Çilingir Sofrası

Rakı masası, kalbin kapısının açıldığı tek yerdir… Bu yüzden adına ‘’Çilingir Sofrası’’ denir…

Ayyaş değilim ama ‘’RAKI’’yı seviyorum…

Benim için Orhan Veli'dir! Rakı…

"Şiir yazıyorum,

Şiir yazıp eskiler alıyorum,

Eskiler verip musikiler alıyorum,

Bir de rakı şişesinde balık olsam..!"dır…

Anadolu topraklarında doğup ve hala bu toprakların havasıyla ciğerlerini dolduran bir Türküm. Türk olmasam da bir şey değişmezdi… Ermeni olsam mesela… Arap olsam, Kürt olsam, Laz olsam ne fark ederdi ki? Ben yine bu toprakların çocuğu olacaktım… Ve bu topraklar için yaşayıp ölecektim…

Bu toprakları ve bu toprağın insanlarını seviyorum… Tıpkı rakıyı sevdiğim gibi... Vazgeçilmezler… Hele evde yapılanına asla ‘’Hayır’’ demem. Çoğunuz pek bilmez ama anasonlusu dışında değişik meyvelerden yapılan anasonsuz türevleri de vardır ‘’BOĞMA RAKI’’nın… Üzümle yapılanı herkesçe bilinir. İncirle yapılanı ‘’TİNİ RAKI’’ çok serttir. Bizim bölgemizde Hambelesten (Murt-Yaban Mersini) ve Keçiboynuzundan yapılanı en makbulüdür. Aklınıza gelen bir çok meyveden boğma rakı yapılabilir…

Açıkçası ‘’Ümmetçilik’’ söylemleri altından yüzyıllardır Araplaştırılmaya çalışan benliğimiz, bu dayatmadan bıktı ve usandı artık… Önce dilimiz, sonra şiirimiz, sonra edebiyatımız en sonra da kimyamız karıştı. Alllah’tan rakı var… Hoşuma gitmeyince rengi denizlerin, biraz rakı sürüyorum güzelleşiyor… Bu karışıklıklar yüzünden öz Türkçe kelimelere bile başka kökenler bulmayı başarabildik… Aferin hepimize…

Hem bu da bir şey mi? Kökeni öz Türkçe olan, tarihin akışı içerisinde Farsça ve Arapçayla harmanlanan ve adına Kürtçe denen bir dil yarattık… Ve bu dili konuşanları öteledik, yaratık saydık… Bizi ayrıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağı kendi ellerimizle sürdük… Harika, bütün alkışlar bize…

Öğrencilik yaptığım Van iline en son bundan altı yıl önce gitmiştim. Oradaki dostlarıma şöyle demiştim;

‘’Türklerle Kürtler birbirinden farklı iki millet değildir. Konuştuğunuz dili iyi inceleyin Türkçe kelimelerle dolu. Hatta Kürtçede olmayan bir kelime için yine Türkçe kelimeler kullanmak zorunda kalıyorsunuz. Aynı kökün kollarıyız. Sözün özü Türkler Kürtlerin bu ülke için bir değer olduğunu asla unutmayacaklar… Kürtler de bu Ayyıldızlı bayrağın altında yaşamaktan onur duyacaklar. İşte o zaman Anadolu topraklarına bahar ve bereket yağacak…’’

Kürtleri de seviyorum. Tıpkı rakıyı sevdiğim gibi… Onlar da vazgeçilmezler…

"Alkol" kelimesinin kökeni Arapça. Peki, ne yapmalı? Kullanmayalım! Hatta Yasaklansın... Üstelik Türkçe olmayan tüm kelimeler yasaklasın, kullanılmasın… Arapça yetmezmiş gibi bir de Farsça kelimeler var… ‘’Hem hafızada fazladan yer kaplayarak, başka diller öğrenmemize mani oluyorlar J’’ demişim gülümseyerek… Okudukça göreceksiniz ki yabancı kökenli kelimeleri hiç kullanmamışım! (hahaaayt)


‘’Rakı’’ ise özbeöz Türkçedir… "Nasıl bu kadar eminsiniz?" derseniz; ‘’Abdala malum olurmuş!’’ demek zorunda kalırım… ‘’Çünkü ilk olarak nerede, ne zaman ve kim tarafından üretildiği bilinmiyor. Oradan malum! Eğer Türklerden başka bir millet icat etmiş olsaydı, yazılı tarihi olurdu ve tüm detaylarını bilirdik!’’

Bir başka acıdan bakarsak;

Rakı sözcüğünün kökeni, vaktiyle Anadolu topraklarında, iri, uzun taneli ve kalın kabuklu ‘’Razaki’’ üzümünden yapılan, anasonlu rakıya dayanmaktadır. Razaki kelimesiyle Rakı kelimelerinin, telaffuz bakımından benzerlikler göstermesi ve rakının ‘’Türk İçkisi’’ olarak tanımlanması, rakı sözcüğünün, bu üzüm cinsinden ve Türklerden geldiğini ortaya koyar…

İlk defa Irak’ta üretilip, buradan komşu ülkelere yayılmış ve bu nedenle ‘’Iraki’’ (Irak Menşeli) sözcüğünden gelmiş olabileceği de düşünülmektedir. Kaldı ki Irak’ın Kerkük bölgesinde yoğun olarak yaşayan ırkdaşlarımız, kuru üzümden elde edilen ve anasonla aromatize edilen, değişik bileşimli alkollü bir içkiye ‘’Arak’’ demektedirler… Hangi yöne dönerseniz dönün, dönüp dolaşıp Türklere denk geleceksiniz... Çünkü Türkler tarihe yön verdikleri gibi medeniyetlere de önderlik etmişlerdir. Ve rakıyı sevmişlerdir…


Şampanyanın mucidi Fransız keşiş, Dom Perignon’dur. Adam 1638'de dünyaya gelmiştir... Bizim Evliya Çelebi ise 1635 tarihli seyahatnamesinde "Rakı’’dan söz eder. Bu da demek olur ki Rakı, Şampanyadan daha eskidir!


Yani mi?
Mesele şu;

Şampanyayı icat eden Dom Perignon, daha kundakta ana sütü emerken, bizim atalarımız aslan sütü içiyordu! Aslan sütü demişken; ‘İmamsuyu’nun rakının diğer bir adı olduğunu duymuş muydunuz?


Başka "aydınlatıcı veri var mı’’ diye sorarsanız?

Var elbette!
Memleketi "ampul" sembollü bir parti yönetiyor ama elektriğin ampulden önce, rakıya faydası olmuştur. Ne o, şaşırdınız mı? Ama öyle…

Çünkü elektriğin icadıyla birlikte "buz"un keşfi gerçekleşti. Buz üretilince "Rakıya niçin buz koymuyoruz azizim?" fikri gelişti... Bu fikir ilk olarak Antiochia’da yaşayan ve evde ürettiği birbirinden lezzetli rakılarıyla ünlenmiş, Bakras’lı Fikri Ali Efendi tarafından ortaya atıldı… Ve Asi nehri kenarında kurdukları çilingir sofrasında, sudan elde ettikleri elektrikle buz üretip rakıya kattılar… (1873)

Bu tarihi keşif neticesinde, rakının üstüne buz koymak için daha uzun bardağa ihtiyaç duyuldu. Devreye pratik Kürk zekâsı girdi. Nasıl mı?

Anlatayım efendim;

Bir gün Van Eyaletinin Çatlak ilçesindeki Botan Çayı kıyısında çilingir sofrasındayız. O vakit 100 Yıl Enderunu Yüksek Aliyyesinde, Sıhhat-i Hayvaniye talebesiyiz… Rakıya ve buza uygun bardak ararken, Vani Mehmet Kenan Efendinin, Bakras’lı Fikri Ali Efendiye ‘’Limonata bardağı ne güne duruyor üstadım?” söylemiyle gerekli keşif yapılmış oldu.(1874)

Halâ benimle rakı içmediyseniz, o da sezin ayıbınız…

Diğer içkileri, kadeh kaldırmadan ve kadeh tokuşturmadan da içebilirsiniz… Fakat rakı kadehlerini, her yudum öncesi tokuşturmak gerekir…

Neden mi?

İzah edeyim efendim;

Herhangi bir içkiyi bir bardağa doldurup içtiğinizi varsayın. Şişedeyken ya da kadehteyken, rengiyle, şekliyle gözünüze hitap eder. Yani göz görür… Şişeyi ya da kadehi tutunca dokunursunuz. Hissedersiniz… Yani dokunma duyunuza hitap eder… İçmek için bardağı ağzınıza yaklaştırırken, ilkin kokusunu alırsınız ki bu rakıda özellikle yapılır… Ciğerler mideden önce nasiplensin diye… Yani koku duyumuza hitap eder. Yudumlayınca lezzetini alırız… Tat duyumuzu doyururuz… Yani beş duyu organımızdan, yalnızca işitme duyumuz faydalanmaz. Kulaklarımız. Bu şölenden onlar da nasibini alsın diye, öksüz kalmasınlar diye kadeh tokuşturulur… O ‘’çın’’ sesi için… Ve tüm rakı severler bu besteyi ezbere bilir… Bilhassa rakıda kulağı es geçmek, ayıp sayılır…


İçki sofralarının, meyhanelerin ve gece hayatının ağır ağabeyidir Rakı… Asil bir içkidir... Adiliği sevmez… Basitliğe gelmez…


Bakın, 1900'lü yıllardan bir davetiye aktarayım size;


"Muhterem efendim,
Teşrin'i saninin 21'inci gününe müsadif Cuma akşamı, Hristo'nun Meyhanesi'nde taam eylemek ve hususi bir eğlence tertip ederek vakit geçirmek istiyoruz. Sizi pek seven cümle dostlarımız teşrif edeceklerdir. Binaenaleyh, icabetiniz bizim içün mücib-i şeref olacaktır. Bu lütfu bizden esirgemeyeceğiniz ümidi ile takdim-i ihtiram eyleriz efendim. Pera sahaflarından Şener Efendi."


Adab-ı muaşerettir. Nezakettir, zarafettir!

Hem Milli’dir de… Üstelik AKP "Milli"sidir! Bu yasakçı arkadaşların döneminde "Milli İçki’’ olmuştur.


Rakıyı "Milli İçki" olarak tescilleyen, Türk Patent Enstitüsü Başkanı, o makama, AKP tarafından atandı... Eşi de AKP milletvekili... Ki o milletvekili, Suudi Arabistan’da Riyad Eğitim Fakültesi, İslami İlimler Akademisinden mezunudur iyi mi?


Dolayısıyla, "Rakı balık Ayvalık" gibi tekerlemelere, ‘’Milli AKP'li’’ de eklenebilir!


"Türk Milletinin Milli İçkisi ayrandır’’ diyenlere inanmayın… Bu tür söylemler gayrı ciddi yaklaşımlardır. Bu ve benzeri yaklaşımlar aklıma eşek-hoşaf meselesini düşürüyor hep… Ha şunu kabul ederim ‘’Türk Milleti çayyaştır…’’ İtirazım olmaz. Bu konuyu da yazmıştım zaten…


Rakı ciddiyet ister.
Süzme yoğurt, alinazik, tereyağlı humus, babagannuş (abugannüç), muhammara, mütebbel, zahter salatası, zeytin salatası, tarator, haydari, Arnavut ciğeri, dil söğüş, pilaki, sarımsaklı fava ve balık tava…

Bizde ‘’Memleket Meze’lesidir…’’ Rakının yanında ne yeneceği çok mühimdir…


Hem ilham da verir… Şakacıdır… Vatanseverdir Rakı!


Tekel rakısı bu be

Tam 45 derece

İki tek attın mı;

90 oldun demektir.

Yani dik açı…

Biz akşamları dostlarım,

İşte böyle dönüyoruz köşeyi…

Şakası bir yana "n'olacak bu memleketin hali?" durumları çilingir sofralarının esaslı konusudur…

Üstelik rakı, ‘’Evrim Teorisi'’nin en gerçekçi kanıtıdır! Fazla kaçırırsan, özüne dönersin. Atana benzersin, yani maymuna...

Bu yönüyle bilimseldir de…

Fevkaladenin fevkindedir… Aliyül'ala’dır… Çok çarpıcıdır… Kadındır rakı!


Anadolu topraklarında üretilen rakılara şu isimleri koymuştur; Jale, Sevim, Elif, Hanım, Harika, Denizkızı, Üzümkızı vs… Kadın isimli rakılar dışında Keyif, Dem, Âlem, Ruh, Efendi, Memur, Ağa ve Bahçe gibi isimlerde kullanılmıştır.

İksirdir… Uzun yaşamın sırrıdır rakı… Kadına da yakışır…

Fıdda Nine’yi anlatmadan olmaz… O rakıyı 109’unda bıraktı…

Fıdda Nine 1900 ile 2010 yılları arasında yaşamış olan Fıdda Burgaç’tır. Uzun yaşamanın sırrını rakıya ve doğal beslenmeye bağlıyor... Antakyalı Fıdda Nine, 90 yıl boyunca her gün boğma rakı içti. Her akşam tarla dönüşü, birlikte rakı içme alışkanlığını, kocasının ölümünden sonra da devam ettirdi. Fıdda Nine, 109 yaşında sağ gözünde katarak çıktığı için, doktor tavsiyesiyle rakıyı bıraktı. Bir yıl sonra da vefat etti. Işıklarda uyusun…

...

Her şeyin güzel olmasını istiyorsan önce kafandan başlayacaksın azizim…


Rakı estetiktir aynı zamanda. Göze hoş gelmeyen neye sürerseniz güzelleşiverir… ‘’Çirkin kadın yoktur’ tamam ama az biraz güzel olan bir kadın bile muhteşeme dönüşür gözünüzde… En kaknemi bile bir başka görünür gözünüze.

’’İçilir, güzelleşilir!’’ Her kadeh biraz daha güzelleştirir kadını… O yüzden çıkmıştır bu atasözleri;

''Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır!”

Beynin hücrelerini öldürdüğü söylense de inanmayın sakın! Aksine Beynin cidarlarını genişletir. Düşünsel yeteneğiniz artar. keyif verir, tat verir, güven verir, cesaret verir… Verir de veri… Hayatın ve gerçeğin anahtarıdır.

‘’Bak Sebastian; İki duble rakıdan sonra herkes herkesi sever… Söyle ona: Beni her saniye sevsin…’’

Neşedir rakı…

Neşe demişken;

101 adet gül almıştı adam. Kadın adamı öptü ve kulağına eğilip fısıldadı.

‘’Senin romantikliğini s.keyim. Bir litre rakı alırdık o parayla’’ dedi ve gitti…

Heykel gibi oturan adamın bile çenesini açar. Bütün çirkinlikler güzelleşir… Ne kel kalır ortam da ne de heykel… "çilingir" sofrası denmesi, ondandır…

‘’Gerçeğin Anahtarıdır’’ demiştim ya; Aklıma geldi… Rakı yalanı sevmez. Arkadan dolanmaz… Lafı eveleyip gevelemez… Pat diye söyletir içindekini… Direkt yününe… Sevmiyorsa ‘Sevmiyorum’ der… Gıcıksa ‘Sana gıcığım’ der… Âşık ise… Şanslısınızdır… Musikinin en güzel şarkılarını, edebiyatın en sevdalı şiirlerini ve kelimelerin en içli, en manalı hallerini, ağzı anason kokan bir adamdan işitirsiniz…

Ve ağzından öpersiniz…

Hem rakı masasında yalan olmaz… Yanındakine kadeh kaldırır, kalbindekine içersin…

Her şeye içilebilir…

‘’Rakı içmek lazım azizim, yalnızlığın şerefine…’’

Rakı içmek için neden aranmaz…

‘’Dağlar denize paralel’’ diye içilebilir… ‘’Beni hep, bu güzel havalar mahvetti’’ diye de… Böyle havalarda âşık olduğunuz için mesela… Güzel baktığı için, güzel güldüğü için… Güzel olduğu için mesela…

La Erdi’nin dediği gibi;

‘’Bir gülüşü var, Sanırsın bedava rakı dağıtıyorlar’’

Felekten bir gece çalmak için içilmez rakı… Feleğin çaldığı geceler için içilebilir… Ve her gece Heybeli’de mehtaba çıkılır…


Parayla satın alamayacağınız muhabbettir... Kimine terstir, kimine Ders...


‘’Rakı ağızla içilir. Döt ile değil!’’ sözü rakının herkesin harcı bir içki olmadığını ve herkesle içilemeyeceğinin kanıtıdır… Kısacası her anlamda ‘’Dötüne’’ güvenenlerle içilebilir…


Farmakolojinin çaresiz kaldığı durumlarda rakıya koşulur… İlaçtır rakı… Mesela Bira gibi çişe değil, dişe iyi gelir… Mesela Şarap gibi azap vermez, ahbap sayar adamı… Mesela Cin gibi çarpmaz, aşka salar madamı… Mesela Viski gibi m.ö’si ya da m.s’ı yoktur rakının… İlk kadehten öncesi neyse kadehler sonrası da eskisi gibidir adamın…


Gurbete de iyi gelir! Ayrılığa çaredir… ‘Acıya deva’ denir…

Hamiyet Yüceses'in billur sesinden dinlenilesi nefis bir meyhane şarkısı vardır. Öyle bir "Allah" çeker ki şarkının bir yerinde;


‘’Sormayın ben niye sarhoşum sarhoş (Allah)
Dostların meclisi donansın meyle
Sakiler mest olsun tamburla neyle
Ey gönül cefaya tahammül eyle"

Hep dertten mi içilir… Asla…

‘’Kimi dertten içermiş, kimi neşeden

Kimi ayrılıktan, kimi işveden

Kimi yâr elinden, kimi şişeden.’’


Rabbim hepimize yâr elinden rakı içmeyi nasip eylesin…


Hem (KaPeR) örgütünün kurucusudur Rakı… (Kavun, Peynir ve Rakı)

Ama bildiğiniz o bölücülerden değil… KaPeR en birleştirici örgüttür... Yurt genelinde müthiş bir yapılanma gerçekleştirmişlerdir. Ve ‘’Çilingir Sofrası’’ adı altında; Mezra, köy, belde, ilçe ve il toplantılarında bir araya gelmektelerdir.


Türk’le de içilir, Rum’la da içilir, Kürt'le de… Çerkez'le de içer Ermeni'yle de… Laz'la da içer Yahudi'yle de… Hele medeniyetler şehrinden, kardeşliğin kentinden olursa mezeniz; tadından yenmez… O mis kokulu Kırıkhan kavunu da gelmişse sofrana; tamamdır…

Haydi şerefe… Afiyet olsun…

NOT: (RaBaCa) ise diğer bir örgütün adıdır. Açılımı Rakı, Balık ve Cacıktır. Ne alaka demeyin… Rakıdan önce bir kâse zeytinyağlı cacık midenizi korur…

Ali Asafoğulları

07 Nisan 2020 13-14 dakika 21 denemesi var.
Yorumlar