Dantel
Dışarıda yağan yağmura söz geçirebilseydim gitmeyecektin. Islanmaktan korkmayan ruhuna bir de ben şemsiye olamazdım biliyordum. Fazlaydım bu sonbaharda. Arkandan çıkacak gökkuşağının müjdecisi olamaz, seni iklimden iklime taşıyamazdım. Hatıralarımızın kulaç attığı o yitik deniz şimdi ne kadar hırçın bakıyor mevsimine farkında mısın? Kıyıdaki masalar çay bardaklarını taşıyamayacak kadar yorgun ve bitmiş halde. Martılar simit taneleriyle avunmayı bırakmış, simitçilerse arabalarıyla uzaklara kaçmış. Bir durgunluk var şehirde. Yüzölçümü daralmış hayallerimiz bizi götürecek mekân bulamıyor. Nüfus seni arayacak halde değil. Sokaklardaki çocuklar oyunlarını büyüklerin içindeki çocuklara satmış. Kaldırım kenarları eski ayrılık şarkılarıyla çınlıyor. Bütün şehir ayaklandı. Bir ben kaldım ayağı kırık sandalyemin bir köşesinde. Meydan okuma yaşımı çoktan geçmişim, yat borusu engellemiş içimdeki isyanı. Bir ileri bir geri, tereddütlü yürüyorum kalabalıklarda. Kimseye çarpamıyorum, üstüm başım yalnızlık. Islaklığımı başkalarına bulaştırmaktan korkuyorum. O simitçi gibi dümdüz kaçabilmeyi düşlüyorum mesela. Böyle afili sözlere gerek kalmadan, bir vapur düdüğüyle karadan koparılmış bir insan parçası olmayı istiyorum. Arkamda dantelli eldivenleriyle beni uğurlayan bir çift el olmadığı için istiyorum bunu. Bilir misin dantel ne kadar da zorlaştırıyor vedaları? Gelinlik kızın çeyizindeki hali gibi hep ayrılığın ipinden örülüyor çünkü desenleri. Ben de ilmek ilmek düğümleniyorum dantelle karışık şu yağmur havasında. Sessizliğimizin ağırlığı seni korkutuyor sonra. Sandalyemin kırık ayağı ilgi alanın oluveriyor. Gülümsüyorum. Kalbimin kırılan tarafını hatırlıyorum. Ne kadar hızlı umutlanıyor, ne kadar çabuk buğulanıyorum. Sevinci de hüznü de ne çabuk tüketiyorum. Ben ne çabuk tükeniyorum, ben ne kolay eksiliyorum...