Bir Yalnızlık Bin Kırgınlık Doğurur

Yalnızlık, sessizlik gibi başlamıyor her zaman…
Bazen bir kalabalığın ortasında başlıyor ilk sancısı.Göz göze gelmediğin insanlar arasında,Sesini duymamış ama seni yargılamış dudakların arasında…Birden fark ediyorsun:Kimse seni tam anlamamış.
İşte o an başlıyor yalnızlık.
Ve ardından gelen ilk kırgınlık, en yakından…Çünkü en çok güvendiklerinle başlıyor yalnız kalma hâli.Bir bakıyorsun, yanındakiler aslında hiç seninle olmamış.Sadece sen onların içindeki boşluğu doldurmuşsun,Senin içindeki boşluğu anlamamışlar bile.
İnsan bazen kalabalığa kırılır.Ama en çok da kendi sustuklarına…Çünkü anlatmak istediklerin boğazında düğüm olmuşsa,Ve anlatamadıkların, bir gün gözyaşı olup akmışsa…İşte o gün bir değil, bin kere kırılırsın.
Ben kırıldım.
Sadece birine değil.Bir kelimeye, bir suskunluğa, bir bakışa…Ama en çok da “anlıyormuş gibi yapanlara.”Yalnız kalmak kötü değilmiş aslında…Ama biri yanındayken bile yapayalnız hissetmek,İşte o, insanın içine ince ince işler.
Biliyor musun?Yalnızlık, sandıkları kadar basit bir kelime değil.
O, zamanla büyüyen bir çığlık.Söylenmeyen sözler gibi…Dokunulmayan yaralar gibi…
Ve en kötüsü de şu:
İnsan yalnızlığı sevmeye başlıyor.Çünkü ne zaman biri yaklaşsa,“Acaba yine mi kırılacağım?” diye düşünüyorsun.
Ve ben öğrendim:Bir yalnızlık bin kırgınlık doğurur.Bir kırgınlık bin duvar ördürür.
Ve evet, yalnızım…Ama huzurluyum.Çünkü kalabalıklarda bile içimi ezip geçen insanların artık hayatımda yeri yok. Yalnızım ama sahte yüzlere ihtiyacım yok. Yalnızım ama gerçek olanı arıyorum. Ve belki… bir gün, biri gelirse“Ben seni hiç kırmayacağım” diyebilecek cesaretle gelir.
Güçlü görünmek bir tercih değil, bazen bir zorunluluk oluyor. Çünkü insanlar, ne yazık ki sadece dimdik duranları dinliyor. Oysa içimizde yıkılmış kaç şehir var…Kimse bilmiyor.
Ben o kadar çok “iyiyim” dedim ki,Bir süre sonra kendim bile inanır oldum bu yalana. Sanki güçlü görünmek, acıyı yok edecekmiş gibi… Ama etmiyor. Güçlü görünmek sadece yalnızlaştırıyor insanı,“Bu da dayanır” deyip herkes biraz daha yük bırakıyor omzuna. Ve sen…Bir gün bir köşede sessizce ağlarken,Kendi kendine “ben kime neyi ispatlıyorum” diye soruyorsun.
Anlatmadığım ne çok şey var…Birine “kırıldım” demek yerine sustuğum günleri sayamıyorum bile.
Çünkü anlatsam anlayamayacaklar,
Çünkü yargılayacaklar,
Çünkü “çok duygusalsın” deyip geçecekler.
İşte o yüzden sessizce içimde büyüttüm her şeyi. Bazı sabahlar hiçbir şey olmamış gibi kalktım, Oysa gece, içimde koca bir savaş vardı. Ne kazananı, ne kaybedeni belliydi…Sadece yorgun kalan bendim. Sustukça biriktim,Biriktikçe ağırlaştım, Ve artık taşıyamadığım yükleri gülümseyerek gizler oldum.
En çok ne zorladı biliyor musun?
Birini affetmek ama unutmamak… Kendine “geçti” demek ama hâlâ acıdığını bilmek…İçindeki yara kapanmış gibi görünse de,En ufak dokunuşta sızlayan bir yer hâlâ orada duruyor.
İnsan affedince iyileşmiyor aslında,Sadece kabulleniyor bazı şeyleri. Ve bazen affetmek, en çok kendine ihanettir. Çünkü affettiğin her şeyi, tekrar yaşamak zorunda kalıyorsun.
Ben affettim, ama içim hâlâ kırık. Çünkü insanlar yaptıkları şeyleri unuturken, Sen yaşadığın duyguları hâlâ taşıyorsun içinde.
Sessizliğin dili var Ama kimse bu dili öğrenmek istemiyor. Oysa ben, en çok sessiz kaldığımda haykırdım.
Konuşsaydım bu kadar anlaşılmaz mıydım, bilmiyorum. Ama konuştuğumda bile dinleyen yoktu.
Bazen karşındaki sadece seni duymak istiyor,Anlamak değil. O yüzden hep eksik kaldı içimdekiler. Ben sessizliğimle konuştum, Ama onların kulağı sadece kendi gürültülerindeydi. Ve işte tam da o yüzden,En çok sustuklarımda kırıldım. Çünkü o sessizlikte bile fark edilmedim.
Yalnızlık seni değiştiriyor. Bir zaman sonra kalabalıklardan korkar oluyorsun, Yeni insanlara temkinli, gülümsemelere mesafeli…Çünkü birini tanımak demek,Yine bir ihtimal kırılmak demek.
Ama zamanla öğreniyorsun…
İnsan kendine yetmeyi öğrenince, Eksik kalmıyor. Ben eksik hissettiğim her şeyi kendimde aradım.
Ve sonunda fark ettim:Kimse beni tamamlamak zorunda değil. Ben zaten tamdım,
Sadece eksik sevildim.