Dersanecilik ve Dersane Öğretmenliği

Yazılarımı takip edenler bilir. Ben sorun gördüğüm her bir konuyu, tereddüt etmeden dillendirir ve o sorunun çözümü için ya fikrimi ifade eder ya da ilgilileri durumdan haberdar ederim. Bu konulardan biri de zaman zaman temas ettiğim dersaneciliktir. Yakın dönemde Başbakanın gündeminde hayli yoğundu ama sanırım danışmanlarının hazırlıksız ve dayanaksız yönlendirmelerine maruz kaldı ve çark etti. Dersanecilik kanunla gelmedi ki kanunla gitsin. Neyse konumuz bu değil...

On yıl çeşitli kademelerde dersanecilik yapmış biri olarak sektörün kırılgan noktalarını iyi bildiğimi düşünürüm. Dersanecilik eğitim sisteminin zafiyetini tamamlama misyonuyla piyasanın gerçeği oldu. Peki dersaneciliğin kendisi zafiyet içinde midir? Hani denir ya; tuz da kokarsa...

On yıl evvel dersaneciliğe başladığımda dersanecilik oldukça karizmatik bir sektördü. Milli eğitimdeki öğretmen arkadaşların çoğu halimize imrenirdi, ki o dönemlerde milli eğitime geçmeye hevesim de yoktu. Bugün dersanecilikte emek ve mesai on yıl evveline göre çok çok daha arttı, kaynaklar arttı, üniversitelerde bölüm kontenjanlarının artması sebebiyle kazandırma oranları da arttı. Peki, bunca artışa rağmen neden eski karizmasını giderek kaybediyor?

Ben birkaç sebep sayayım;

1) Dersane öğretmenleri maaş, özlük hakları ve emek yönünden mağduriyet yaşamaktadır. Ki tamamına yakını mecburiyetten dersanecilik yapmaktadırlar. Alternatifini bulduğu dakikada hiç düşünmeden alternatife yönelirler. Aklı yaptığı işte olmayan birinin verimliliği o nispette olur. 6 gün boyunca, sabah 07:00 akşam 19:00 mesai, ders-etüt-rehberlik-veli ziyareti-soru cevap etkinlikleri-soru hazırlama gibi etkinliklerle doldurulan günler ve haftada bir gün tatil.

2) Yoğun ve sıkıştırılmış program sebebiyle öğretmen özel yaşamına dair en basit ihtiyaçlarını karşılamada zorlanıyor. Hastalanması bile çoğu zaman idare tarafından hoş karşılanmıyor. Mümkünse haftalık tatilde hastalanması arzu ediliyor. Bir yakını vefat edip de ertesi gün derse girenler çok. Düğün gününde derse girenleri söylemiyorum bile...

3) Yeni üniversitelerin açılmasıyla hafta içi öğrencilerinin sayısında önemli oranda azalma görüldü. Fakat buna rağmen hafta içinde dört gün eğitim veriliyor. Çeşitli gruplar bir arada olduğu halde hafta sonu iki gün yeterli olurken, hafta içi tek gruba üç gün yetmiyor, olacak iş değil. Bari öğretmenlere bir gün daha tatil verilse ne olurdu sanki?

4) Bırakın bir gün daha ek tatil, resmi tatillerde bile çoğu dersane eğitimine devam ediyor. İdarenin bu mesai hastalığı eğitime ve dersane kalitesine bariz katkı sağlasa gam yemeyeceğim ama tek gramlık bir katkısı yok. Bu mesaiperestliğin temelinde iki sebebi var: Birincisi; idareciler genellikle derslere girmez, girenlerin de halinden anlamazlar. Onca para veriyoruz(!) boş duracaklarına çalışsınlar mantığı. İkincisi; eğer biz öğretmenlerimizi daha çok çalıştırırsak diğer dersanelere karşı avantaj sağlarız, rekabet düşüncesi... Görüldüğü gibi hesapta eğitim ve dersanecilik kalitesi hesapta yok.

5) Velilerin çoğu, çocuklarını tanımıyor, çocuklarının arkadaşlarının isimlerini bilmiyor. Çocuklarının kaçıncı sınıfta, hangi alanda olduğunu bilmeyen veliler var. Varsa yoksa dersaneye birkaç kuruş para ödemiş ya taksit ödemeye geldiğinde; 'neden çocuğun puanı artmıyor' diye hesap sorsun, kaşlarını çata çata. Temelde hesabı çocuğuyla ilgilenen birileri olsunda kendi sorumluluğunu birilerine satsın.

6) Dersane kayıtları yaptım iki yıl. Bir veli bu dersanenin öğretmenleri kim, çocuğumun dersine kimler girecek diye sormamış. Tek soru var; ücreti ne kadar indirebiliriz? Bak şu dersane bana bu kadar dedi, siz ne diyorsunuz? Hal böyle olunca idare de pahalı öğretmeni dersanede tutmaya gerek duymuyor, hatta onları dersaneye yük görüyor. Onları bozdurup iki üç öğretmen alırım diye düşünüyor haliyle.

7) Dersane öğrencilerinin adı talebe ama talep ettikleri şey eğitimden ve üniversiteden ziyade sosyal ortamlara karışıp arkadaşlık ve sevdalık ilişkileri geliştirmek. Dersaneye gelip de öğretmenine doğrudan ya da dolaylı olarak tek bir soru sormayan öğrenci sayı oranı %50'nin üzerindedir. Öğrenci işin realitesini sadece sınavdan bir hafta evvel ve sınavdan bir gün sonrasına kadar hisseder. O da bir işe yaramaz. Yıl boyu oynaşta olup, sınavım kötü geçti diye ağlayan çok öğrenci gördüm.

8) On yıl evvel dersane kayıtları ile şimdiki kayıt ücretleri arasında gram fark yok. Çünkü halk nazarında dersaneciliğin değeri azaldığı için dersaneler ücret artırımının aleyhlerine neticeleneceğini düşünüyorlar. Haksız da değiller, çünkü velinin tek kriteri ucuz kayıttır. Velinin asıl niyeti çocuğunun iyi bir yer kazanması değil, az maliyetle işi bağlayıp: 'bak çocuğum seni dersaneye bile gönderdim, kazanmazsan çekerim kulağını' demek için haklı bir sebebe kavuşmuştur. Gerisi mühim değil...



Eğitim sisteminin açığını kapatmaya çalışan dersaneciliğin durumu bu iken varın siz düşünün ülkedeki eğitimin halini... Tuz kokmuş mudur sizce?



Baştan söyleyeyim, denmesin ki Ahmet Hoca, dersaneciliği bıraktıktan sonra bunları yazıyor. Benim geçmişteki yazılarıma bakarsanız daha fazlasını bile yazmışım dersanecilik yaptığım dönemlerde...

İlgililere duyurulur...

29 Mayıs 2013 4-5 dakika 9 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    Hocam, merhaba. Ben de bir dönem İngilizce öğretmeni olarak dershane deneyimi yaşadım. Katılıyorum, ayrıca eklemek istediklerim de var ama kısaca. Benim sorunlarım, genelde yönetimdeki insanların yanlış seçimi ve anlaşılamamaktı. Aylarca çalıştım, deli gibi... Ücretim ödenmedi. Geç saatlere kadar etüt çalışması yaptım, ücretsiz, bir teşekkür alamadım vs. ve defalarca ayağım kaydırıldı. Zihniyetler değişmedikçe hiç bir yere gelinmez. Biliyor musunuz, iki üniversite bitirdim ama çalışmıyorum, bir daha da asla öğretmenlik yapmam. Ayrıca eğitimci bir aileye mensubum. Salla başını al maaşını zihniyetini asla benimsemedim. Sonuç: Koca bir sıfır . Saygılar, efendim.