Bir mektubum var geleceğe!
Kayıp kentin özel dostlarına;
Güneşe sırtını çevirmiş bu loş odada yılların yorgunluğuna oturmuş dargın kalemimle barışmaya çalışıyorum.
Titreyen parmaklarımın arasında yıllardır dokunmadığım kalemim acemi taylar gibi bir yürüyüp bir duruyor.
Kargacık burgacık yazıların arasından geçip kayıp kentin sisli sokaklarında dolaşırken;
Hani o ağaçlarında asla yaprakları solmayan,güz güneşinde serinlediğimiz,karlı uzun gecelerinde incecik bir mintanla şafakları beklediğimiz;
Kocaman kirli,yosun tutmuş; içinde tek bir balığı bile olmayan havuzun kenarından geçip yüreğimize onlarca ton duygular biriktiren park kahvemizin önünde durdum.
Kapıda duran adamın adını sıcacık bizden biri gibi hatırladım.
Hacı Hasan Er....!
Kafası da kel!...
.....................................
Bacalarından buram, buram sevda tüten;bahçesinde nice aşkların doğup battığı okul binasına bakarken, yağmur bulutlarının usul usul gözlerimde biriktiğini fark ettim.
Bu tarihi binada geçen anılarım dökülmeye başladı gözlerime;
Kirpiklerim ıslandı...
Nasıl ıslanmasın ki?.
Daha sonra istasyon yoluna çıktım.
Her karesinin yığınla hatırası olan bu uzun geniş caddede anılarda bile olsa yürümek ayrı ve çok özel bir zevk vermişti bana.
En nihayet bizim ?'üniversite nin(!)'' önüne geldim. Beni ben yapan bu soylu duygularımın oluşmasında çok büyük emeği olan borcumu asla inkar etmediğim,
Ödeyemediğimiz içinde daima bir burukluk duyduğum Halkevimize utana utana baktım.
Sahne tozuyla tanıştığımız; kendimiz yazıp kendimiz oynadığımız piyeslerin kareleri geçmeye başladı gözlerimden.
Macaroğlu'nun bir piyes sonrası bizlere sarılıp,hıçkıra hıçkıra ağlamasıyla da donup öylece kaldı.
.....................................
Bu defa yürüyüş yerim ada yoluydu.
Yapraklarına hüzün sarısı değmiş asırlık ağaçların suya vuran gölgelerinde oynaşan anılarıma baka,baka çağlayana kadar yürüdüm.
Gelişi güzel büyüyen otların arasında, düzensiz gezinen hatıraların birkaçını yakalamaya uğraştım. Usul usul akan Adronos'un taşlara vurup çıkardığı seslerden unutulmuş şarkılarımı dinledim.
Doğanın çizdiği bu harika tablonun görünmez bir yerinde bir zamanlar nelerin yaşandığını bilmek ve hatırlamak bile yetiyordu. Okul bahçesinde doğan küçücük masum sevdaların, Ada yollarında büyüyüp gelişmesini şimdi daha da iyi anlayabiliyordum...
Yeşilin her tonuyla tanıştığım bu sevda ormanında yaşadıklarımın her karesinde!...
Sevinçle-hüznün; sadakatla-ihanetin oluşturduğu muhteşem duygularla çoşuyorum...
Kirpiklerimdeki ıslaklığın yanaklarımdaki derin vadilerden geçip, çenemdeki ağarmaya yüz tutmuş kılların arasından akmasına artık engel olmak mümkün değildi.
Neden sonra?
Gözlerimden geçen anılardaki bu anlamlı kareler, ıslanmış bir halde donup öylece kalıyorlar.
.........................................
Evet arkadaşlar!
Biz bir sevda masalında hep yarınları bekleyerek büyüttük yüreklerimizi.
Bugün beklediğimiz o yarınlar hayat sayfalarımızdan birer birer kopuyor.
Kopan her sayfada; çevremizdeki onca kalabalığa rağmen, hüzünlü yalnızlığımızdan başka anlamlı bir şey kaldımı diyorum?
Oysa o gün; bu günleri hayal ederken biz;
Hep güneşin aydınlattığı o ak sayfaların daha güzel; daha özgür, daha gelişmiş bir gelecekle dolacağını sanırdık.
Şimdi anlıyorum ki!
Biz beklediğimiz o yarınları beklerken;
Yüreklerimizde koca koca ateşler yanarken;
Hacı Hasan er in kafesinde, tan ağartılarına kadar dertleşirken;
Buğulu gözlerle;
Paydosta yahut teneffüste parkın o küflü korkuluklarına yaslanıp heyecanla okul bahçesini süzerken;
Halkevinin loş aydınlığında kibrit kutularına ya da bir zarfın dörtte birine sığdırdığımız sevdalarımızı yaşarken;
sokak aralarında, pankreas güreşi yapar gibi, top oynarken;
Camları değil! canları paylaşırken;.
Yaşaaayııııp tüketmişiz aziz dostlarım!......
Ama biz yaşanan her duygunun her türlü armonisini şahikalarda yaşamışız...
Sanki güneşten damla damla damıtılmış berrak bir dereymiş o kıvrıla kıvrıla akıp giden günlerimiz..
Bu yüzden işte sen ben ve diğerleri kolay memnun olmuyoruz. Kolay beğenip kolayca sevemiyoruz.
Boş geçtiğini sandığımız günlerin içini öyle güzel; öyle muntazam doldurmuşuz ki!.
Bugün tattığımız her lezzetin en iyisi, o boş sanılan günlerin en kötüsüyle bile kıyaslanamaz!
Bunu bugünün boş takvimlerini koparmadan anlayamadığımıza yanıyorum...
Biliyor musunuz?
Biz günümüzde rastlanmayan bir şey bıraktık o kayıp kentte.
Paylaşmayı, hoşgörüyü ve sevgiyi.
Teknolojinin baş döndüren hızı ve ağırlığı altında ezilip yok olan bu değerlerimiz,
Meğerse yüreklerimizin madalyasıymış.
Evet! Sevgili dostlarım.
Bizde elbet değişen dünyanın değişen yanından nasibimize düşeni aldık.
Kuşkusuz yaprak dökümü sonrası yaşananlar yalnızlaşma sürecimizi hızlandırdı..
Bunun adına siz isterseniz hayat (kavgası ) deyin;
Bende kayıp kentin kaybolan değerlerinden geriye kalan boşluklara sızmış, acımasız bir yarışın, vahşi yalnızlığı diyeyim!
Mahsuru var mı?
...................................
O günler çok özeldi!
Sakın unutmayın o günleri!
Unutmayın ki! Yaşadığınızı anlayasınız.
Çünki hatırladığınız kadar yaşarsınız....