Dinler Gibi

Yine yağmur yağmış şehre... İkimiz ahşap bankın üstünde yaslanmışız birbirimize. Derdimiz ne romantizm ne de yağmurun melodik sesi. İkisi de neşemize ve hüznümüze ortak değil bu defa. Bu defa ayrık otu gibi, durdurmuşuz zamanı öylesine sabit bakıyoruz içimizdeki sessizliğe. Daha kaç çocuk ölecek kimbilir, kaç çocuk ölümün kucağında, daha kaç adam gibi adam ? Kaç kadın ağıtlar yakacak gidenlerin ardından... Sayısala vurmak bile ölümleri öyle burkuyor ki içimizi. Birbirimizi anlar gibi yaslanmışız ahşap banka, dinler gibi hiç konuşmadan...




Göle mayalıyorduk duyduğumuz, şahit olduğumuz bütün haberleri adeta. Umutlarımız zirve yapmış olsa da yetmiyordu çocukları kurtarmaya, insanlığı düştüğü derin çukurdan... Sudan bahanelerdi aslında bu kısır döngüyü çoğaltan... Göle bakıyorduk ikimiz de belki hayallerimizde belki gerçekti bakışımız suya bu denli... Göl dinlendiriyor ama televizyon dinlendirmiyordu. Yorgunduk nicedir, ağaçlardan, gökyüzünden, yere düşen yapraklardan bile yardım dileniyorduk. İmdaaat ! sesleri kuşların cik ciklerini bastırsa da doğal olan her şey döngüsünü sürdürüyordu savaşlara ve kötülere rağmen, baş roldeki...


...


Belli aralıklarla içimizdeki hışım toprağa karışıyor, yapraklar oradan oraya savruluyordu, rüzgar her şeyi aldığı gibi içimizdeki son umudu da koparıyordu bazı anlarda. Üstünde oturduğumuz banka sıkıca tutunmak bile yetmiyordu rüzgarın öfkesini dindirmeye. Yoksa rüzgar da mı insanlığa kızgın, o da mı kederli, hayattan kopuk, fırtına tonunda nefesler üflerken?



"Ancak çaresizliğini hissedenler, çare aramaya başlayabilirlerdi..." Çaresizlik savaş çocuklarının yüzlerinden okunsa da çarenin kendimiz olduğunu anlamamız yıllarımızı alacaktı düşününce... Oturduğumuz bankın yerinde yeni binalar, gölün olduğu alanda ilerleyen teknolojiyle değişen yepyeni bir meydan olacaktı ileride kim bilir? Bunları düşünürken yüzümüz taş bir parkeyi andırıyor, bulutlar gittikçe grileşiyordu sertleştikçe bakışlarımız...



...



Doğayı dinlemiyorduk ve bu yüzden geliyordu başımıza ne gelirse. Dinler gibi yapmamızın sonucunda bizi dinlemeyen bir dünya ( dolusu insan) duruyordu karşımızda. Susturamıyorduk dünyanın gittikçe çirkinleşen sesini. Cadaloz olup çıkıyordu dünya ve biz cadalozlukta yarışan dünya insanları... İsyan kokan sokakların bize anlattığı bundan başka bir şey değildi...




Oturduğum bank bir çivi düzeneği gibi batıyordu sanki her yerime. Kendi çaktığımız çivilerin battığı yerlerden kan damlıyordu şimdi ve sadece yüreğimiz kanamıyordu... Boyuna kanıyorduk, baktıkça, sustukça daha çok... Karşımızda sakin duruyor sandığımız göl de kanıyordu toprağın altında bir yerlerde. Yerleri saran kızıl yapraklar, onlar da. Dünya yaşlandıkça daha da kırmızılaşıyordu. Yine de suratına yaptığı makyaj gizleyemiyordu acı gerçekliğini. Dünya denilince "kırmızı" sadece öfkenin, intikamın rengi olup çıkıyordu. Öfkeli bir suskunluk büyütüyorduk galiba içimizde. Dünyanın yüzü arsızca kızarıyor bizim yüzümüz hiç değişmiyordu tv ye bakarken, yolda yürürken, insanlık ölürken. Dünyayı şöyle bir yokluyorduk içimizde ve insanlığı arıyorduk bazen sadece. İnsanlık başka bir gezegene kurmuş düşlerini, dünyadan geçmiş belki de. Ya da insanlık izin istemiş bir müddet gezmekteymiş. Daha insanca karşılanacağı yerlerde... Biz yine aynı, donuk, tepkisiz, şaşkın, tıpkı içinde olduğumuz mevsim gibi. Soğuk ve kupkuru...

23 Kasım 2014 3-4 dakika 243 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 9 yıl önce

    Savaşlar almış başını yürümüş. İnsanlar, çocuklar, kadınlar sapır sapır vurulup düşüyor ve kimsenin kılı kıpırdamıyor, herkese sanki bu yaşananlar normalmiş gibi gelmeye başladı artık yakın zamanlarda. Tabiat da bu yaralamalardan katliamlardan nasibini alıyor. Bunların acısı yani doğa katliamının ve insan katliamının çok sonraları çıkar bir yerlerden. Toplumsal duyarlılık budur işte kutlarım seni içtenlikle Şule güzel bir yazı kaleme almışsın...👍