Bölmede Kalan Olmak

“Tebdil-i mekânda ferahlık vardır.” demiş atalarımız. Yere, zamana ve duruma göre yer değiştirmek; bir anlamda hicret etmek de sünnettir ayrıca. Osmanlı da, zamanında bu yola başvurmuş; üç kıtaya at sürmekle kalmayıp, yedi denize de yelken açmıştır. Ki bu denizlerin ikisinin umman (okyanus) olduğunu hatırlatmama gerek yoktur sanırım. Üstelik hicret ile cihadı bir potada eritmeyi başaran Osmanlı’nın bu becerisine -gelmiş geçmiş âlemde- erişebilmiş bir başka devlet de gösteremezsiniz. Zira Osmanlılar, ne Emevîler gibi sahil (plaj) turu atmışlar ne de Romalılar gibi Nil’de balık avlamışlardır. Dünyanın bilinen her noktasına hakkı, hukuku, adaleti götürme kaygısı yüreklerinde kor olup yanmıştır. Çünkü davaları ‘nizam-ı âlem, ilâ’yı kelimetullah’tır. Günümüz Türkçesi ile ifade edecek olursak, dünyaya düzen vermek; Allah’ın sözlerini yani Kur’an-ı Kerim’i yüceltmektir. Osmanlı bir elde kılıç, bir elde Kur’an yol aldığı içindir ki başarılı olmuştur. Osmanlı’yı, şanı büyük Osmanlı yapan; Akşemseddinlerin, Hacı Bayram-ı Velilerin rahle-i tedrisatından geçmiş olmalarıdır. Kısacası -Seyit Ahmet Arvasî üstadımızın enfes söylemi ile- onlar güzel insanlardır cancağızlar ve güzel atlara binip gitmişlerdir.

.

Osmanlı bakiyesi olmak, genç cumhuriyetimiz için hem bir gurur kaynağı hem de baskı aracı olagelmiştir. Osmanlı’nın veliahdı olmak ne kadar gurur verici ise; Osmanlı’nın gölgesinde kalmak da bir o kadar eziklik hissi vermiş, yürekleri burkmuştur. Onlarca basamaktan oluşan bir bölme işleminde, kalan olmak gibi bir durumla karşı karşıya kalan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir türlü istenen atılımları gerçekleştirememiş; uygarlığın zirvesine bir türlü ulaşamamıştır. Gerçi bu gecikmenin çeşitli sebepleri vardır. Başta Çanakkale ve İstiklâl Harbi (Bağımsızlık Savaşı) olmak üzere, uzun süren savaşların bir sonucu olarak ülkede -bırakın âlimleri, vasıflı insan gücünü- okuma yazma bilen insanların dahi kalmadığı tarihi bir vakadır. Hâl böyle olunca da, genç cumhuriyetimiz ağır aksak bir tarihi süreçten geçmek zorunda kalmıştır. Türkiye Türklüğü açısından, Hanedanlığın son yılları ile Cumhuriyet’li yıllar maalesef ortak kaderin paylaşıldığı yıllar olmuştur. Ve olmaya da devam etmektedir. Kısmi savaş ortamından tutun da; siyasî çalkantılar, yokluk, yoksulluk, yolsuzluk… diye giden birçok etken, hanedanlık günlerinin bir devamı niteliğindedir. Etnik özürlülerin sebep olduğu iç isyanlardan, darbelere; iktisadî bağımlılığa kadar birçok çetrefil mesele, Hanedanlıktan devralınan birer miras olarak Cumhuriyet’in karşısına dikildiği içindir ki genç cumhuriyetimiz ister istemez bocalamıştır. Bizim fikrimize göre, meseleye bir de bu açıdan bakmak hem çözüm umutlarını arttıracak hem de Türkiye’nin büyüyüp, Osmanlı olmasının yolunu açacaktır.

.

Türkiye’nin, bölmede kalan olmanın verdiği gerginliği hâlâ yaşıyor olması hem kendine hem de komşularına ve eskiden ittifak yaptığı; güç birliği, gönül birliği oluşturduğu halklara sıkıntı yaşatmıştır. Halkımız millî şuurunu korumayı başarsa da, yöneticilerimiz neredeyse ‘redd-i miras’ yoluna giderek, tarihî geçmişimize sırt çevirmişlerdir. Binlerce yıllık bir birikimi, Giray Han’ın kibrine, Şerif Hüseyin’in ahmaklığına; bir kısım Ermeni’nin, Kürt’ün idrâksizliğine kurban etmek “Büyük Millet” olmayı iddiadan öteye götüren bizlere yakışmamıştır. Ermeniler demişken, tarihin tozlu sayfaları arasında unutulup gitmiş birkaç ayrıntıyı (detay) sizlerle de paylaşalım. 1071 yılındaki Malazgirt Meydan Muharebesi (savaş) sırasında, Uzlar (Oğuz) ve Peçeneklerle birlikte hareket ederek, Selçuklu ordusuna katılan topluluk Ermenilerden başkası değildi. Yani Türk-Emeni dostluğunun temeli ta 1071 yılında atılmıştı. Dahası bir kaşık suda fırtınalar kopartmaktan bile daha abartılı (mübalağa) bir duruma gelen göç (tehcir) olayı sırasında, Osmanlı devletinin millî meclisinde (parlamento) altı Ermeni bakan bulunduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Hatta bu makamların ‘Fuzulî İşler Bakanlığı’ olmadıklarını da ilâve edelim. Dahası “Türk’ün Hıristiyan’ına Ermeni denir.” atasözü de bizzat, -Müslüman Türkler ile Hıristiyan Ermenilerin etle tırnak gibi olmalarını içlerine sindiremeyen- Batılılara aitti. Yine 1918 yılında Ermenistan bağımsızlığını ilân ettiğinde ilk tanıyan devletlerden biri Osmanlı idi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın 1954 yılındaki ABD gezisi sırasında, kendisini coşku ile karşılayan Türklerin yanında -sıkı durun- Ermeniler de vardı. Kısacası yedi düvelin, yok Ermeni meselesiydi yok Kürt meselesiydi diyerek yapay (sunî) meseleler çıkarmaktaki maksadı Türkiye ile Türkistan’ı birbirinden ayırmak; dünyayı yöneten Osmanlı Türk Devletini ortadan kaldırmaktı. Maalesef bunu da kısmen başardılar. Ermeni bahsini, Fransa “Kralı” Napolyon’un Türk-Ermeni dostluğunun ortadan kaldırılması için önerdiği iğrenç yöntemi de naklederek kapatalım cancağızlar. Napolyon ne diyordu, biliyor musunuz? “Aralarına kan sokun!”

.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, kurulduğu günden bu yana türlü sıkıntıların, gerginliklerin esareti altına girmiş gibi bir durumu yansıttığı malûmunuzdur. Oysa talihinin dönmesi, toparlanması; ikiye üçe katlanıp, büyümesi birazda Türkiye’nin kendi elinde olan bir şey... Üstelik de bölünen, parçalanan Osmanlı’nın hatırası gibi eşsiz bir mirasa sahipken; Allah vergisi bir lütûfla karşı karşıya dururken hem de. Neden derseniz Türkiye’nin, bir zamanlar Osmanlı tebaası olan ülkelerle -bir iki istisna dışında- bir sorunu bir sürtüşmesi bile yoktur. Sevgi ile oluşturulan bir birlik, dostça sona ermiştir neredeyse. Savaşlar hep üçüncü taraflarla yapılmıştır. Yani sömürgeci (müstevli, emperyalist) devletlerle… Üstelik Osmanlı’nın kalanı olmak, -bir yerde- Osmanlı’ya giden yolu da aydınlatmaktadır. Görme duyularında aksayan bir yan olanlar varsa; o zaman başka tabi! Gelin şimdi rahmetli Uğur Mumcu’ya kulak verelim: “Kürt’ü, Türk’e; Türk’ü, Kürt’e; Ermeni’yi, Türk’e; Türk’ü, Ermeni’ye; Alevî’yi, Sünnî’ye; Sünnî’yi, Alevî’ye düşman eden, emperyalizm ve emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarıdır. Dün öyleydi, bugün de öyle…” Peki, içinizde bu sözün altına imzasını atmayacak olan var mı? Yok, diyorsanız; o zaman atalarımız yine haklı çıktı demektir cancağızlar. Zira aklın yolu birdir. Ee tabi görebilene!

.

Aziz Dolu Atabey

Serik–16.12.2008

.

Derkenar: Bu yazımızı, ilk millî şehidimiz olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in aziz hatırasına ithâf ediyoruz.

03 Eylül 2009 6-7 dakika 32 denemesi var.
Yorumlar