Bir Beden Boyu Toprak Olmak Vardı

Ne kadar çok gam bıraktık hayatın akışına. Nehirleri taşırıp denizleri dalgalandırdık korkucusuzca. Mutluluklarımızı teslim edip ip cambazlarına, seyre daldık her düşün düşkünlüğünde. Ömür denen kavgada vuruştukça sallandık, salladık ve sakladık korkularımızı. Duygularımızın artçı niyetlerinde çoğaldı adsız kötülüklerimiz. İyiliğin kahramanları olmak istedikçe yok ettik gözyaşlarımızın billurluğunu.
Elvedalar yazıldı elimizden, avucumuzdan, yüreğimizden gidenlere. Gelenler onları hiç sormadılar, cevaplamadık biz de.
İfadesizleşti her çağrı, her söz, her yakarış, her düş, her umut ve bir dudak mesafesinde kaldı tüm öpüşler.
Kimsesizleştikçe çoğaldı vakur bakışlar. Yiğitleştikçe öldü paylaşımlar. Kayıp giden anlar pusulaştı karanlığın duygu damlarında.
Oysaları geç kalmışlığa bırakıp giderken, geride bıraktığımız gözyaşlarımızın izine düştü Azrail ve sorgusuz, sualsiz tırpanlandı her iz.
Kim olduğumuzu, nereye aktığımızı bilmeden yitikleştik kavgasında kimliğin. Kavruldu içimiz. İçimiz içimizden sıyrılarak yalnızlaştı aynı bedende.
Seslerimizin yankısı vurdu en hassas duygularımızı ve şans denen sihir ikinci defa çaldığında kapımızı, yoktuk biz.
Yoktuk, hiç olmamışız, hiç yaşamamışız gibi, hiç dokunmamış, hiç sevmemiş, hiç gülmemiş gibi kaskatıydık. Kendi duvarlarımızı yıkmaya çalıştıkça, enkazında kaldık bölük pörçük kelimelerin.
Kelimeler ki yazamadı bizi hiç. Kader denen yazgıdan bu yana alındı bütün yarınlık cümlelerimiz.
İtirazlar dilendikçe geçmişten, sabıkalandık karanlık dosyalara ve duygularımızın romatizma ağrılarında kıvranıp durduk kimsesizliğe.
Bir beden boyu toprak olmak vardı, onu da yaşamın kendisine ayıp sayıp sakladık son kuşun niyetine.
Ne garip, geceler uzuyor umutlandıkça. Uzadıkça umutlanıyor sabahlarımız. Kan kırmızı bir şarap sızıyor hayallerimizin içine. Sarhoş bir imana bürünüyor kâbuslarımız. Saklandıkça kutsanıyoruz herkesin yüreğinde. Açığa çıktıkça taşlanıyoruz aynı ellerce.
Gölgelerle arkadaşlığımız bu yüzden ve bu yüzdendir gölgelerin tek olmayışı. Her usta çoğalan yanılsamalarımız, balıkların pullarına tutunmuşluğumuz gibi bir karanlık, bir aydınlık sunar tütsülenmiş saflıklara.
Ne çok baharlar, ne çok kışlar, ne çok yazlar geçti üzerimizden. Üstünden atlayıp kaçamadık hiçbirinden.
Koşamadık yani delicesine. Tutuktu hep bir yanımız, hep bir yanımız kaçak. Yoksul doğumlarımızdan, yoksulluklar inşa edip, öfkeler büyüttük yeniden, yeniden ve yeniden...
Yüzümüzün esmerliği, sözümüzün diz çöken yiğitliği, kara kalem çizilmiş sertliğimiz bu yüzden.
Kifayetsiz, yeminsiz tohumlar gibi düşüyoruz bir beden boyu duygu toprağımıza ve duygunun bereketli toprağında fanileşen ve yeniden dirilip serpilen şey, hayata tutunduğumuz namelerden çıkıyor...
İz oluyoruz, köz oluyoruz, kavruluyor yeniden bedenlerimiz. Kavruldukça olgunlaşıyor, yaralandıkça güçleniyor, güçlendikçe yeniden biz oluyoruz...
Şimdi kalplerimizden kâğıttan kayıklar yapıp, 'mutluluk' yazıp sırtına, son bir nefesle doldurup yelkenleri, alabildiğine sürüklenip diyar diyar gitme vakti...
Tüm gök kuşağı renklerini sarıp boynumuza gökyüzüne karışma vakti...
Şimdi mutlu bir tebessümle yeniden bakma vakti......

23 Nisan 2009 3-4 dakika 22 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar