Bu Ne Yaman Çelişki Anne
Doğduğum gün ilk tanıştığım kişiydin anne. İlk ağladığımda memeyle tanışıyorum. İçinden bir sıvı akıyor ağzıma doğru , ılık ılık. Çok seviyorum ılıklığını da tadını da .Henüz adını da rengini de bilmiyorum.
Onun adı sütmüş ... rengi de beyaz.
Bütün bunlar yolculuğun henüz başında sunulunca bana , sanıyorum ki hep böyle gidecek yaşam.Bilmiyorum ki 'görüp göreceğin işte bu kadar' demek istiyormuş meğer yaşam bana.
İlk kar yağdığında anlıyorum , bütün beyazların süt gibi ılık olmadığını.
Ama annem hala sıcak. Diğer insanlar da kucağına aldığında üşümüyorum aslında . Ama annemin kucağı 'üşümemekten' çok farklı bir sıcak.
Anneme hiç benzemeyen biri daha var evimizde. O annem gibi değil gibi sanki , ama 'diğer insanlar' gibi de değil. Gözleri sanki annem gibi bakıyor da yüzü , bakışlarını hep gizler gibi. Kalın kalın kaşları var. Annemin kaşları hiç dikkatimi çekmemişti oysa.
Neyse onu sonraya bırakalım. Hem teyzeler de anne yarısı olunca onun oranını iyi tespit etmek lazım .
Yaşamın ilerleyen evrelerinde yavaş yavaş büyümeye başlıyorum. Her evrede de sevdiğim şeyler çoğalıyor. Sevdiğim oyuncaklar , sevdiğim yemekler oluyor. Ama büyüdükçe her sevdiğim şeyin yanına bir de sevmediklerim ekleniyor. Bir şey daha dikkatimi çekmeye başlıyor. Sevdiğin bir çok şeyi 'para' vererek alıyorsun , ya da 'para' harcayarak .
Sonra insanlar içinde anneme benzeyen biri çıkıyor karşıma.Onu oyuncaklardan , yemeklerden, sinemadan , futbol maçından ve hatta diğer insanlardan farklı görmeye başlıyorum. Evet ...evet onu farklı seviyorum.
O da beni farklı 'sevmiyor'. Demek ki o annemden çok farklı. Günler , aylar ve hatta yıllar geçiyor. Bir gün anneme benzeyen başka bir insan getiriyorlar karşıma. 'Sen bunu sev' diyorlar. 'Olur' diyorum .
Onun da annesi var ve annesinden istenmesi gerekiyor.(Beni isteseler annem verir miydi ki? ) Sonra kız görme , erkek görme,söz, nişan , düğün , imza , defter gibi bir sürü teferruatlar var ve hep para veriyorsun. Ben kazıklanıyor muydum yoksa ?
Değilmiş , birbirlerini aynı sevenler de aynı evrelerden geçiyormuş.Nasıl rahatladım bir bilseniz !
Anemin bana ilk öğrettiği şeylerden biri yalan söylememekti.
-'Sakın yalan söyleme!'
-'Bana yalan söyleme!'
-'Yalan söyleme haaa!'
'Yalan söyleme !' sözcüğü başına , sonuna aldığı eklerle , annemin mimikleriyle ve ses tonuyla birbirinden farklı o kadar çok anlama bürünüyor ki , okula gittiğimde bu kadar çok harfin, bu kadar çok sözcüğün ne işe yaradığını kavrayamıyorum bir türlü.
Evimize gelen bir misafire ' teyjeee ayakyayın ne kaday çok kokuyo' dedikten sonra
-'Misafire ayakların çok kokuyo denilmez' nidaları arasında yediğim terlik darbelerinin nedenini anlaya bilemiyorum bir türlü.
-'Ama anne sen bana yalan söylenmez dedin'
Yok yok , bu dünya anlaşılır gibi değil.
Ne zaman yalan söylenir , ne zaman doğru söylenir dersleri hep karışıyor yaşamımda.
Doğru söyleyerek sevdiklerini kaybedebiliyor, yalan söyleyerek seni sevmeyenlerin seni sevmesini sağlayabiliyorsun.
Ama yaşamdan aldığım hiçbir yeni ders , hiçbir yeni deneyim beni 'Annem bunu bana yanlış öğretti' ye yöneltmiyor.
Çünkü artık benim de bir çocuğum var. Çünkü annemin her yanlışı artık benim de yanlışım.
Çocuğum varken bile ben hala onun çocuğuyum. Biliyorum ki , eğer yaşarsa torunum olduğunda bile değişmeyecek bu.
Düşünüyorum anne kucağı hep sıcaktı. Anne sütü beyaz ve ılıktı. Annem bana 'bütün kucaklar sıcaktır , bütün beyazlar süttür ve ılıktır' dememişti ki!
Aslında annem bana hiçbir şey öğretmeye çalışmamıştı. Sevmişti sadece. Bu yüzden dünyanın en güzel nimetlerini hiçbir karşılık beklemeden sunmuştu.
Onun bana aldığı oyuncaklardan daha güzellerini almıştım parayla. Arabaların , evlerin , yemek takımlarının gerçeklerini almıştım hem de.
Oysa dünya üzerinde dünya kadar anne varken , dünyanın parasını da verseniz satın alabileceğiniz bir tane bile başka 'anne' yoktu.