Bir Günlük Günlük..

Bu gün 18 Ekim Pazar...saat 12.17...

Standart bir Pazar sabahı. Kahvaltı, bulaşık makinesinin kurulması, çamaşır makinesine çamaşır konması, kısa bir deparla evin toplanması. Günün en güzel saati kahve eşliğinde gazete mütalaası. Tv karşısına kurulma ve Jane Austin ile ilgili güzel bir film izleme.

Film bitti, makineleri boşalttım sıra kitabı alıp kurulmaya geldi. Miskin bir kedi edası ile L koltuğa uzun oturdum. Dizlerime yumuşacık battaniyemi örttüm. Gözlüğüm, suyum, kül tablam ve sigaram. Bütün donanım tamam. Fonda İtzhak Perlman muhteşem kemanı. 2. parça çalmaya başladığında, henüz kitabın kapağını bile açmadığımı fark ettim. İzmir'e dalmıştı gözlerim. Denize. İskeleye gelip, giden gemiler. Yürüyüşe çıkmış insanlar. İzmir bu gün Monalisa gibi. Bir yanı dün geceden beri hüzünlü, ağlıyor. Diğer yani hafif bir tebessümle 'merhaba ' demeye çalışıyor güne.

İnsan beyni ne kadar garip. Hiç durmadan çalışan bir makine. Hani bazen çokça da yoruyor insanı. O kadar anıyı, görüntüyü, sesi neresinde saklıyor? Bazen bir makine olsa da beynime takıp hiç değilse 5 dakikalığına durdurabilsem, o da dinlense, ben de dediğim zamanlar olmuştur.

Gözlerimi İzmir den çekip salonumda dolaştırıyorum. Eşya seçerken bir tek şeye dikkat ettiğimi hatırlıyorum yaydığı huzura. Ne parası, ne şekli, ne de modası hiç etken olmamıştı seçimimde. İçimin kaynadığı, görür görmez sevdiğim az ve öz olmasını istemiştim. Öyle de oldu. Bizler 78 kuşağının insanlarıyız. Sürekli 68 kuşağından bahsedilir ama en çok kaybın olduğu kuşak bizlerizdir aslında. Bu günlerde 50 li yaşlarını yaşayan insanlar. Düşünce devriminin geçiş sancısı içinde yetiştirilmiş kişileriz bizler. Bazılarımız geçmişten gelen tabuları yıkamayıp ebeveynlerimizin hatta büyükanne ve büyükbabalarımızın devamı olmaktan kurtulamadık. Bazılarımız da bu cenderenin farkına varıp içinde hapis olmamak için çabaladık. Sonuçta 2 tip insan çıktı ortaya. Geçmişin tekrarı olanlar ve şimdilerin moda sözcüğü ile tekrarların Arızalı dedikleri. Yani bizler. Tanrım düşünüyorum da hayatımdaki en küçük farklılık için bile ne çok savaş vermem gerekti. En basiti sehpalarımda, mutfağımda örtü kullanmadığım için annemle savaştım. Evimin bir kadın evi görünmediğini söylerdi hep. Hala da aynı görüşte. Bir erkekle bir kadının gerçekten arkadaş olabileceklerini anlatma, kabul ettirme savaşı verdim. Hem aileme hem de daha sonra eşim olan kişiye. Namusun gerçek yerinin beyin olduğunu savundum. Hormonları çalışan, sağlıklı her çocuğun gün gelip bir birlikteliğinin olmasının çok doğal olduğunun arkasında durdum, inatla. Çocuklarımı da böyle büyüttüm. Ve evet, gün geldi bizler kendi çocuklarımızı yetiştirdik.

Ne kadar çok suçlandık çocuklarımız tarafından. Suskun, baş kaldırmayan, kendini ifade edemeyen, dünyanın mahvedilmesine göz yummuş, ekolojik dengeyi bozmuş, düzene kafa sallamış hala da sallayan olmakla suçladılar bizleri. Kendilerince haklıydılar. Gerçekten de öyleyiz. Ama hiçbir şey sebepsiz değildir. İşte bizleri suçlarken atladıkları en önemli şey NEDEN? Sorusunu sormamaları oldu. Onlar 80 ler dönemini yaşamadılar. O dönemdeki kıyımı, işkenceleri bilmiyorlar. Bilmiyorlar ki, insanlar sadece kızdıkları için komşularını, arkadaşlarını asılsız suçlamalarla ihbar ettiler. O insanlar bir daha geri dönmediler. Bu örnekleri uzatmak mümkün ama sinir bozucu.

Sessizlik. Cd bitmiş. 16 parça süresince geçen zamanın farkına bile varmadım. Kucağımda bekleyen kitaba takıldı gözüm. Alvero Mutis Son Rıhtım cümlesinin ardından biraz küskün bakıyor bana. Beni unuttun diye sitem eder gibi. Bu arada bir şeyin daha farkına varıyorum izlediğim filmden esinlenerek. Ben hiç Jane Austin okumamışım Gençliğimde annemin okunacak diye elime tutuşturduğu Tolstoy dan, Dostoyevski den, Charles Dickens dan. Daha sonra kendi seçimim Mehmet Eroğlu dan, Cezmi Ersöz den, Özdemir Asaf tan ve diğerlerinden hiç sıra gelmemiş. İlk fırsatta İletişim Kitap evine gitmeliyim diye düşündüm.

Play tuşuna bastım. Biraz daha kaykılarak kitabımın kapağını açtım. Huzur. Ne muhteşem duygusun. Hele de arkadaşın yalnızlıksa.

Yalnızlık, yaşamda bir an,
Hep yeniden başlayan...
Dışından anlaşılmaz.

Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan...
Paylaşılmaz.

Bir düşün'de beni sana ayıran
Yalnızlık
Paylaşılsa yalnızlık olmaz. ( Ö. Asaf )

18 Ekim 2009

21 Mayıs 2010 4-5 dakika 42 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    bir yaşam biçimini

    bir hayat felsefesini

    anlatan bir günlük

    fazla tekrar ii değil biliyorum

    ama ders verir nitelikte

    kutlarım eser