Boca İstasyonu

        Bir etkinlik düzenledim ve katılmak isteyen kişilerden 2 kelime rica ettim. Bana 20'ye yakın kelime yollandı, bu kelimelerden bir deneme oluşturdum. Ortak bir yapım gibiydi, onlar bana akıllarına ilk gelen kelimeyi gönderdiler ben de kendi kelimelerimle dönüştürüp onların da kelimeleriyle bir yolculuğa çıktım. Farklı bir deneyim oldu, sonra bu denemeyi kelime gönderen insanlara gönderdim. Mutlu oldular. Kendinize ait bir şeyi bir başkasının yolculuğunda keşfe çıktığınızda bu güzel hissettiriyor, farklı.

Onlar sadece kelimeyi sundular, ben yolculuğu başlattım. Hatta öyle ki deneme içerisinde yer alan Kalpli Tavşan, Araba, kedi ve köpek kelimeleri 6 yaşındaki yeğenimden geldi. Onun da çorbada tuzunun bulunmasını istediğim için bilhassa onun söylediği kelimelerin hepsini ekledim. Bu, hem çocukların yaratıcılığını hem de yetişkinler ile çocuklar arasındaki farkın nasıl olduğunu gösteriyor. Yetişkinler yalnızlık derken, sağlık derken, küçük bir çocuk tavşan, kalp, araba, kedi, köpek diyebiliyor. Onun dünyasında yalnızlık yok çünkü. Huzur zaten var ve bu yüzden huzuru aramıyor. Büyük harfle yazılan kelimeler katılımcılardan gelen kelimeler...

Keyifli bir yolculuktu; farklı bir deneyimdi.


       MUTLULUĞUN İÇ HUZURLA harmanlandığı bir akşamdı. TEMMUZ'un AYRILIĞINDA konumlanmıştı YALNIZLIK. Saçımdaki yellerin SAĞLIKLA beni imtihan ettiği karalıda hafiften öksürüyordum; burada olduğumu kanıtlamaya çalışırcasına. SABAH, SEHERİN en giz yanından şakıyordu gönlümün istismarına.

Çünkü yaşamak bedenen bir zayıflığın ruhsal çarpışmalardan kavuşturulduğu soysuz bir muhtaçlıktı inançlarımda. KÜHEYLAN sohbetlerin AYAZDA insafı doyurduğu bir kalleşlikti gözlerimden dökülen evhamlı yağmurlar. Şimdi nasıl olacaktı da karşılaşacaktım nerede olduğunu bilmediğim LİMONLA?

Ekşitip yüzümü, soğuk aldığım yaşamaktan NANESİNİ nasıl olup da rica edecektim? HAYAL, komedyadan mezun olan bir KUMSALIN çocuklarla oynayan bir oyun arkadaşıydı. KALPLİ TAVŞANLARDA seyirciye sunulan kelimelerin tümsekten düşüp çocuk hayalleriyle dövündüğü ve yetişkinlere merak saldığı dar bir çizgiydi.

Kalemi oynatırken ben, bir otobüs geçiyordu kalbimin cehennem durağından. Duvarlar çiziliyordu, boş koltukların oturulmaz vedalarında. Bir çocuk, elleriyle mendil sunuyordu gözlerimin yağmurda belirginleşen çimenine.

ARABALAR, KEDİLER, KÖPEKLER ve nicedir unuttuğum iyilikler karşılaşıyordu iyi kilerle. İyi’nin ki’den ayrılışını izliyordum, kötüydüm her demimde.

Herkesin yazdığı ve “ÇOK TATLISIN” dediği bir karamsar çırpınışta palyaçoya rast geldim ve şimdi…

Beni güldürdü, beni ağlattı, beni çimdikledi. Kendim, kendime gelirken palyaço benden gitti.

Kopyala yapıştır yaptım kendimden, nereye yapıştırsam hüznü; bilemedim.

Sonra “Mutluluk orada!” dediler, döndüm baktım; neredeydi?

Gözümdeki çapağı sildim, çocuğa mendilini geri uzattım. Gözyaşı deposundan çalınmış bir sersemlik gibi gözlerime baktı. Emanetini almadı.

Egzama ısmarlanan elimin, deterjanla tanıştığı şımarıklıklarımın büyüme telaşına bir krem sürdüm.

Elim, beni tanımadı. Kalem düştü, kalbimden. O zaman tanıdı.

İç hastalıkları uzmanı mutsuzluğumun yarabbi şükür diyen tövbesiydim.

Di’li geçmiş zamanlar şimdiden bir kez daha ayırdı beni.

İyileştirdim, iyilikten doğamayan iyi kilerimi.

Doydum, kötülüğüme; bir yanıp sönen parıltıların bir bakış atışına selam verdim.

Ferahfeza ilerledim, kamyonun K’si çarptı kötülüklerime.

İyi olmak için çırpınan ruhumun karıştığı emperyalist bir keşkeydim.

Şükürdü, kavuşturana.

Anlamadı, kimse görmeyip kimse dövmedi, dönmedi.

Kayıp yıldızlar kaçırdı kuşların cıvıldamalarını.

Bir mesaj geldi, sandım ki hayat bana çağrı attı.

Öyle değildi ne yazık, hayatın kapı numarasını unutmuşken ben; o bana misafir olmazdı.

Çocuğun doğumundan var oluşunun son salisesine kadar koşmakta olduğu umutları, yetişkinlerde sadece zevk diye dönüyordu.

Hiçbir yetişkin söküp almıyordu kendisine ait olanı.

Sahilden topladım, midyelendiğim kabuklarımı.

Yüzdüm, kulaklarımda bir fısıltıyla.

Var, oluşu şirinleştiren bir kıyıyken limanlarda; sadece var olduğu için acı çekmekte olan birileri var şu dünyada.

Nankörler, kelimeler gibi.

Yazıldıkları anda unutulurlar.

Yaşamadıkları an unuturlar.

Yaşayamadıkları her an, yaşadıkları anı unuturlar.

Boca İstasyonunda herkes payını alıyor; kimine mutluluk, kimine sağlık, kimine huzur, kimine ACUR ve kimine kalpli bir tavşan düşüyor.

Çünkü aklından geçen ilk kelime yaşamayı istediğin ilk kelimedir.

Yolcular biniyor; trenin son kelime koltuklarına.

Dans ediyor makinist; kelimelerin gizemli yolculuğunda.

Vatman geliyor, tramvaydan indiriyor diğer herkesi; kim nerede durmak istiyorsa orada durduruyor keşkesi’ni…


03 Temmuz 2021 4-5 dakika 464 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 2 yıl önce

    Refik Halid Karay Ahmet Hamdi Tanpınar Reşat Nuri Güntekin gibi dolu dolu roman hikaye yazan yazarlara Sebahattin Ali Sait Faik Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir gibi yalansız-dolansız üreten yazarlara pek tanınmayan Cahide Birgül'ü de ularsam fena olmaz...Çoğu romancı hikayeci şair onlardan yola çıkmıştır ki tanınmış tarihçimiz eşsiz insan İlber Ortaylı' da bu insanların okunmasında fayda var der ve okunacak kitapların zirvesine koyar...

    Son dönemlerde neden kitap ve özellikle şiir okumuyorum? Çünkü bana fazlasıyla mekanik geliyorlar. Mekanik evet aynen öyle gres yağlı hem de...

    Kelimeler önemlidir...Kelimeleri önemli kılansa hayaldir.

    Dağlarca; rahmetli bir dize için günleri haftalarını harcar. Sözlükleri açar kullanacağı sözcükleri not eder. Yüzlerce sözcükten ne çıkar? Hiç bir şey çıkmaz...Bu nedenle mekanik yazarlar diyorum...Ama Yaşar Kemal. O sözcük zenginliğinin farkına varsaydı Fransa'nın ve buradaki solcu geçinen aydınların dolduruşuna gelmeseydi emin olun Nobeli alırdı...Orhan Pamuk mu? Hep güldürmüştür beni yazdıkları....

    Evet Hayal var olmadır...