Çoklu Kişilik Sendromu

1



Ah bekleyenlerim
Ne kadar güçlüsünüz
Bırakmıyorsunuz
Tek başıma uykuya



______________________

İçinde birden fazla kişilik barındırmak ve kişilikler arasında kontrolsüz geçiş yapmak olan kişilik bölünmesi sanıldığından daha 'derin' bir sorun... Büyük bir şokla yaşanılan kişilik bölünmesi, farklı karakterler üretip, hayal dünyasında onları canlandırmak ve davranışlara yansıtmak. Şizofreni hastalığının sanırım daha da ilerlemiş hali. Ve ciddi zararlar verebilecek bir hastalık.

Kişilik bölünmesi; duygular, düşünceler, hisler ve kişilik içinde bağlantı eksikliğiyle ortaya çıkan zihinsel bir süreçtir. Bölünme sırasında bazı bilgiler diğer bilgilerle normalde olması gerektiği gibi bağlantı kuramaz.

( Tanıdığım bir şizofreni vardı: ' Hep hoşça kal derdi ama hiç gitmezdi... Daha bir yerleşirdi kökleriyle saplantılarına...' ) Ne yapar eder insanların ilgisini üzerinde toplamayı başarırdı. Amacı zaten gitmek değildi, başka kişilikleri kendi oturmamış benliğinde toplamaktı. Başarılı da olurdu hani... Siz o kişiye olumsuz yorumda bulunamazsınız, onu hep övmeli, okşamalısınız. Sevgiyi tanımamış bu kişilik, bu olguya açlık duygusunu bu şekilde gidermeye çalışıyor sanırım başka kişilikleri emerekten...

Benim, algılarıma oturan ve hep öyle yorumladığım bu çoklu kişilik, kişiliksizliktir aslında. Ortaya çıkaramadığı kendinde var olan, bu kendine has karakter özellikleri yaşayamamanın sıkıntısı içinde olan insan başka kişiliklere sığınır hep... Anlamını bile bilemediği bir takım kavramlarla oynaşır. Ruh nedir bilmeyen ruhtan bahseder. Ruhun muhteviyatı ve bedendeki konumu sizce nedir? Ruhu bilmeden ruhtan bahsetmek ne garip değil mi... Ve başka örnek verirsem sevgili dostlarım. Aşk kelimesi... Aşk iki ayrı cinsin cinsel dürtülerine uzanan yoldan öte gidememiştir çoğu insanın lügatinde... Sevgi yada aşk mahluk değildir. Mahluk kelime anlamıyla Allah'ın yarattığı bütün şeylerdir. Ezeli ve ebedi mevcuttur, yani fanidir. Aşk ise mahluktan öte bizzat yaratanın kendindendir. Sonsuzdur... Bu bağlamda aşkı öyle basit imgelere indiriyoruz ki, ' falanca falanca ile aşk yaşadı, ben şu kadına aşık oldum gibi basit kavramlarla o iksirli kelimeyi basitliklere nasıl indirgiyoruz değil mi?

Birçok kişi çoklu kişilik sendromu yaşıyor aslında. Kendi kişiliği dışında muhtelif karakterler edinip kendinden başka aslında özünde olmayan davranışlar sergiliyor. Bir ünlünün saç rengini, bir başkasının yaşam şeklini, bir diğerinin cümlelerini, ötekinin düşüncesini veya herhangi bir hasletini şu veya bu şekilde kendine biçmeye başlıyor. Elbette her insanın, birtakım nedenlerle benimsediği, değerli bulduğu hatta daha şekle sokalım görüntüsünü beğendiği kişiler olabilir ve hepimizin hayatında bunlar vardır da. Çünkü öğrenmenin bir yolu da taklittir. Fakat benim daha çok üzerinde durmak istediğim şey, kendimizi tamamen soyutlayarak, karakterimizi tamamen silerek birilerini izlememiz. Evet, bu bence son yıllarda yaşadığımız büyük bir problemdir. Toplulukta bir yere sahip olma, bir yer edinme adına, bir gruba dâhil olma adına yapılan kendini katletme. Öyle ki aynı kişiden farklı ortamlarda, farklı insan gruplarında birbirinden apayrı davranışlara tanık olabiliyorsunuz. Bir yerde a, bir yerde b, başka bir yerde daha farklı bir kişilik sergileyebiliyor. Niçin böylesine dönemsel değişimler, büyük değişimler yaşanmakta. Çünkü inanılmaz bir boşluk söz konusu, değerlerde boşalma söz konusu. Ve sürekli bir başkası olma isteği. Güvensizlik de eklenebilir ve sanırım bu konuda çok ta önemli.

En başından itibaren ki bu çocukluğa tekabül eder sürekli başkaları tarafından bizim adımıza kararlar verilmesi, her zaman belli başlı toplumsal yaptırımların bizleri şekillendirmesi, bizi biz olmaktan engelliyor olabilir. Dolaysıyla kendi zihnimizle karar veremiyor ve kendi başımıza karar almaya korkar oluyoruz çoğu zaman. Kendine güveni sağlayamamış birey en nihayetinde kendini sergilemekten korkar ve başkası olmaya soyunur. Hâlbuki bu onu daha da büyük sorunlarla karşılaştıracaktır. Zamanla kim olduğunu unutmayla yüzleşebilir pekâlâ. Ve birçok kişiliği benimsediği veya toparlama bir kişilik oluşturduğu için ne yapacağını bilemeyebilir, şaşırabilir. Ve bu da, bedensel olarak varlığı fakat karakter, kişilik olarak yokluğu getirir. Çünkü bir öz yoktur. Çünkü kişinin aslı yoktur ortada, onu hep gerilere itmiştir. Hâlbuki güzeldir nevi şahsına münhasır olmak. Farklı olmaktan korkarız. İçimizde barınan asıl bizi gerçekleştirmeyiz.

Kendimizi gerçekleştirebilmek, kendini oluşturabilmek ve ortaya çıkarıp yaşatabilmek için önce sanırım kendimizi çok iyi tanımamız gerekir. Ben ne istiyorum, ben nelerden hoşlanıyorum, nelerden hoşlanmıyorum, nasıl yaşamak istiyorum, yalnız başıma kaldığımda kendimle zihin dünyamda neler tasarlıyorum, gelecekle ilgili, kavramlarla ilgili neler kurguluyorum... Veya bunu hiç yaptığımız olur mu? Yoksa hali hazırda var olan, bizden önce birilerinin de başkalarından aldığı muhtemel olan kurgulanmış kalıpları, kendi zihin dünyamızda düşünmeye, kendimizce tekrar şekillendirmeye pekte ihtiyaç duymadan ithal mi ediyoruz? Ee bu böyle olunca bizi, kendimizi yaşamıyoruz, buna biz izin vermiyoruz. Çünkü bizce düşünmüyoruz, başkaları gibi düşünüp hatta düşünmeden karakterler satın alıyoruz. Ve bunun sonucu da zamanla ağır bir bedele dönüşüyor. Ne kadar sonunu görmek istemesek de. Ama bu oluyor.

Bu biraz tembelliğimizden de kaynaklanabilir. O kadar alışıyoruz ki düşüncelerimizin, hayatlarımızın, isimlerimizin ve daha birçok şeyin başkaları ve sistemler tarafından şekillendirilmesine. Ve hatta şekillerimizin bile. Bunu hepimiz rahatça çevremizde gözlemleyebiliriz, birden çok aynı genç kız, birden çok aynı genç delikanlı görebilirsiniz. Aynılaşmış biçimler.

Zihnimizi işletmiyoruz veya bunu biz yapmıyoruz. Başkaları tarafından yoğrulmaktayız. Toplumda kurgulanan bütün kalıpları hemen alabilme gibi bir özelliğimiz de var. Hazırı varsa neden ben zihnimi yorayım gibi bir düşünce olabilir mesela. Zamandan ve emekten tasarruf olarak algılanabilir ilk etapta. Ama değil asla. Sanırım bu; kendimizden, düşünebilirliğimizden, akıl özelliğimizden tasarruf olur. Bu da pek doğru olmaz sanırım, insan düşünmeli çünkü. Çünkü insan düşünme yetisine sahip bir varlık, öyleyse düşünmeli.

Ve teknoloji... Bu bağımlılığımız, her geçen gün geliştikçe krallığı da gelişiyor bünyemizde... Sanırım insanoğlunun temel yapısı böyle, hep kendinden öte ikinci bir ben'e ihtiyaç duyuyor.

Şu yaşam koşusu sürekli bir arayış içinde... Bu arayış ezelde kendine yüklenen ilâhî nefesten başka ne olabilir ki, ama kimileri gerçekliliğinde arar bulur, kimileri de yanlış idrakin bakışları altında yanlış yollara sapar, farkında da değildir aslında... Hakikatlerin gölgesinden uzaklaştıkça kişilik bölünmesi dediğimiz sahteliklerle oynaşır durur. Oysa araması/ aranması gereken kendi gerçekliği değil miydi? Sahteliklere asılı duran bu sendrom insanlığı asıl olması gereken konumdan uzaklaştıran ikinci bir kişilik aldatmacasından başka ne olabilir ki...

09 Kasım 2010 6-7 dakika 3 denemesi var.
Yorumlar