Bir Sırrım Var

Karanlığın aydınlık yüzü

Gözlerine bakınca sadece kendimin hissettiği bir sarhoşluğum var benim
Ve senin gözlerime denk gelme olasılığın yüzde bilmem kaç iken bile benim yanaklarımın kızarma olasılığı bu orandan daha fazla.

Yeter ki değsin gözlerin gözlerime, bitmeyen bir sarhoşluk anı ve inanma cesareti ağzından çıkan her kelimeye, kitap gibi.

Bu cesareti nereden buluyordum? Sanki yılların bekleyen birikimleri birikmiş gibi içime, tereddütsüz kapıldım sana. Beklediğim senmişsin gibi. Halbuki beklenilenler hiç gelmez ki Sen yanımdayken öyle samimiyim ki kendimle, içimden istemsizce çıkan duygulara aldırış etmiyorum. Seninle samimiyetim kendimle olduğundan daha az değil. Kendimi sana bıraktığımdan beri bir sırrım yok artık. Sırlar tek kişiliktir, aşklar gibi. Sana kendimi bıraktığımdan beri sır değilim artık.

Tüm gizliliklerimi ele geçirdin, aslında bunun için çok da uğraşmadın, ben kendi ellerimle sundum sana. Şimdi bu gizliliklerin açığa istemsizce çıktığı günden beri ikimiz olmayı becerebildiğimiz kadar sırız. Sırrımız üç harf biz gibi. İkimizi toplasak kaç ederdi, bu bizin toplamı? Biz olduğumuzda hangimiz daha eksideydik? Hangimiz fazla gelmişti bir diğerimize, hangimiz yetememişti?

Cesaret senin yanında var olan bir şeydi, gözlerine bakınca kendimi güçlü bulur, her şeyi yapabileceğime, katlanabileceğime inanırdım. Sen gidince cesaretim de yok olurdu, birden çıkan cesaret kendiliğinden yok olurdu. Kendi kendime kalınca kendimi yemekle meşgul olurdum, nasıl oldu derken kendime en büyük eziyetleri yapardım.

Gözlerinin karanlığında bir nokta ışık ararken nasıl körebe oynuyormuşum kendimle!...

Sır olmayı isterdim senin için, o zaman biliyorum beni çözmeye çalışırdın, ama şimdi gözlerinde aradığım beyaz aydınlık kadar sırrım yok benim, senin gözlerinde de aydınlık yok, hep karanlık, gece. Bu kadar zamandan sonra sır olabilir miyim bilmiyorum, bazen gitmek istiyorum, bilinmez bir ülkenin soğuk düşlerine. Buz gibi hayat yaşamak istiyorum, ellerim donsun, duygularım donsun istiyorum.

Biliyorum hüzünlenirsinde. Çünkü hüzün hep en olmadık yerlerde gizli yere düşen bir tokada, bir kağıt parçasında, denizin dibinde, ateşin cehennem olma düşüncesinde. Ellerim yalnızlık kokuyor, ayaklarım gitmeyi istiyor artık, uzun bir yolun veda öncesi zamanına geldik. Sen de sevmezsin ayrılıkları, söz konusu gitmek olunca ve eğer kalan sen isen. Sadece bana özel olmayan bir üzüntü çöker yüzüne, sonra omuzların düşer. Ellerini nereye koyacağını düşünürken, öpsem mi öpmesem mi diye düşünürsün. Benim yüzümde olgun bir gülümseme, hazırımdır artık gitmeye.

Herkese takındığın ifadenin aynısını bana bakarken de oturtursun yüzüne, çok uğraşmadan. Gönlünün listesi kabarıkken düşünürsün, kimi yerime alacağını. Yerim var mıydı onu da bilmiyordum ya Varsa da nerede, kaçıncı sırada? Gözlerinde yine ufacık bir ışık aramaya devam ederim ben. Sen artık benim için bir anlam ifade etmeyen şeyler mırıldanırsın, beynimde uğuldama olmasına rağmen gülümserim. Güçlüyüm artık, içimin acısını göstermeyecek kadar tecrübe kazandım ayrılıklarda. Umursamıyor rolünü çok güzel oynuyorum, bu aptal gülümseme yerleşti suratıma, gitmiyor.

Bir daha görüşemeyeceğiz, bunu sen de biliyorsun. Bu daha da ağırlaştırıyor omuzlarını, insan bir daha göremeyeceği sokakları bile özlüyor, ayrılırken hüzünlü gözlerle son kez izliyor. Bir daha göremeyeceklerimize üzülüyoruz bir ömür. Ama görmek için çaba harcamıyoruz bunun için. Sanırım olması gereken buydu, her biten, giden, olan, olmayan şeyde söylenilenler gibi.

Aradan yıllar geçecek, biz yine görüşmeyeceğiz, ben soğuk bir şehir bulacağım kendime, düşlerle yaşayacağım. Sen hayatına kaldığın yerden devam edeceksin. İkimiz aynı anda aynı şeyi yapamayacağız, çünkü aynı sevmedik, aynı olmadık hiçbir zaman. Birimiz daha azdık hep, diğerine yenilen. Tüm ayrılar gibi unutacağız aslında sen unutacaksın. Diğer normal ayrıların arasına gireceksin, ben ise aynı kalacağım.

Yalnızlığımız kazanırken biz sana yenildik.

Şimdi aynı otobüste yolculuk eden iki dünyalıyız. Otobüs durunca yollarımız ayrılacak bir daha hiç karşılaşamayacak yolcular gibi. Sen uzun ömürlü bir kelebek gibi olacaksın kozasını terk eden, ben kozasında ölümü bekleyen.

***

Sana yenilirken biz; mevsimleri suçluyorum. Sen olmadığın için dokunduğun saçlarını kestirdim önce. Bu sene daha bir eksiğim yaşamaya. Kıyafetlerim de rengini kaybetti, aslında kaybetmedi de, renksiz giyinmeye başladım. Renklerimi aldı zaman, öyle rengârenk değilim artık, solgun bir çiçek gibi. Zamana ayak uydurma çabalarım da sınıfta kaldı. Burası çok soğuk olduğu için bir de ellerim ve dudaklarım yara oldu. Kalbimdeki yaraları saymazsak alıştım sayılır.

Sen bizi ıskaladın, ben de hayatı.
Onu kazanma gibi bir telaşım yok artık, o beni çoktan kaybetti, seni kaybettiğim yerde.

Yıllar geçiyor, önce saçlarım terk ediyor beni, sonra itimat eden yerlerim. Güven yerini itimatsızlığa bırakıyor. Günler birbirinin aynı olsa da, birbirine benzemeden geçiyor. Ellerimde kırıklar, kalbimde fazla zaman kalmadı. Ben hep sen yetimi!

Artık sırrım var benim, ağzımdan çıkacak hakikatleri kalbime tıkadım.
Konuşmadıkça büyüyen
Suskunluklarımla beslenen bir sır



On Altı Ocak İkiBinOnÜç 18 50

17 Ocak 2013 5-6 dakika 94 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar