Çoklu Kişilik Sendromu 2

Asıl olan benim kişiliğim, sahip olduğumdur... Karakterime üflenen usarede asılı kalan bu kişiliğim, aslında benim kim olduğumdur, kim olduğumu bilsem de, bilmesem de... Diğerleri kişiliğimin kaçamaklarıdır. Nedir onlar, Alphonse Karr'ın kişilikler üzerine şöyle tanımlama getirmişti dostlarım:
'Herkesin üç kişiliği vardır; ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı...'
Onun tanımı yaptığı sahip olunan kişiliği ayırırsak; diğer ikisini de, 'insanın kişilik tanımlaması ' içine sokmuştur ki bu benim bakışımda basite kaçmaktadır. Yukarıda da bahsettiğim gibi asıl olan bana üflenen nefestir... İnsan o nefesin esintilerinden uzaklaştıkça Alphonse Karr'ın dediği diğer iki kişiliklerle oynaşır, ama onlar asıl kişiliği değildir.

Birçoğunun sergileyemediği asıl kişilik, onu oluşturan, onu anlatan, onu yaşatan en önemli öğedir ama hep uzak yaşar kendinden. Tutarsız hayat sürerken diğer iki kişilik altında ezilir, ses çıkaramaz, 'buradayım' diyemez. Ama oradadır. Ortaya çıkardığı kişiliği, asıl kişiliğinin duruma göre başkalarına gösterdiği kısmıdır.. Kibar, alçak gönüllü, saldırgan, girişimci, pasif, dışa dönük, arkadaş canlısı, kendini acındıran, hangisi en uygunsa duruma göre oluverir bir anda. Aslında insanın hamurunda her şey var. En aşağılık duygulardan, en yüce duygulara kadar geniş bir yelpazede her özelliğe uygundur. İnsanın yaratılırken karıldığı balçık bu özelliktendi, çünkü her zemine uyum gösteren bir toprakla yoğrulmuştu... O yüzden ki insanoğlu bulunduğu her ortama kısa sürede alışıverir...

İslam öncesi, ahiret inancı olmayan sapkın inançların dünya hayatıyla yaşamların son bulacağından endişeyle ürettikleri tekrar yeniden dünyaya gelme arzularını zamanla bir inanç haline sokmaları neticesinde, hala günümüzde bu sapıklığın ürünü olan reenkarnasyon - tenasüh denilen ruh göçü anlayışına aldanan (heveslenen) cahiller bulunmaktadır ne yazık ki... Dinimizde tenasüh olarak adlandırılan bu tanımın çoklu kişilik tanımıyla derinlemesine öyle ilişkisi vardır ki... İsterseniz bunu biraz daha açalım;

Doç. Dr. Serdar Dağ (Beyin ve Sinir Hastalıkları Uzmanı ) der ki:

'Bu rahatsızlıkların (reenkarnasyon) haricinde bazen de kişilerin bu inancı kabul etmedikleri halde bazı olayları yaşadıklarında sanki bu olayı daha önce de yaşamış olduğu anlayışı olabilir. Buna tıp dünyası Dejavu demektedir. Dejavu, hâlihazırda yaşanılan bir olayı daha önceden yaşamışlık veya görülen bir yeri daha önceden görmüş olma duygusudur. Anı daha önceden yaşamışlık halidir. Fransızca; déjà (daha önceden) ve voir (görmek) fiilinin geçmiş zamanda çekimi olan vu' nun birleşiminden türemiştir. Her insan zaman zaman yaşadığı bir olayı yaşamış veya gördüğü bir yeri daha önce görmüş gibi hisseder. Beynin bu algı bozukluğuna dejavu denir. Bu algı bozuklunu yaşayan insanların bazıları, bazen kendilerinin doğa üstü güce sahip olduklarına veya daha önce yaşadıkları 'reenkarnasyon' hissine kapılırlar. Çocuklukta ve ergenlikte eğer çocuklarınız size bir olayı sıkça yaşadıklarını söylüyorlarsa mutlaka bir doktora başvurup sara yani epilepsi olup olmadıklarını kontrol ettirmeniz gerekir. Dejavu, beyin ve sinir sistemi ile ilgilenen doktorların hep ilgi odağı olmuştur. Yapılan araştırmalar, dejavu anında beynin bazı bölgelerin daha aktif çalıştığı ve bundan dolayı da bir algı bozukluğu olduğu tespit edilmiştir. Yaşanılan veya görülen nesne sinir sistemi ile beyne iletilir ve ilgili merkezde sentez yapılıp yorumlanır. Bu sırada oluşan bir yorum yanlışlığı olayın zamanı ile ilgili bizi yanıltır. Özellikle büyüme dönemlerinde, aşırı yorgunlukta, duygusal yıkımlarda, geçirilen bazı hastalıklar ve benzeri durumlarda dejavu olayı artar.

Bilinçaltımız o kadar derindir ki neyi nasıl yaptığını anlamak çok zor. Bilinçaltımız ile en iyi uykusuz kaldığımızda haberleşebiliriz. Asıl düşüncelerimiz o zaman ortaya çıkar. Aklımızda kalacak kadar etkili bir olay yaşadığımızda beynimiz o olayı hissettiklerimiz ile kayıt eder. İnsanların duygularının oranı da burada ortaya çıkar. İki insanın aynı korku filmine vereceği tepkiler farklıdır. Beynimiz hatıralarımızı o anda hissettiklerimiz, sesler, görüntüler ile kayıt eder. İleride benzer bir durumla karşılaştığımızda aynı tepkileri gösteririz. Ama sadece hislerin tekrarlandığı durumlarda o zaman yaşadıklarımız bilinçaltımızda aynı şeyi yaşıyormuşuz hissini verir. Bu da dejavudur. Eğer olay gerçekten iki kez yaşanmışsa bu bir tekrarlanmadır. Ama olay iki kere yaşansa da yaşanmasa da bilinçaltımızın bize oynadığı oyunlar dejavuyu yaşatabilir. Bu durumun en kötüsü halüsinasyon ile birleşmesidir. Dejavu olayının sık yaşanması, bir tür sara hastalığının, belirtisidir. Daha ileri yaşlarda ise bu durumun sıkça yaşanması beyinde bir bozukluğun olduğunu gösterir... '



Yunus Emre'den birkaç inci:

Bir Ben Vardır Bende

Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri.
...
Süleyman kuşdilin bilir dediler
Süleyman var Süleyman'dan içeri...
...
Ete kemiğe büründüm
Yunus deyü göründüm


İsterseniz bu sözleri derinlemesine bir düşünelim... Sizce Emre'm ne demek istemiştir bu sözlerle. Bir ben vardır bende ve Ete kemiğe büründüm, Yunus deyi göründüm... Derken çoklu kişilik midir meramı... Hayır ki hayır... Bahsettiğim o asıl benlik'tir. Bana yaradılışımda lütfedilen ilahi nefestir...

İkilik, üçlük eğilimine yönelen insan kimliğini kaybetmiş insandır. Arayış içindedir ama çoğu zaman yanlış yollarda dolanır. Diğer dinlerin yanlış ideolojileri de bu insan hayatının yolculuğunda kendine yol arkadaşlığı etmiştir hani... Yozlaşmış Hıristiyan inancının dilimize ve beynimize soktuğu dejavü de insan hayaline davet ettiği gölgelerle yaşar. Halüsinasyon eğilimlidir... Belli kelimelere takıntılıdır hep o kelimeler içinde yaşar. Hayatında mutlaka, bozuk plak gibi hep aynı yeri saran bir penceresi vardır önünde... Hep o pencereyi açar. Hep oradan bakar insanlara, yeryüzüne... Masalımsı bir hayattır yolculuğu... Rüyalar âleminde gezerken uyanmak istemez. Uyanınca gerçekliğiyle karşılaşacaktır, gerçekliğini yaşamak zor gelir, ya da korkar gerçekliğinden... Gerçekliğini bilmiyor çünkü ah bir bilse gerçekliğini, bir bilebilse işte o zaman Yunus Emre gibi şerha şerha dökülür dudaklardan. Bu dünyanın uğruna yaratıldığı, İNSAN olur.

Dostlarım; belli kelimelerden öte o kelimelere sanki kendine özellik katan bir obje gibi sarılan, ruhun mahiyetini kavrayamamış, kendisinin kâinattaki yerini bulamamış düşüme yetisini kaybetmiş insanın coğrafyasıdır çizmek istediğim size...
Hep ruhtan bahsediyorum... Çünkü ruh insanın beden coğrafyasında nefsi tarafından bastırılmış, kurtarılmayı bekleyen, ezelden ebede tertemizi olan garibidir adeta. Ruh bedenden kurtulunca ebede yelken açarız. Bunu iyi bilen İNSAN ölümü düğün görmüştür. Hıristiyanların sapkınlıkla savundukları gibi ' kötü ruh ' diye bir şey de yoktur. Kötü olan nefsdir, o nefse boyun eğen bedendir.

Hz. Ali efendim buyurmuştur ki:
' İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı... '

Dikkat ediniz bu söz sadece ilimden bahsetmiyor...

Evet, hep çokluk değil mi başımızın belası... Teklik dostlarım, teklik... Bir sonraki yazıyla buluşmak üzere derken sizi Yunus Emre'nin:


'Ete kemiğe büründüm
Yunus deyü göründüm '


Buyurduğu derin mısralara bırakıyorum...

25 Kasım 2010 7-8 dakika 3 denemesi var.
Yorumlar