değişmez ilkelerden, metafiziğe geçişi biçimsel inkarın malzemesi yapacak da değiliz. Çünkü biçimsel inkarlar; kaypaklık ve kararsızlık barındırır. Gerçeğin kendisinde bile olsanız “bu yön” sizin, hep şüphe içinde olmanıza yol açar.

Hadi siz de suçlayın çağ ötesi, bilim ötesi, modernizm ötesi ya da berisi deyin yaftalar yapıştırın. Ama bu gerçeği örtmez ki değiştirmez ki, yanılgılar üzerine kurulu ilerlemeler, ileri gitmek değildir. Bu düşünceler; insanın kendi düşüncesine beğeneceği düşünce anomalileri yüklemekten başka bir anlam taşımaz. İnsan kendi bedeninde olan olağan şeyleri, kendisi dışındaki insanların beğenileri, yargıları adına anomali olarak görüp düzeltme peşine düşebilir. Ama bunu edinmiş olduğu düşünceleri için yapmaz. Ki gerçekten bu düşünceler anomali düşünceler dahi olsa…

Böyle yapmakla yani suçlamakla neyi çözeceksiniz ki…Az ya da çok bilmenin oluşrturduğu, size yüklediği “bilmenin kibri”ni mi gururlandıracaksınız. Yoksa kendinizi başkalarından farklı olduğunuzu ortaya koymanın hazzını mı yaşayacaksınız?

Yeniden Bergson’a dönelim… Dini, insani mahiyete madde ve zaman alanına çekmenin, indirgemenin anlamı ve amacı ne olabilir ki? Bu hatayı Bergson’da da görüyoruz.

Bu modern teoriler üretmenin olgusal yanılgısıdır.

Olayın totemcilik, büyü, tabu, mana, hayvanlara tapma, ruhlara tapma, ilkel zihniyet gibi aşağı düşmüş gözüken şeyleri kabul edip “büyü”yü ayrı bir yere koyması, ruhun ölümsüzlüğü adına ilginç bir kanıt olsa gerek.

Sonsuzluk adına vaatler ve kurallar dizisi ortaya koyan hemen hemen her şey, bunlara iman edenlerin zihinsel “mistik başıboşluklar”ına da yol açması kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlık hatası bile, bu işin yanlış olduğunu kanıtlar. Çünkü hiçbir Tanrısal idea böyle eksiklik ve yanılgı üzerine oluşan bir hataya düşmez.

Bu kadar nettir…

Bilinç acı verir, düşünmek acı verir ve hatta korku, öfke, gereksizlik, bilinememezlik kaygısıyla duygusal, duyusal bozukluklar yaşatır insana…

Rahatlamak için…

İnsan kendini unutturacak, kendini düşündürtmeyecek masallar uydurur, buna inanır ve bu uydurduğu masalların peşinde koşar. Genelde bu masallar farklılık ve sonsuzluk üzerinedir…

Bilinç ve ölüm ötesine sarılır, kurtarıcı olarak.

Yalnızlık duygusunun, bir şeylerin parçası ya da dönüşümü olmanın yerini almaması için direnir, sözüm ona o kıt aklıyla.

Basit, sıradan canlı olmanın özelliklerini fark eder ama öyle olmak, öyle kalmak istemez. Bir şeyler olmalı, bu böyle olamaz, der. Bu bir korkudur, yok olmayı bilmenin korkusudur.

Kimi, nesneden aldığı bilgileri işler, kimi de nesnenin ölümlü, değişen özelliğini bildiğinden daha ötesi var, der. İnanır, her ikisi de akıl ya da sezgi dediği şeye sıkı sıkıya sarılır. Çünkü buna gerçekten ihtiyacı vardır.

İhtiyaç malzemeyi doğurur, tıpkı ekonomideki ar talep ilişkisi gibi.

Düşüncelerinde oluşan arza taşıyacakları malzeme gerekir, insanın düşüncesini ve kendisini kendisini imar etmek için, yapılandırmak için.

En azından;

Bir yol olmalı, ürettiğimize hatta inandığımıza giden bir yol olmalı, diye düşünürler.

İnsan cisminin içerisinde, cismani olmayan şeylerden söz ediyorlar. Hayır, her şey cisimdir diyenlere karşı bunu savunma hatta saldırı mekanizması haline getirerek.

Ne çok yoruyorsunuz. Beni değil kendi zihninizi.

Diyorlar ki; öyleyse biz neden anlamıyoruz bilinç ötesi olanı.

“İnsan önce kendini anlamalı ki sonra insan ötesini anlayabilsin.”

Bu da bizim düşüncemiz. Hani o hiç sıyrılamadığımız şüphelerimizden elde ettiğimiz bilgilere dayanarak söylüyoruz. Ne bir kutsallık ne de bir kutsal dışılık yüklemiyoruz.

Neyse o …

Mistik, tasavvufi ya da kabalistler gibi içreklik hastalığı düşüncesinde de değiliz. Bunların satıcısı da olmadık, olamayacağız hiçbir zaman, cehaletin dangalakca bunlarla damgalamasına maruz kalsak da. Gülüp geçtik…

Mitoloji ve arkeolojiden aşırmalar yaparak ya da astral varlıklar üreterek, insanın geleceğine yönelik bir şeyler inşa etmek de istemiyoruz. Yeni zihinsel üretimler, yeni kullanımlar peşinde de değiliz, olmayacağız.

Neyse o …

Düşünce sistemi o kadar hızlandı ki yani “düşünme”nin şekli biçimi değişiyor insanlar farkında değiller mi? Bir örnek vermememi isterseniz Dekart’ı ben cahil buluyorum şimdi kendi zihnimde…kendi doğrularına ulaşmak ve karşısında olanları eleştirmek için ne çok uğraşmış adamcağız, ne çok zaman harcamış. Düşünebiliyor musunuz, bir ömür.

Ama şimdi düşünce dediğimiz şey çok hızlandı, biçim değiştiriyor. Nöronlar, elektronlar beynin kimyası farklı işlemeye doğru gidiyor. Hatta fiziki kafa yapımız dahi değişecek…Gerçekte evrim dediğimiz şey bu olsa gerek. Yoksa fantastik bir masalın temellerinden söz etmiyoruz.

Nereden mi biliyorum? Çünkü o kadar farklı ve çeşitli girişler oluyor ki beynimize, çok hızlı değişim göstermemesi mümkün mü sizce? Ve girişlerin, farklı çıkışları oluyor “zamane” diyorlardı ya minicik değişimlere eskiden beri… İşte o. Bu o kadar büyüyecek ki fiziki yapıyı bile zorlayacak MS 150 kitabındaki insan kalıbından söz etmiyorum, başka bir şey söylüyorum.

Dağıldı… Amacımız düşüncenin hızlanması ve değişmesini konu etmek değildi ki yalnız burada çok ilginç olan bir şey var. Kaba şekliyle düşünsek bile soyutun somutun üzerine egemenliğinden en azından bir etkisinden söz edebiliriz, yadsınamaz bir gerçeklikle.

İşin psikolojik veya psikiyatrlılık bölümüne girmeyelim bile.

Neyse o …

Neydi efendim konu? Ha! İnsanın biçim ve öz olarak kendi varlığını yücelterek geleceğe aktarılması düşüncesi.

İnsanda bulunan yani insan bedeninin iki yönünü veya yönün birini ne kadar yok sayabiliriz. Yani beden ve ruh…hangisine yok diyeceğiz, beden somut ya, hemen elediniz değil mi. Ruha mı? Gerçekten “yok” diyecek miyiz? Acele etmeyin bir düşünün.

Ayrı cinsten ögelerin birbirine “etki etmeme”si onun yok olduğunu kanıtlamaz, bilakis olduğunu kanıtlar. Bütünlük ve düzen oluşturur. Aksi halde dağınıklık ve kaotik tahakkümden söz edecektik.

Öyle değil mi sizce de…günlük sıradan yaşamınızda bile bu böyledir. Ayrı cins ögelerin bir arada oluşu, yaşayışı. Hayvanları gözlemleyin açıkça bunu görürsünüz. Hayvanda olan insanda neden olmasın hatta daha gelişmişinden söz edemeyelim ki.

İnsan bedenini oluşturan ne kadar öge var ise hatta terim yapıştırdığınız akıl hafıza düşünceyi oluşturan fenomenleri vs. katmıyorum bile, hepsi yok olacak, demektir o zaman. En azından şu anda inanamadığınız bir başka şeylere dönüşecek.

E…o zaman bedeni mi yok sayalım. Ha…ne dersiniz?

Bizim düşüncemizi mi soruyorsunuz? Rahat olun, her ikisi de var.

Sıkıldınız farkındayım…

Öyleyse stop.

Ama bir karar verelim en baştaki soruya, sürekli mi geçici mi buradayız? Yani varlığın kendisinde.

19 Eylül 2023 7-8 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (2)
  • Müthiş bir cümle var ya hani, "bugünün bir de yarını var", bugünün yarınından selamlar, iyi geceler.

    Bu tarzını öyle seviyorum ki Abi. Ağır. Baya ağır, hatta konuların ağırlığını ölçebilen bir terazi olsa, zamana tabi insan zihninde milyon ton basacak kadar ağır bir konuyu sakin, duyguları da fazla işin içerisine katmadan anlattığın o tarzını...

    Tamam. Bir şeyler yaşadım. Yaşıyorum da... Ama bu konuya dair bir şeyler söyleyebilecek kadar yaşamadım. Bununla beraber, yok olamayacak olma fikri benim anksiyetemi azdırıyor. Özellikle de bu dünyada gördüğüm tempoya yakın tempolarda olacaksa, gerçekten ürkütücü, ağırlaştırılmış ve progresif. Durmalı bir yerde sanki. En azından şu her an her saniye, titizlikle ve incelikle kurallandırılmış, limitlendirilmiş dönüşüm hali. Stabilizasyon.

    "Ağırlaştırılmış sonsuzluk?"

    Bir de sanıyorum dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu, başka alemler fikrine inanıyor ya da daha yakın, e hal böyle iken nasıl bu kadar pervasız, tüketici ve korkunç olabiliyor yine büyük bir çoğunluğu? İstemez istemez düşünüyorum tüm bunları.

    Sevgi ve özlemle. Bu yazı tekrar tekrar okuyup öyle sindirmelik olmuş.