Dil Oyunları

Dil üzerinde yapılan tartışmaların tetiklediği bir dimağla, değerli kalemlerin kışkırttığı düşünme suçunu işlemeye yeltendi şu kalem. Aslında karmaşık bir ortamda dağılmış görüşlerin güncel bir özetini vermek ve pekiştirici sonuçlara ulaşmak dileği; elimizdeki kalemi de yönlendiriverir. Tartışmanın düzeyini de, okurların değerli katkıları yoluyla belirler paylaşım ortamları; belki de asıl tetikleyici olan budur, hiç düşünmemekten de iyidir konuyu canlı tutmak. Dili korumak için hangi yöntemin denenmesinin uygun olduğunu, dil üzerinde başka emellerin tünediği hangi oyunların acınası bir izlenceye dönüştürüldüğünü de ortaya koymak, düşünenlerin kaçınamayacağı işlerden değil midir?

Dil konusundaki yazılarla, aslında uyduruk sözcükler listesini verme amacının çok üzerinde bir tartışma yapma çabasındaydım. Bu nedenle, yeniliklere karşı dayanması gereken bir dilin, kendi içinde boğulmaması için, önümüzde bulunan seçeneklerin değerlendirilmesine yoğunlaşmak gerektiği açıktır. Dilin arılaştırılmasındaki araçlardan birine odaklansak ve 'özleşik sözcükler' (!) temeline inseydik; örneğin 'şu sözcük, uydurma; şu ise değil' deseydik; zaten varlığı bilinen bir karmaşayı yok sayıp, uydurmanın niteliğini veya hangi sınırın uydurmacılık olduğunu tartışmaya başlar ve çözüm aramak yerine kısır çekişmelerle zaman harcardık.

Öte yandan, bunca yıldır Cumhuriyet çıktıları olarak değer katılan ve yaşanan deneyimlerle birlikte, toplumun artık gördüğü dil yapaylığının, kurumları bile daha özenli davranmaya yönlendirdiğini görüyoruz. Aşağıdaki dipnot, bu konuda değerli bir örnek olabilir.

Uydurma sözcükler; Türkçe kök ve eklerine, sözcük yapısına aykırı olmasına karşın önerilen (ama kullanılmayan) sözcüklerdir. "Sözcük karşılıklarının bulunmasındaki dayanak noktası, dilbilgisi kurallarıdır. Yeni türetilen bir sözcük Türkçenin türetme kurallarına, anlam bilimi ilkelerine uygunsa doğrudur; uygun değilse yanlıştır. Bilimsel yöntemlere göre değerlendirme yapılacaksa, 'uyduruk / ucube' gibi dilbilimde bulunmayan kavramlaştırmalara başvurulmamalıdır. Dilbilimde 'uyduruk sözcük' diye bir kavram yoktur; 'kurallara aykırı sözcük' kavramı vardır." Ancak bu doğrultuda ortaya konulan örneklerin ilkesi; 'tek sözcükten oluşana tek, çokluya çoklu' kuralı gereğince ve 'anlamını da içinde barındıran bir harf dizisi yaratmak' olarak algılanmaktadır. Bu gerekçeyle bazen doğrudan eşdeğeri olanı değil de; denginin veya bazen de çok sözcüklü bir tamlamasının kullanılabilirliğini niçin tartışmıyoruz?

"Bir dilde, bir kavram, nesne veya varlığı karşılayan birden çok sözcük varsa, zamanla bu sözcüklerin arasında ince anlam farkları doğar ve aralarında böyle ayrımlar bulunanların birini dile dolayıp diğerlerini unutturmak ..." da uygun olmazdı; çünkü bu şekilde dilimizin anlatım zenginliğini daraltmış olurduk. Yani bir yandan yeni öneriler yaparken, öte yandan da var olanları atmak; bugünkü yaşayışımızı veya zaten zar zor sağladığımız şu iletişimimizi örselerdi veya kuşaklar arasında bir kopukluk yaratırdı. Bu yüzden yenilerini getirmenin anlamı ('olmazsa olmaz' koşulu), eskileri çöpe atmak değil, kullanım dışı kalmasını beklemektir.

TDK Başkanı da "Geçmiş dönemlerde Arapça, Farsça gibi dillere öykünmeyle o dillerden sözlerin ve kimi yapıların dilimizde karşılığının olup olmadığına bakılmaksızın alınması dilimiz adına çok olumsuz sonuçlar doğurmuştu. Bugün ise Fransızca ve İngilizce gibi Batı dilleri karşısında benzer bir süreç yaşanmaktadır. Türk Dil Kurumu, dilimizin özleşmesi ve dilimizin gelişmesi temel amaçlarıyla kurulmuş olup bu amaçları doğrultusunda dilimize yerleşme eğilimi gösteren yabancı sözlere karşılıklar bulmakta; dilimizde karşılığı olan yabancı sözler yerine de karşılıklarının kullanılmasını önermektedir..." demektedir. Yani neredeyse dilimize çevrilmeksizin ve hemen ardından kolaycılığa kaçarak yabancı kavramları doğrudan almakla, dilimizi koruma kalkanı nasıl işletilebilirdi ki?

Dil oyunları; çoğu keresinde duyulduğu üzere, devletler arasındaki bağların kopmasını sağlamak üzere yapılan köreltici çalışmalarla, kendi kültürünü koruyup bununla kimliğini korumak ve sonuçta mutlu kuşaklarını güvenle sürdüren toplulukların sağaltıcı çabaları arasında süregiden bir savaş olarak tanımlanabilir. Bazen buna yol açan nedenler, iç kaynaklı da olabiliyordu; ulus, din birliği veya imparatorluk kaygılarının sonuçları doğrultusunda dilin karmaşıklaşmasına yahut arılaştırılmasına güdümlenebiliyorduk. Ne olursa olsun, hangi gerekçe ile didiklenirse bir dil; kendi arasındaki konuşma arayüzleri kevgire dönmüş bir topluluğun kendisini unutmasına, bindiği dalı kesmesi kertesine varmamalıydı. Hele dilin gerek karma yapısının farklı düzeylerini veya sağaltma yöntemlerini destekleyen şu birbirine karşıt yandaşların, salt kendi yönetişim erklerini gerçeklemek için alt ülkülerine dili gergef yapmaları; silahını yüreğine çevirmişlerden olmak değil midir?

Sonuç olarak, dil ile tekerlemeler söyleyebilirsiniz, bilmeceleri kaydırabilirsiniz; hatta kötüye kullanılırsa da, onu kesebilirsiniz. Ancak bir topluluğun birlikteliğinin harcı olan bir öğeyi örseleyemezsiniz; onu farklı yönetişim düşüncelerinize konu edemezsiniz. Hele hele bir topluluğun dili ile asla oynayamazsınız!



Dipnot:

TDK Başkanı Şükrü Haluk Akalın, yabancı kaynaklı sözcüklere Türkçe karşılık bulma çalışmasının uzun süreden bu yana yürütüldüğünü belirterek, başlangıçta Fransızca'dan, günümüzde ise İngilizce'den Türkçe'ye giren ya da girme eğiliminde olan sözcüklere karşılık bulma çalışmalarının yoğunlaştığını anlattı.
Yabancı Sözcüklere Türkçe Karşılıklar Bulma Çalışma Grubu tarafından yürütülen çalışmalarda, belirli bilim dallarına yönelik terimlerin o bilim dalının uzmanlarınca değerlendirildiğini anımsatan Akalın, vatandaşın az ya da çok benimsediği yaklaşık 1400 kelimenin sözlüğe gireceğini kaydetti.
Hiç kullanılmayan, toplumca benimsenmeyen ve komik olduğu düşünülen sözcükler ise sözlüğe alınmadı. Bu sözcükler dil uzmanları tarafından incelemeye alınarak neden kabul görmediği belirlendi.
TDK, kimi sözcükleri küçük kitapçıklar halinde basarak vatandaşlara ücretsiz dağıtacak. Sözlüğe girecek bazı sözcükler şöyle: "Transparan: iç gösterir, dekolte: açık giysi, diyet: besi düzeni, masaj: ovma, gevşetme, metroseksüel: bakımlı erkek, terör: yıldırı, Video Compact Disk (VCD): Görüntülü Yoğun Disk (GYD), banliyö: yörekent, fantezi: düşlem, fast food: ayaküstü, klasik: kökleşik, aqualand: su bahçesi, anchorman: ana haber sunucusu, arbitraj: ara kazanç, arboretum: ağaç parkı, avans: öndelik, avantaj: yarar, çıkar, üstünlük, kazanım, brifing: bilgilendirme, damping: düşrüm, dizayn: tasarım, jenerik: tanıtımlık, light: hafif, laptop: dizüstü, lobi: dalan, mini market: bakkal, nickname: takma ad, performans: başarım, popüler: tutulan, reyon: sergen, sendika: birlik, sponsor: destekleyici, sürpriz: şaşırtıcı, tiraj: baskı, web sayfası: ağ sayfası."

27 Ağustos 2013 6-7 dakika 64 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (5)
  • 11 yıl önce

    Ne kadar önemli bir konu bu aslında Orhan bey. Duyarlılığınız için teşekkür ederim öncelikle. Epey bir zamandır dilimiz yabancı kelimelerin ve cümlelerin hücumu altında. Onların boyunduruğuna girmemek için çırpınıyor. Medya'ya bakın, devlet televizyonları dışında ki bütün kanallarda bir dil kirliliği var, bunu açık gözle görebilirsiniz. Oysa ki bir toplum dili ve kültürü ile var olabilir ancak. Medya sektöründe çalışan arkadaşların bunlara çok dikkat etmesi lazım. Ben bu yabancı kelimeyi kullandım toplumda bunu benimser nasıl olsa mantığı yanlış bir mantıktır. Öyle yabancı kelimeler vardır ki bize mal olmuştur artık Ör. ''Allah'' kelimesi gibi, bunları çıkartıp da atamazsınız. Ama öyle de ucube kelimeler var ki, onlar da başka bir dilin etkisine girdiğimizin açık göstergesidir. Ne olur efendim ''Mersi'' demesek de teşekkür ederim kelimesini kullansak, bir şeyimiz mi eksilir. Ya da bir sergileme salonu yerine ''show room'' kelimesini kullanmasak. Büyük alışveriş merkezlerinde ki dükkan isimlerine bir bakın yüzde yüze yakını nerede ise yabancı kelimelerden cümlelerden oluşmuş durumda. Dilimize gerekli özeni göstermezsek yarın yeni nesiller ile iletişimi de sağlayamayız. Tebrikler...

  • 11 yıl önce

    (2)

    Bildiğim kadarı ile Avrupa'nın bir çok ülkesinde yabancı bir isim ile onlardan izin almadan iş yeri açamazsınız. Televizyonlarda ki dil ve sözcük kirliliğinin önüne geçmek için RTÜK ve TDK da dahil beraber koordineli bir şekilde çalışıp sanırım bu işe bir çözüm bulabilirler. Bizlerde ebeveynler olarak okula giden çocuklarımızın eğitimi ile ilgilenirken gereken özeni gösterir isek. Sokakta öğrendikleri yarı İngilizce, yarı Türkçe kelimeleri kullandıkları zaman ikaz ederek doğrusunu öğretirsek sanırım bu konuda belli bir başarıyı yakalayabiliriz. Tekrar tebrikler ve teşekkürler kayda değer bu yazı için...🤐👍🤐

  • 11 yıl önce

    Sn. Zeytinci,

    Özellikle düşünce yazılarına değer veren ender kişilerden birisiniz; ancak yazılarıma bakan tek kişi sizsiniz. Günceli değerleyen yazılar yazmayı kışkırtabilecek tek etken okunmak olsa da, okumak için zaman dilenmek ne kadar zor!

    Çoğunluğun derdini, ender sayıdaki kalemden duymakla birlikte; sanki yokmuş gibi algılamakla sonuçlanır şu dil yozlaşması. Aslında yozlaşmanın tek nedeni, yabancı sözcüklere hayranlık olmasa gerek sadece; temel olarak kendi kültürünü veya anadilinin sağladığı yetkinliğin önemini unutmakla, yahut bu konuda ergen kuşaklara yeterli eğitimi vermemekle başlıyor olmalı bu kopukluk ve küresel özümsenme.

    Bu konuda daha çok yoğunlaşmaya, odaklanmaya diyelim efendim..

    Yazımı değerlediğiniz ve kamuya yansıttığınız için çok teşekkürler..

  • 11 yıl önce

    Bu TDK'nın işleri bana hep çocukları geliyor. Sanırım bende bu fikrin çoğu komik ve yararsız önerilerinden kaynaklı. Fakat yapılan iş fazla mühim. Ve olay VCD'yi GYD yapmak kadar basit değil. Hadi yaptın diyelim o da Türkçe değil. Sanırım yazınızda da anlattığınız hususları değerlendirip dilin önemini daha fazla kavramak gerekir. Yaratılan kelimeler için yaratıcı yazarlar kullanmak daha makbül. Ve kabul göreni de bu olacaktır. Yoksa bir oda da kendi aralarında bir şeylere karar veren bir grup değil.

  • 11 yıl önce

    Sn. Taşoğlu,

    Bir kişi ne kadar yaratıcı olursa olsun veya sanılırsa sanılsın, üreteceği sözcüklerin halkın diline uyarlanıp, akıcılaşmasını öngöremezdi. Hele kültürel birikim gerektiren ve dağarcığın irdelenmesini zorunlu kılan işleri kapsayan becerilerde, akil ve sebatla çalışanlar yerine yaratıcı ve zeki kişileri yetkilendirmek ve zengin bir kültürü yönlendirmelerini beklemek doğru da olmazdı.

    Öte yandan daha çok kullanımla, doğaçlama gelişen söylemlerin, yapay yönlendirmelerle, masa başında harflerle oynayarak üretilmesi de; halk'a inemeyen bir çok çalışmayı da beraberinde getirebilirdi. İşte bu nedenle, uydurma denilen çabaları daha geride bırakıp, Doğu dağarcığının işe katılmasına yönlenmek gerekmektedir.

    Düşünenlere çok tşk.. Selamla.