Dalkavukluğun Dayanılmaz Acıları

Ünlü gazeteci Mustafa Ekmekçi anlatıyor. Başbakan Adnan Menderes'in ünlü, adil, tarafsız ve yurtsever bakanları varmış. Bin dokuz yüz ellili yılların İstanbul gümrük müdürü eğlenceyi seven bir bürokratmış. Bu müdür eğlence merkezlerinin şaşmaz müdavimi birisiymiş. 'Bu gece barda, gönlüm hovarda' örneği, gününü gün gecesini gece eder, görevini gereği gibi yapamazmış. O yıllar İstanbul'da, gazinoların revaçta olduğu dönem. Büyük ses yıldızları bülbüller gibi ötüyor. Müzeyyen Senarlar, Hamiyet Yücesesler, Zehra Bilirler, Safiye Aylalar el üstünde tutuluyor. Ses ve zarafetleriyle zamanın kalburüstü varlıklılarına, aristokratlarına ve cüzdanı kalın memurlarına renkli geceler yaşatıyorlar... Müdürümüz zaman zaman memurlarının başına, görevine geç saatlerde geliyor. Çevreye hoş olmayan kokular yayılıyor. Kokular radyasyon etkisi yaparcasına Ankara da bile hissediliyor.

Allah'ın zamanı bol. Bir gün, çok erkek saatlerde gümrük bakanı İstanbul Gümrük Müdürlüğü'nü ziyaret ediyor. Saat henüz dokuz suları, müdür beyin koltuğu boş. Bakanımız, beklemeye başlıyor. Hayli zaman sonra müdür, makamına teşrif buyuruyor. Gözler kızarık, omuzlar düşük, yorgun ve uykusuz bir durumu var sayın müdürümüzün. Lakin amir bu, emrinde kaç kişi çalışıyor, faka basmak olur mu? Hemen soruyor bakana:

'Sayın bakanım kahveyi nasıl alırsınız? Görevle ilgili bazı dairelere uğradım. Sizin teşrif buyurduğunuzu geç öğrendim, umarım sizi fazla bekletmedim...' Bu sözleri söylerken müdürümüz bir taraftan da bakanı biraz tedirgince gözlemektedir. Bakan gayet sakince:
'Beyefendi, elinize bir kalemle bir kâğıt alın ve yazın. Geceleri geç saatlere kadar dışarlarda eğlendiğimden uykusuz kalıyorum. Görevimi yeterli düzeyde yapamıyorum. İstifamı arz ediyorum,' bu sözleri söyler bakan. Ve ekler: 'Bak evladım! Okuma-yazma bilmenin böyle yararları vardır.'

Bakan, sevgili müdürünü bu şekilde görevinden azleder. Kendi atadığı müdürünün 'sayın bakanım, kahve-çay,' gibi pişkince yaltaklanmasını dinlemiyor ve görevden acz ediyor. İşte bu ülke böyle dürüst bakanlar da gördü.

Şimdi biraz daha gerilere gidelim. Bin dokuz yüz otuzlu yıllardayız. Atatürk, yaverleriyle Bursa'yı ziyaret etmektedir. Yanına bir kadın yaklaşır, Atatürk'ü yakından tanıdığını, O'nunla görüşmek istediğini söyler. Kadına izin verirler. Başlar kadın anlatmaya:
'Ben sizin Selanik'ten komşunuzum. Oğlumu Devlet Demir Yolları'nda işe koymak istedim. Müracaat ettik. Çocuğumu işe uygun bulmadılar. Sizi tanıdığımı söyledim.' Atatürk, sorar kadına.
'Komşum olduğunu da söyledin, yine mi almadılar?' Kadın:
' Evet, paşam, size Selanik'ten komşu olduğumu söyledim, çocuğumu işe almadılar...'Der... Atatürk, çevresinde toplananlara anlatmaya başlar:
'İşte biz cumhuriyeti bunun için kurduk. Bir işe adam seçerken, tecrübeye, bilgiye ve liyakate göre adam seçeceğiz... Bizim idaremizde dalkavukluğa yer olmayacak...'


Atatürk'ün yaşam öyküsünü değişik kaynaklardan okuyup öğreniyoruz. O, çok titiz ve hassas bir kişilikmiş. Görevini gereği gibi yapan, çevresine dalkavukları yaklaştırmayan bir lidermiş. Kendisini övenleri, hele bu işi abartanları hiç sevmezmiş...

Atatürk yapacağı işleri, alacağı kararları sürekli meclis üyeleri ve bilim insanları ile istişare yaparak alırmış. Ben dedim oldu anlayışıyla, keyfi kararlar almazmış. Ekibini, çalışma arkadaşlarını bilgili, deneyimli ve liyakat sahibi insanlardan seçermiş. O dönemde yetişmiş, eğitimli değerler bulmak hiçte kolay olmazmış elbette. Balkan, Çanakkale, Ulusal Kurtuluş Savaşları elit nüfusu adeta bitirmiş. Yine de işin ehli olanlar ortaya çıkarılırmış...

Dinimizde de yapılan işler istişare ile yapılıyor. Adam kayırma, yakınına görev verme gibi uygulamaları göremiyoruz günümüzdeki gibi. Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
'Müslümanlar işlerini aralarında yaptıkları istişare ile yürütürler. (Şura: 42/38)' ve 'Ey Muhammed! İşlerde onlarla istişare et. (Al-i İmran 3/159).' Ayrıca bu konuda sahabe Ebu Hureyye:
'Ben Resullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den daha fazla arkadaşları ile istişare eden birini görmedim.' Diye anlatıyor.

İslam Tarihi'nde okuyoruz. Peygamberimiz Hendek Savaşı'ndan sahabelerle istişare etmiş. Söz alan İranlı Selman-i Farisi:
'Bizde savaşacağımız düşman çok kalabalık ise askerler şehire çekilir. Şehrin çevresine hendekler kazıp, müdafaa savaşı yaparız.' Diye görüş bildirir. Bilindiği gibi bu görüş kabul görür ve güçlü Küreyiş ordusu Medine'ye giremeden yıpranarak geri çekilir. Müslümanlar büyük bir badireden kurtulur.

İmam Gazali, Mevlana eserlerinde; din ulularının, devrinin bilim insanlarının, halifelerin, hanların, hakanların saraylarına gitmediklerini anlatır. Bu olgular şark âleminin, İslam Dünyası'nın altın çağlarını yaşadığı dönemlerde olmuş elbette. Ancak yönetici kişiler, o ulu kişileri ziyaret edip, onların engin bilgi ve görgülerinden yararlanma yollarını tutarlarmış. Gerçek din âlimleri, para, mevki, şan-şöhret peşinde hiç koşmamışlar. Kendilerini ilme adamışlar. İlimin engin ummanlarında yüzmüşler yıllarca...

Gelelim dalkavukluk tanımına. Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olanlara aşırı bir saygı ve hayranlık göstererek yararlanmak isteyen kimsenin Türkçe sözlükteki karşılığına dalkavukluk deniyor. İşte günümüzde bu tanıma uyan insan örnekleri hiç de az değil. Günümüzde istişare müessesesinin işletildiğini de söyleyemeyiz.

Daha dün yönetici kesime en sert ve ağır eleştirilerde bulunanlar bugün bakıyoruz iktidarların has savunucuları olmuşlar. Bakan koltuklarını dolduruyorlar. Kendilerine makam bahşedenlere methiyeler düzüyorlar. Memleket idaresinde dürüstlük adına, hak hukuk adına ne söylevler ediyorlar. Mangallarda kül kalmıyor. Memleket kargaları en güzel şarkılarını söylüyor günümüz siyasilerinin güfteleri üstüne. Dürüstlük adına yaprak kıpırdamazken dalkavukluğun en nadide örnekleri sergileniyor.

Bilgi, deneyim, liyakat arama nerede! Hak getire. Benden misin? Gel, senden iyisi yok. Evet, ülkemizde ve de az gelişmiş ülkelerde işler düzgün gitmiyorsa bunu en büyük nedeni dalkavukluğun geçer akçe olması. İstişare olgusu işletilmezse, ben dedim oldu, ben en iyisini bilirim... Benim dediğim dedik çaldığım düdük ilkesi uygulanırsa gelişmemiş ülkelerde bir kesim semirir, zenginleşir. Semirdikçe iştahı daha kabarır zenginleşmek mal-mülk, şan-şöhret edinme adına... Fakir kesim ise iyice Man kurtlaşır. Küçük çıkarlar için iyice dalkavukluğun en acı, dayanılmaz örneklerini verir...

Çözüm nerede? Çözüm insanların beyinlerini aydınlatmada. Çözüm kişisel çıkarlar için, şan ve şöhret için, yönetici kesimin kibirlenmemesinde. Küçük dağları ben yarattım anlayışından vaz geçmesinde. Emeğinden özge bir şeyleri olmayanların birleşmesinde, güç oluşturmasında. Küçük çıkarları için insanlık onurunu feda etmeme anlayışını yaşamlarına katmasında...

13 Nisan 2016 6-7 dakika 150 denemesi var.
Yorumlar