Diyarbakırdan Kuma

Vergi vermeyen eşkiyaların baş şehri Diyarbakır'dan aşağıya, Şırnak'a doğru yollanın. Fakir evlerin önünde park eden lüks arabaların kaçak egzoz dumanını soluyarak yolunuz çocukların oyun bahçesi mayın tarlarına paralel ilerleyecek bir müddet.

Habur'a doğru kilometrelerce tır kuyruğu görmek sizi şaşırtmasın. Sınıra varınca dört beş ayrı noktada aranmak, klimasız, havalandırmasız saloncuklarda beklemek de garipsenmesin.

Fakat sınırın Irak tarafında lüks otel konforunu aratmayan bekleme salonları, yüzlerce kişinin aynı anda duş alabildiği açık banyoları, konaklama tesisleriyle modern bir gümrük teşkilatı görmek şaşırtıcı doğrusu.

Aynı kandan olduğunu vurgulamayı meziyet addeden bu güruh, sınırın bizim tarafını kanla sulamayı nedense tercih ediyor. Ve bizim bu taraf Marmara bölgesinin vergileriyle maaşı ödenen memur - asker - polis üçlüsünü beslerken, kaçak malla geçinenler bir çivi bile çakmıyor. Kahveler sinekli, bakkallar sinekli.

Daha da ilginci sınırın öte yakasında herşey Türkiye'den; musluğu ECA, klima Alarko, TV seti Vestel, koltuk takımı bürosit veya İstikbal. Yolları ve sinyalizasyon sistemi dahil tüm altyapıyı da bizim firmalarımız götürüyor.

Pırıl pırıl ve göz alabildiğine gelişen bir ekonomi. Yüzler gülüyor. Oysa birkaç kilometre gerisinde gece sokağa çıkmak bir dert.

Zaten ben sözde Kürt aydını geçinenlere hep diyorum, evladım siz vergi vermeyi öğrenmedikçe bir halt yapamazsınız. Arkadan silah sıkmak kolay, sabah 9-18 mesai yapıp 30 yıl emeklilik parası beklemek ve o aldığı parayla geçinememek biz İstanbulululara mahsus. Siz ancak bizim vergimizi yemeyi bilirsiniz.

Şöyle bir yay çizip, dede Barzaninin birinci Dünya savaşı sonrası ilk Kürt Cumhuriyeti kurmayı denediği İran topraklarına doğru, birkaç yüz kilometre yol alıyoruz. Yer yer Türk karakolları var. Skorsky'ler aleste bekliyor, zirveler tutulmuş.

Kaldığımız yerlerde gece çıkma diyorlar, ben geziyorum. Ama Irak rakısı güzel değil, söyliyim, müzik ve sinema zevkleri de bizim 1970 - 80'lerde kalmış. Kapalı ekonomi ne yapacaksın.

İran bir acayip zaten. Bir yanda Lenin'in ve Marks'ın teorileriyle Hazreti Ömer adaletini meczetmeye çalışan teorisyenleri, bir yanda evinde bağında gizli alkol üreten orta - üst sınıf ahalisi.

Malum, kadına yan bakmak bile yok. kimliğin müslüman içki de yok sana. Ama ilginç bir cinsel ihtiyaç giderme yolları var Şiilerin; Mut'a nikahı diye bir usülleri var. Kadın ve erkek önceden anlaşarak evleniyor; mesela bir aylığına. Sözleşme bitince resmi ve daimi nikah kıyabilecekleri gibi, ayrılabiliyorlar.

Gecelik muta olur mu Ümit diyeceksiniz, oluyor yavrucuğum diyeceğim. Buna bizim burada başka bir şey derler diyeceksiniz, sizi Kum şehrindeki müçtehidlere havale edeceğim. Veya mutah nokta kom sitesine bakacaksınız. Yalnız, ortalama İranlının mutayı gayet normal bulduğunu, sex for peace olarak kabul ettiğini, ne yani zina mı yapalım, medenice anlaşıyoruz dediğini hatırlatayım; kültür bu yani.

Neyse efendim, Kum Şehrini, İran'ın dini merkezi gibi düşünebilirsiniz. Bizim okullarımız her yıl mühendis, doktor mezun ediyor ya, bunlar da dini derinlikleriyle yorumlayabilen, hatta çağa uygun yeni hükümler getirebilen anlamında müçtehid mezun ediyorlar.

Atalarımız ne güzel söylemiş, yarım doktor candan, yarım hoca imandan.

Komünist rejimlerin ayrıcalıklı sınıfı bürokratlarken, teokrasinin lüks içinde yüzen kesimi mollalar. Herşey emirlerinde.

Mollalar arasında iş adamları, websitesi yöneticileri, match-making sitesi kurucuları olabiliyor. Aralarında birlik var mı hayır. Reformist bir kitle mevcut. Fakat enteresandır, nasıl ki Humeyni solcularla ittifak kuruyordu; bu reformist mollaların tamamı sanmayın ki çok batı yanlısı, çok modern. Bunların bazısı daha katı müslüman ama Humeyninin yaptığı anayasayı şeriata uygun bulmuyorlar. O sebeple muhalefet yapıyorlar.

Mollalar, Rafsancani gibiler mesela, Persepolis'in tümüyle yeniden ayağa kaldırılmasını istiyor şimdi. Köprüler, yıkık saraylar ve tarihi mekanlarda İskender'in henüz otuz yaşına gelmeden buraları fethetmiş olduğuna inanmak o kadar zor ki. Günümüz Türkiyesinin tamamını, Irak'ı ve İran'ı almak, mızrak ve kılıç savaşıyla göğüs göğüse kazanmak erkek adam işi.

Almak bir yana, sonraki birkaç yüzyıla kültürüyle damga vurmak ise gerçek politika.

İran'ın her daim rahipleri oldu. Zerdüştlük öldü mü sanki hayır. Ayasofyanın kubbe taşlarında "Böyle buyurdu Zerdüşt" yazdığı söylenir.

Rafsancani ise, 60'larda yazdığı devrim kerametleri kitabında kendisine sıkılan bir kurşundan devrimin kerametli hızıyla kaçtığını, Allaha şükrederek anlatan bir adam. İnananlar için bir evliya, inanmayan için düpedüz...

Humeyni ise, kırık ve eksik Farsçası, Türkiye, Irak ve Fransa'da geçen sürgün hayatı, kendisine hediye edilmiş Ayetullahlık ünvanı, özgürlük getiriyorum diye tüm muhalefeti, bir kısım mollalar dahil, hükümet aleyhine organize suç örgütü kurmak bahanesiyle hapse attıran, çürüten, kimini küçük kazalarda kurban eden ve tüm bunları, Irak'a karşı amansız bir savaş yürüterek halka unutturmayı başaran bir siyasetçi.

Irak'a karşı savaşını, ebedi şeytan ilan ettiği Amerika'dan (Reagan dönemi oluyor) gizlice aldığı silahlarla yürüttüğü açıklandığında nasıl da kıvır kıvır manevralar yapmıştı.

Şimdi diyorum, bu kürtler bizimle birleşme numarası yapar, bizim hükümet malum davayı kaşır da kaşır, üstüne Humeyni gibi bir referandumla memleketi yeşilin birkaç ton koyusuna doğru çekerken bir uzun savaş başlatmayı beceremezse, Türkiye İslam Cumhuriyeti olmaz.

Ufukta savaş mı görüyorsun dediniz, deniz aşırı da olabilir mi acaba? Neden olmasın.

25 Ağustos 2009 5-6 dakika 8 denemesi var.
Yorumlar