Buğu

Portresinde sevinçlerimin asılacak bir duvar bulamıyorum.

Bir his yok içimde. Mucize sahasında topun bendenize çarpıp canının acıdığı oluyor. Topun bile canı var, sanki benim yok.

Boş yalnızlık zamanlarımın gözümde donan gözyaşlarına hediye saçarak kalabalık koltuklara akraba olmak sözü verdiği de oluyor.

Nişanlarız diyorlar bizim kız ile sizin kalabalık mutluluklarınızı; yakışırlar hem...

Bu duvarlar benim kahrediş gerçeğim ve bu mutfak, pişirdiğim sancı yemeklerinin "çok doydum" yankısının can bulmuş hali...

Dişlerini gördüm, bir zamanlar sevdiklerimin. Otuz iki dişlerini gördüm fotoğraflarında. Bensizliğe gülüyorlardı, beni unutmuşluklarına gülüyorlardı, beni hatırlamayıp mutluluğu ben olmadan karşılayışlarına gülüyorlardı ve gözlerini de gördüm, parıldıyorlardı. Simli kayboluşuma inat öylece parıldıyorlardı.

Yutkunurken boğazıma acının tozu kaçıyor. Öksüremiyorum. Sırtıma vurur diye yalnızlık helalinden bir "Helâl helâl su iç de geçsin" der diye öksüremiyorum.

Beni hiç anlamadılar, ya da kendimi hiç anlatamadım. Sessizlik, durmayan kalbimin feryat temposundan hallice olurken beni anlamadı hiç kimse.

Gönül hoşluğu tuhaflıkları sardı sonra kalbimi. Kendimle hoş kalıp buna alışırken.

Edebi türkülerde makber dinlemişliğim ve içlenmişliğim oldu. Eğer görmüyorsam gözümün önündekileri, çok zaman duvarları gördüğüm ve onları görmeye alışıp herkesi duvar sanışımdandır...

Burnumun ucundakiler bu yüzden yaban nesnesi, yokluğu varlığa karışan nesnesi olmuşlardır... Anlamadınız ki.

El parmaklarımla oynuyor oluyorum, yutkunurken. Sanki el parmaklarım oyuncağımın kırılmamış ve hüzne bulaşmamış çocuksuluğu; biri salıncak, öteki kaydırak. Kendi buzullarımdan kayıp kendi tırnaklarımdan zaferle ineceğim bir salıncak sanki el parmaklarım...

Unuttuğum bir şey daha var. Kendimden bir parça yine kendime ayırdım. Yarına da kalayım. Bugün lazım oldum çok; yarın da yine kendimi parçalara bölerek kendimden başka tamamlanmışlığın olmadığına kendimi adayarak bölüm bölüm kendimi kendime ayırayım.

Çok yutkundum. Su versenize. Boğazım kurudu kalabalıklara, Allah rızası için kurtarsanıza.

Helalinden bir umut içiren rüzgar, yağmurun damlasından kaçırdı gözlerimi. Bu yüzden yağmuru ve şimşeği görmeyi hiç sevmedim.

Yanağımdan dökülen Ağustos gecesi, ertesinde demlenen sabah feracesidir. Kımıldadım, kör müsünüz? Kalabalık koltuklarınıza oturtsanıza.

Gözlüğümün buğulanan camının silinmeyen yanıyım. Çıkarmıyorum gözlüğümü, size görünmeden; asla. Belki beni gözlüğümden tanırsınız, 0.75 ile 1.00 numaralı görüşsüzlükler çağırırken kurtarılamayışlıklarıma; belki beni gözlüğümden anlarsınız.

Buğulandım, kalbimin camına; yazdım nefesimle ney çalan yalnız ruhumun notalarını. Okursanız, belki beni tanırsınız...


18 Ağustos 2019 2-3 dakika 464 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar