Bir Arkadaşın İki Denemesi Üstüne

Merhaba Caner,

Nasılsın?

Her zamanki gibi, iyiliklerle güzelliklerle biçimlenen günler diliyorum sana. Linkini bana yollama inceliğinde bulunduğun Radyo Voyage'deki şarkılarla Dünya Şiir Günü bildirisinin içeriği kadar naif ve sımsıcak günler, yaşayışlar.

Sel dergisi, nihâyet geldi. Senin, Güz Sarısı başlıklı denemen var bu sayıda. Dal dergisinde (sayı 19) Kaan, senden Karanfilli Yolculuk"u yayımlamış. İkisini de baştan sona, birkaç kere okudum.

Benim, edebiyat verimleri karşısındaki yaklaşımlarımın ne/ nasıl olabileceğini ve olduğunu, yüzde bir-iki yanılma payıyla da olsa, genel olarak kestirebiliyorsun değil mi? Yapıttan, düşünce ve duyarlık atmosferime yansıyan neyse, onu, gizlisiz-kapaklısız dışavuruyorum hemen. Başka türlüsünü beceremem, bu kere de öyle yapacağım. Darılmaca, gücenmece yok.

İki denemeni de, öncekilerle birlikte düşündüğümde, hayli zayıf buldum. Hepimizin bildiği konuları ve izlekleri, gene hepimizin dediği biçimlerde, hepimizin konuştuğu bir dille, hepimizin yürüdüğü yollardan yürüyerek yazmışsın. Tuhaflık, konu ve izleğin hepimizin konusu ve/ veyâ izleği olmasında değil; hepimizin diline ve yollarına benzemesinde. Jean Paul Sartre'dan bir alıntıyla somutlaştırmaya çalışayım, ne demeye getirdiğimi. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi o cümlesi:

"Yazar, bir konuyu seçtiği için değil, bir konuyu belli bir biçimde anlatmayı seçtiği için yazardır."

Sartre, burada, senin hemen fark edeceğini düşündüğüm üzere, "verili/ kullanmalık/ gündelik dil"in aşılmasını öneriyor yazara. Özgünlüğün kökenlendiği, estetik kalkışmanın neşet ettiği yer orası çünkü. Öykü, deneme, şiir, günlük, roman.. ne yazarsak yazalım; "dil'i dönüştürme", "dil'i başkalaşıma uğratma" aşamalarından geçmeksizin, sanatsal bir yapı (estetik bir verimlilik) oluşturma şansımız olmuyor, olamıyor. Öyle olunca da, "yüzey yapı"da tıkanıp kalıyoruz, "derin yapı"ya varamıyoruz bir türlü. Yüzey yapıyla yetinen şiirlerden/ yazılardan geçilmiyor ortalık. Günümüz dergilerine, kitaplarına şöyle bir göz atmak bile yeterli bunu görebilmek için. Bir oturuşta bir kitaplık şiir döktürdüklerini söylemekten çekinmeyenleri mi, başka yazar ve şairlerden ömrünce beş-on sayfacık okumadan yazmayı marifet belleyenleri mi, hangi birini sayayım sana? Yanlış anlaşılmaktan ürküyorum: Seni öyleleriyle aynı potaya kattığımı, onların düzeysizlikleriyle, köhnemişlikleriyle karşılaştırdığımı düşünmüyorsundur umarım. Öyle düşünürsen, sâhiden yaralanırım, örselenirim. Dönem dönem hepimizi etkisi altına alan "bir-örneklik salgını"na karşı tetikte durmamızın önemli ve değerli olduğunun altını-üstünü çizmektir meramım.

Anlıyorum, güzel duygularla, güzel düşüncelerle yazmışsın, bu denemelerini de. Gelgörelim, buncası yetmiyor; o güzel duygu ve düşünceleri bir de poetik disiplinlerden geçirmek, estetik torna ve tesviyelerle düzenlemek gerekiyor. Çağdaşı bir ressam, şair Mallarme'ye "öyle güzel duygularım var ama bunları şiir olarak kâğıda dökemiyorum." deyince, Mallarme'nin yanıtı şöyle olmuş: "şiir, duygularla değil, sözcüklerle yazılır." Mallarme'nin bu uyarısını, edebiyatın bütün türlerine uygulayabiliriz.

Bir yontucu, keskisini; bir ressam, fırçasını üstünkörü kullanamaz. Hattâ, bir bahçevan için de geçerlidir bu titizlik. İşinin ehli bir bahçevan, makasıyla gül fidanlarını budarken, kalp atışlarının ritmini bile o budama işleminin inceliğine göre ayarlar kendiliğinden. Makasını gelişigüzel daldırırsa olmaz; başta güllerine, sonra da kendine yazık eder, değil mi? Bu son denemelerine baktım baktım; hâyır dedim, bu çalakalem deyişler, bu derbeder yazışlar, Caner'in kaleminden çıkmış olamaz, olmamalı.

Şairânelik meselesine kaçtır dokunuyorum. Hâllettiğini düşünüyordum ki, son iki çalışmanda gene çıktı karşıma, hem de fazlasıyla.

Güz Sarısı başlıklı denemede; "hüzün yağmurları", "gönül çeşmesi", "hüzün pınarı", "sanatın o eşsiz bahçesindeki çiçekler" çeşidinden çok ortalama, ortalamanın bile altında tamlamalar, denemene hiçbir yükseklik getirmediği gibi, tam aksine denemenin duyarlık gücünü bütünüyle zâfiyete uğratıyor. Başlık olarak Güz Sarısı, boydan boya şairânelik kokmuyor mu zâten? Yaratıcılıktan ne kadar yoksun olduğu da, meydanda değil mi?

Karanfilli Yolculuk başlıklı deneme ise; "ipek mendilli bir ilham perisi" ikide bir çıkıyor karşımıza: "İlham perisinin ipek mendiliyle", "ilham perisi", "ilham perisinin ipeksi kanatları"... Böyle söyleyişleri neden seviyorsun, anlamıyorum. Hadi öykü, ne de olsa düşünce yazısından görece daha bağımsız bir yapıdır, orada bir parça gider diyelim. Ne var, denemede pek sırıtıyor bunlar, düşüncenin dinamizmini birden kesintiye uğratıyor ve ağdalı bir gözüyaşlılığın girdaplarında boğuyor.

Şairâneliğin neden bunca karşısındayım, onu da söyleyeyim: Sığlıktır o. Yapmaz, yaparmış gibi görünür. Tutmaz, tutarmış gibi görünür. Duyumsamaz, duyumsarmış gibi görünür. "Mış gibi"liğin, kim sorarsa, şiirli görünümüdür ya, hiç de değil! Bu kadarcıkla kalsa iyi. İçi boş romantiklikle en çok kucaklaşan da odur. Mızmız, uyuşuk, sünepedir ikisi de. Evet efendimciliğin, neme gerekçiliğin meşrûlaştırılaşmış hâlleridirler öte yandan. Değişimci, ileri ruhların başdüşmanı bir tutuculuktan/ gericilikten gıdâlanırlar. Hamâsetle de, bire bir uyuşmasalar da, iyi komşuluk ederler doğrusu. Ümit Yaşar Oğuzcan, İbrahim Sadri, Cemal Safi şiirleri, şairâneliğin şâhikalarıdır. İnternet ortamındaki sözde edebiyat sitelerinde, milyonlarca şiirimsi var böyle. İşin tehlikeli ve en çürütücü yanı da, yoksul ve eğitimsiz yığınlarca böylelerinin şair, onların "salgıladıklarının" da şiir zannedilmesidir.

Gene, birçok uğraşında gördüğüm ve bu denemede (de) kullandığın, "insan denen varlık", "evrendeki yolculuk", "kişisel ve ruhsal gelişim merdiveni" gibi, enikonu kalıplaştırdığın söz öbeklerinden kurtulma vaktinin çoktan geldiği kanısındayım. Bu çeşit deyişleri "sabun kalıbı" örneği kullana kullana erittiğini düşünüyorum. İnsan, evren, varlık gibi metafizik boyutları da olan kavramların ifâdesinde sayısız olanak var ve sen o olanakları, her seferinde farklı bir açıyla kullanabilecek yetenektesin. Beylik ifâdelerin konforuna sığınmak, kimseye yakışmaz da, sana hiç yakışmıyor. Özgünlüğümüzün ve özgürlüğümüzün kanserojen virüsleridir onlar. Aman dikkat!

Diyeceklerim bunlardan ibâret, bu kez. Sen de beni hırpala, silkele biraz. Sen demesen de, çok eksikliyim çünkü.

--

Zorunlu not: Yazıdaki arkadaşın, onun iki deneme çalışmasının ve dergilerin gerçek adları yerine, yazışmamızın özelliği sebebiyle, takma adlar kullandım.

27 Mayıs 2019 6-7 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (2)
  • 4 yıl önce

    Insanin kendinde bulunan potansiyeli zorlayacak arkadaşlara ihtiyacı var. Kendini be karşısındaki kişiyi avutan kişiler "Hayalet Insanlardir"