Boşa Geçmiş Zamanım

Boşa geçmiş zaman, insanın kendi omzuna yaslanıp iç çektiği o en sessiz anlarda kendini belli ediyor. Hani gözlerini kapatıp geriye dönüyorsun ya, içinde kocaman bir sessizlik yankılanıyor. Yürüdüğün yollar, harcadığın nefes, sustuğun cümleler, içine gömdüğün hayaller… Hepsi birden önüne düşüyor. “Ben bu zamanı neye verdim?” diye soruyorsun, ama cevap o kadar ağır ki, insanın boğazında düğümleniyor.
Kimi gülüşler için ömür harcanıyor, kimi vedalar için yıllar ziyan oluyor. İnsan, kendine ihanetin en büyük izini, boşuna yaşadığı günlerde fark ediyor. Bir bakıyorsun, eline geçen hiçbir şey yok; ama ruhunun içinde taş gibi duran bir yorgunluk var. Zaman akıp giderken, senin de ömründen eksilen parçaları oluyor. İçinden diyorsun ki: “Bunca yıl, kime ve neye adadım kendimi? Karşılığı bu muydu?”
Boşa geçmiş zaman, insanın içindeki en derin çığlık aslında. Çünkü telafisi yok. Parayı yeniden kazanabilirsin, kırılan eşyayı tamir edebilirsin, giden insanın ardından başka yüzlere alışabilirsin. Ama giden zamanı geri alamazsın. O, bir kere akıp gidince, geriye sadece pişmanlık bırakıyor. İşte bu yüzden en ağır yük, boşa harcanmış yılların ağırlığıdır.
İnsanı yıkan, başkalarının ihanetleri değil; kendi kendine verdiği tavizlerdir. Göz göre göre susmalar, “belki düzelir” diyerek oyalanmalar, içini parçalayan şeylere bile “dayanırım” diye katlanmalar… İşte bütün bunlar, zamanı boşa geçirmenin en acımasız şekli. Çünkü sonunda anlıyorsun ki, sen yaşamadın; sadece bekledin, sadece sabrettin, sadece sustun.
Zaman dediğin şey; kalbinin çırpınışlarıyla, ruhunun feryadıyla kıymetli. Sen ise çoğu kez bu çırpınışları bastırdın, kendini görmezden geldin. “Bir gün olur” dedin, “belki değişir” dedin. Ama hiçbir şey olmadı. Olmadığı gibi, içinde biriken boşluk büyüdü. Sonra aynaya baktığında, gözlerinin içindeki yorgunluğu gördün. İşte o an fark ettin; boşa geçmiş zamanım var, hem de öyle az değil.
İnsan hayatı boyunca biriktirdiği şeylerle değil, kaybettikleriyle büyüyor. O yüzden boşa geçen zaman, insana hem öğretmen, hem de cellat oluyor. Öğretiyor, çünkü bir daha aynı hatayı yapmamak için içini kanata kanata ders veriyor. Ama cellat gibi de boynuna çöküyor, çünkü geri dönüşü yok.
Belki de en acısı, senin kıymetini bilmeyenler için yandığın zamanlar. Onların gözünde sıradan bir andın, ama senin için yıllar demekti. Onların unuttuğu şeyler, senin içine kazınan yaralar oldu. Ve sonunda anladın ki, en büyük kayıp, kendini bile bile yok saydığın zamanlar.
Boşa geçmiş zamanım… Söylenmeyen sözlerim, tutulmayan ellerim, yaşayamadığım hayallerim, gülmekten çok ağlamalarım… Hepsi birikmiş, ruhumun derinliklerinde ağır bir sandık gibi duruyor. Açmaya cesaretim yok, çünkü biliyorum, açarsam içinden yalnızca pişmanlık fışkıracak.
Ama şunu da biliyorum: Bundan sonrası benim elimde. Geçmişin yüküyle yürümek zor, ama o yükü taşırken artık yeni kayıplar eklememek lazım. Boşa harcadığım yıllar geri gelmeyecek, ama bundan sonrası için aynı acıyı kendime yaşatmamayı seçebilirim.
Ama yine de içimde hep o yanık cümle dönüp duracak:“
Boşa geçmiş zamanım var, geri gelmeyen, içimi kemiren, omuzlarıma çöken ağır bir zamanım var.”Boşa Geçmiş Zamanım….