Bir meslek Adına

Hayat Basamaklarında Adımlarımızı Atarken
Belki de eşliğinde çocukluk şarkılarımızı anımsarken
Ve ardından özlemle söylerken
Hasret denen o duygu yoğunlaşmaz mı yüreklerde?


Çocukluğumuzda boyardık dünyayı gökkuşağı renklerine. Ve aslında hepimiz birer gökkuşağı rengiydik. El ele tutuşur gökyüzünü bile hayran bırakırdık kendimize...

Bazen rengarenk bir çiçek bazen resimdeki bir renk olurduk. O hiç solmayan renklerden.

Bazen rengarenk bir umut olur çıkardık evrene. Ve bazen de sıcacık bir gülümseyiş.

Ve aslında tüm güzellikler bizimdi o zaman tüm renkler. Hiç solmayan. Hüzün değildi hayat formülümüz sadece ve sadece mutluluktu o zaman.

Üzüntü saçan bir ağaç bile bizim bir gülümseyişimizle canlanırdı belki, o zamanlar. Çocukluğumuzdu belki de ağacı, çiçeği, böceği mutlu eden, asıl şey. İyilik saçarken kanatlarımız uçuşur, umut saçarken ışıldardı gözlerimiz.

Mucizeydik hepimiz bir zamanlar. İki canlının birleşimiyle oluşan minik ve şirin bir mucize. Minik bir yaratıktık; meraklı ve sabırsız. Küçücük korunmaya muhtaç. Yeri geldi ağladık yeri geldi çok güldük. Hep sevgi denen şeyi istedik ve hep sevgi denen şeyi verdik. Evet, konuşamıyorduk ama sevgi denen şey sadece dil ile akmazdı ki yüreklere... Bir minik el bile yeterdir sevgi denen şeye.

Ve o minicik el içinde korkuyla yinelenen bir başlangıç ile beraber... Gözlerimiz ilk açıldığın da o korkuyla ağlamak..

Hayat bizi korkutur muydu acaba o an? Anne özlemimiz belki de bu yüzdendi. Annemiz kucağına aldığı an tüm korkular akar gider sadece ve sadece farklı bir dünya başlardı bizim için. Anne sevgisiyle güç toplar korkuları silerdik dünyaya açılan penceremizden. Ve güç toplayarak maceralara doğru ilk adımlarımızı atardık. Her adımımızda yeni bir macera gizliydi. O minik yüreğimiz maceralarla adım attı ve başkaları korkuyordu artık. Bize anlamsız geldi ve serüvenimiz yeni maceralarla akıp gitti.

Adım atarken her yeni güne bir başka dünya kapısı açıldı kendi içimizde. Kocaman bir dünya... Sadece bize ait; duygularımızı, hayallerimizi ve tüm güzellikleri içine topladığımız bir dünya. O minikliğimiz ama o kocaman dünyamızda ne maceralar yaşardık.. Yaramazdık belki ama telafi etmek içinde kocaman bir yürek vardı içimizde. Çocukluğumuzun hangi yaşında olursa olsun hep aynıydı gülümseyiş sıcaklıklarımız, hayal dünyalarımızda kayboluşlarımız. Doğada bir sürü oyuncaklarımız vardı olmasa bile yaratırdık biz. Çünkü bizim hiçbir şeyde değişemeyeceğimiz bir dünyamız vardı. Ve hepimizin de anlatamayacağımız kadar çok maceramız. Her gün her dakika farklı bir mesleğe bürünürdük. Kimi zaman gelir anne kimi zaman gelir baba olurduk. Bazen sanatçı bazense filozof. Küçücükken ne kadar hoşumuza giderdi değil mi yazı yazmak, resim yapmak... Kendimizi yerlere atmak, sabahlara kadar kahkaha atmak ne kadar eğlenceliydi!
Son teknolojik oyuncaklarla oynamak yerine evdeki mandallarla oynardık. Hiç olmadı evdeki gerçek makinelere saldırırdık. Ve hep kendimize yeni bir oyun yaratırdık.. Biz oynamadan yapamazdık. Kendi dünyamızda hoplayıp zıplamadan yapamazdık. Yeri geldi çok cesur olduk kendimizi oradan oraya attık. Ve yeri geldi canlıları çok sevdik, severken canlarını çıkarttık!
Ama biz çocuktuk. Bazen sanatçı bir çocuk, bazen filozof bir çocuk! Ve bazen de yaramaz bir çocuk!
Hep büyümeyi istedik ama gel gör ki büyüyünce geri dönmeyi hayal ettik. Ve hep çocukluğumuzu özledik. Neden büyüyünce değişmişti ki hayat? Neden birden çökmüştü o koca dünyamız?
Yanlış bir şeyler mi yapmıştık acaba? Ne dersiniz?
Çok mu kaptırmıştık kendimizi hayata? Hayata istediklerini mi vermiştik acaba? Bütün güzelliklerin bulunduğu koca balonumuzu kim sönük bir balona dönüştürmüştü ki acaba?
Ve içinden çıkılmaz sorular...Telafisi olmayan ve gittikçe azalan zaman! Hayat denen şey dost gibi görünse de onunla arkadaş değil onun yöneticisi olmalıydık. Hayata alışan insan mahkumdur mutsuzluğa. Çünkü; onun isteğine göre yaşamaktadır. Eski; yaratıcı, maceracı,hoplayan,zıplayan yaratık şimdi olur sadece ölmeyi bekleyen bir canlı!
Hayata asıl vermemiz gereken şey ise yeniliktir. Hep daha ileriye olmaktır. Peki ya çocukken yeteneklerle bezenen bir insan neden sonradan ölmeyi bekleyen bir canlı olsun ki. İnsan denen varlık monotonluğun değil gelişmenin yanında olmalıdır. Bu yüzden bireyin gelişimi çok önemlidir. Ve daha önemlisi de ilk adımdır. Yani çocukluk adımları. Basamaklarımız ne kadar kuvvetli olursa gelecek de bir o kadar renkli olur. Çocuk gelişimi sadece bir meslek değil bir hayat biçimidir aslında. Hayatın parçası geleceğin kılavuzudur. Bu geleceğin kılavuzunu ne kadar iyi bilirsek herkesten o kadar ileride olur, adımlarımızı daha büyük ve sağlam atarız. Geleceğin renkleri için el ele !
Hala farkında değimliyiz yoksa; gelecek Çocuk Gelişiminin elinde!...

06 Ekim 2009 4-5 dakika 14 denemesi var.
Yorumlar