Cesur Karınca

Bir varmış bir yokmuş, demiyeceğim. Ordan aldım, şurdan çaldım demiyeceğim. Diyeceğim o ki, söyleyeceklerimin hepsi, bireysel deney ve gözleme dayalı… bir tür “bilimin halka inmiş” hali, diyebiliriz.

Karıncaların insandaki imajı çalışkan ve zararsız olduklarıdır. Çalışkan olmasına çalışkanlar ama peşin peşin söyleyeyim hep kendilerine çalışkandırlar. Zararsız oldukları ise pek söylenemez. Misal giden yıllarda Konya’dan bin bir zahmet ile getirtmiş olduğum yerel marul türünden epey tükettik, sağ olsun onca eziyet ve saldırımıza rağmen doğa kısmetimizi, rızkımızı alın terimize karşılık verdi.

Verdi vermesine amma tohuma bıraktığımız birkaç kök marulun üç beş gün kuytu ve duldada beklemesi gerekiyor iyi tohum almak için.

Bu böyledir, doğrusu budur.

Birkaç gün sonra vardığımızda “o da ney lan” insafınız kurusun bir tane tohum bırakmaz mı insan…pardon yani karınca.

Alayını götürmüşler, kendilerine kışlık erzak yapacaklar besbelli. “Peki biz ne yapacaz, ne yiyecik, daş mı kemirecez” Çal babam çal ne ala memleket, derler ya hani o misal yani.

Çalıyorlar ama çalışıyorlar mı diyelim yani şimdi.

Akıl akıldan üstündür misali, son kırıntıları da sırtlanmış üç beş minik karınca boyuna posuna bakmadan “götür yavrum götür onları da sen götür” demedim tabii…baktım izledim, toplu iğne kadar delikten içeri gir, yuvaya taşı babam taşı. Bu türün genlerinde mi var çalmak anlamadım.

Bir de karınca duası var ya hani ondan derim.

He biz de insanız bu aklımız var ya hani, hele ki kullanırsa bu aklı vay haline milletin, pardon bahçenin.

Toprağa bir bel küreği döşedim yirmi santimden fazla, alt üst ettim zor oyunu bozar misali. Aldım eledim aldım eledim toprağı.

Öf!... yüzlerce karınca yumurtaları ile bizim tohumlar futboldan pek anlamam amma Beşiktaş forması gibi duruyor karşımda, siyahlı beyazlı.

Üzgünüm, dedim. Bunlar bana lazım aç mı kalalım?

Yaşamdan;

Bir çark bir işleyiş modeli bu, ne yapalım. Ben insanım sen karınca.

Tohum gelecek demektir, sen nasıl benim geleceğimi çalarsın.

Bunların zararı sadece bununla kalsa iyi. Bahçede hastalıkların, özellikle yaprak biti, pamuklu bit kaynaklı hastalıkların yayılmasına da neden olur. Bu bitler sömürgendir, insanın iliğini pardon bitkinin özünü kemirirler, canlıyı sömürür kuruturlar.

Diktiğiniz ağaç kurur. Sebzeniz kurur. Bahçeniz ölür… geleceğiniz tehlikeye girer.

Hatta evinizin içine kadar girerler farkına bile varamazsınız. Benden demesi.

Karıncalar, bu bitlere karşı doğal düşman olan misal altın gözlü böceğe karşı savaş açarak bu bitleri korurlar. Uğur böceği gibi yanınızda olan böceğe de “yamyam böcek” sıfatını yakıştırırlar, yapıştırırlar. 

Bunlar kendi toplumlarında mekanik yaşar sorun çıkmaz, suçlu çıkmaz. Veballeri boynuna her türlü haltı yerler sesleri çıkmaz, kol kırılı yen içinde kalır misali. Herkes görevinin görevlisidir yani. Eğitilebilirlik seviyeleri ya yoktur ya çok düşüktür. Dış dünyaya verilen zarar akıllarına bile gelmez. Onları pek ilgilendirmez.

E… ne olacak. “hayvancık bu”

Eskiden olsa “ bak bakim birini sallandır bir daha yaparlar mı”derdim ama şimdi öyle demiyorum.

Kontrol altında tutulmalı, izole edilmeli toplumdan pardon bahçeden yalıtılmalı, diyorum.

Tebeşir, pudra, acı biber, kimyon, sarımsak vs. dahil bir çok maddeyi denedim. Sadece tarçın. İnanılmaz etkili, etkisi geçinceye kadar.

Çembere aldım, labirent oluşturdum hem yuva ağızlarında hem de geçiş yollarında…müthiş.

Neyse lafı uzatmayalım büyük bir gurup karınca cemaati gibi bir denek seçtim. Bunları tarçın çemberine aldım hem de yedi kat.

Ve izledim. İçlerinden çok azı bir elin parmakları kadar olanı belli müddet sabredip tarçının üzerinden atlayıp hatları tek tek yardı, tüm korkularını tüm yargılarının üstesinden geldi. Onlar kendi yaşamlarını yaşamaları gerektiğinin farkına vardı. Özgürlüğe koştular.

Onlar cesur karıncalardı…

Geriye kalanlar ise bir çembere hapsolmuş olarak kaldı.

Bu kadar…

Bitti.

Daha ne olsun?

12 Ekim 2023 3-4 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (2)
  • Bazen de kendi çabamızla, terimizle edindiğimiz yapay bir şeyler de barındıran modern objeleri de üst üste koyarak o etrafımızda ördüğümüz duvara katkıda bulunuruz. Koskoca insanlar olarak, minnacık karınca ne yapsın. Diye düşünmeden edemedim yine ben. Ah, ben...

    Bir avuç için ise gizem, çoğunlukla estetize eden bir şey. Kültürler, sanatlar, eserleri işte. Türümüzün bugüne ulaşması çoğunlukla "merak ediş"e dayalıdır.

    Daha küçük bölünmüşlüklerden bir türü de işte; "karınca"... Karbon temelli bedenler eninde sonunda.

    "Tanrı bir durumdur" diyor Berger, görme biçimini anlatmaya çalışırken de "tek bir anda tek bir yerde olması gerekmez" diyor. Peki ya ruh Abi, ruh hangi molekül temelli?

    Bu yazıyı bir kez daha okuyabilmekten dolayı mutlu oldum.

    İçten sevgim ve selamlarımla...