Dul Olmak Kadının İkinci Ele dönüşü müdür ?

Örfün katı bir şekilde kendisini hissettirdiği toplumumuzda kadınının herhangi bir şekilde yalnız kalması ona bakış açısını da değiştirmektedir. Evli bir kadının boşanması, kocasının ölmesi veya kocasının uzun yıllar uzaklarda bulunması nedenleriyle yalnız kalması onu potansiyel bir namus sibobu olarak değerlendirilmesine zemin hazırlamaktadır. Böylece dul yani sahipsiz kalınca ona sahip olmak isteyenler çoğalmaktadır. Ancak bu sahip oluş da sadece bedensel hazzın tatmini olarak ele alınmaktadır. Can çekişmekte olan bir ceylanın üstünde kanat çırparak ölümünü bekleyen akbabalar gibi dul kadının etrafında üşüşen erkekler onu şehvet ağlarına nasıl düşüreceklerini düşünürler.
Bu anlamda toplumda kadın olmak ciddi anlamda zordur. Çünkü onu üstesinden gelmesi oldukça zor durumlar beklemektedir. Bunların başında ekonomik özgürlüğü yoksa geçim derdi gelmektedir. İkinci sırada insan olmanın doğal sonucu olarak cinsel arzunun giderilmesi gelmektedir.
İnsanlık tarihi kadınlara uygulanan çifte standartlarla doludur. İnsan olarak erkek ve kadın aynı düzlemde değerlendirilmemektedir. Kocası ölen kadınlara ve genel anlamda dul kalan kadınlara bakışın tarihçesini gözler önüne serdikten sonra günümüzün ilkel anlayışları üzerinde daha sağlıklı durabiliriz.
Hindistan'da kadınların hiçbir önemi ve değeri yoktu. Kocası ölen kadın ya diri diri toprağa gömülür ya da kendisini yakardı. Dul bir kadının saygı görmesi şöyle dursun evlenmesi bile yasaktı. Kadınların iffetinden de söz edilemezdi. Bir adam karısını kumar masasında kaybedebilirdi. (1)
Cahiliye devrinde kocası ölen kadın, bir yıl mağaramsı bir kulübeye kapatılır, kimseyle temas etmez, yıkanmaz, saçlarını taramaz, tırnaklarını kesmezdi. Hatta bu devir Araplar arasında, ölümünden sonra kendisi için bağıra çağıra, iyiliklerinin sayılarak ağlanmasını vasiyet edenler bile vardı.(2)
Yiğitliğin can almak ile eş tutulduğu; babaerkil Yunan tanrılarının aşık oldukları ölümlü kızların ırzına geçtiği; kahraman erkekler ülkeler fethederken karılarının evde gergef işledikleri çağlarda... O çağlarda ki Atinalı kadınlar fikri sorulmaksızın evlendirilir, kocası boşadım deyince dul kalır, yanında yaşlı bir köle olmadan sokağa çıkamaz, eşinin arkadaşları ile sofraya oturamaz, oy kullanamaz, eğitim göremezdi. (3)
Moğollarda kadın, çocuğu doğuncaya kadar kendi evinde kalır. Dullar bir daha evlenemezler. Oysa, Hunlar ve Göktürklerde böyle bir gelenek yoktur. Hun ve Göktürk tarihinde babalar ölünce, erkek çocukların annelerinin kumaları ile evlenmeleri çok görülürdü. Bu husus, baba ölünce aileyi bir çatı altında toplama geleneğidir. Levirat denen "Kayın alma" da yaygındı. Eşi ölen gelin, kayınla evlenmekteydi. Böylece eşi ölen kadın ve çocukları sokakta kalmazdı.(4)
Ve Yahuda ilk oğlu Er için bir karı aldı, ve onun adı Tamar'dı. Ve Yehudanın ilk oğlu Er Rabbin gözünde kötü idi. Ve Rab onu öldürdü. Ve Yehuda Ona dedi; kardeşinin karısının yanına gir ve ona kayın biraderlik görevini yap ve kendi kardeşine zürriyet yetiştir.(Tekvin; 38/7-8)
Eğer kardeşler birlikte otururlarsa ve onlardan biri ölürse ve onun oğlu yoksa ölenin karısı dışarıda yabancı bir adama varmayacaktır. Kocasının kardeşi ona yaklaşacak ve kendisine kayın biraderlik vazifesini yapacaktır.( Tesniye; 25/5)
Ve eğer o adam kardeşinin karısını almak istemezse, o zaman kardeşinin karısı kapıya ihtiyarların yanına çıkacak ve diyecek; Kayın biraderim İsrail de kardeşinin adını durdurmaktan çekiniyor. Bana kayın biraderlik vazifesini yapmak istemiyor. O zaman şehrin ihtiyarları onu çağırıp kendisine söyleyecekler. Ve eğer durup; onu almak istemem, derse o zaman ihtiyarların önünde kardeşinin karısı onun yanına gelecek ve onun ayağından çarığını çıkartacak ve onun yüzüne tükürecek. Ve cevap verip diyecek; kardeşinin evini bina etmeyen adama böyle yapılır. Ve İsrailde onun adı; çarığı çıkarılanın evi, çağırılacaktır.(Tensiye;25/710)
Gerçekten kimsesiz, yalnız kalmış dul kadın umudunu Tanrı'ya bağlamıştır; gece gündüz O'na dilekte bulunmaya ve dua etmeye devam eder. Kendini zevke veren dul kadınsa daha yaşarken ölmüştür. Ayıplanacak duruma düşmemeleri için onları bu konularda uyar. Timoteosa birinci mektup; 5/ 4-7
Yaptığı iyiliklerle tanınmış, tek erkekle evlenmiş, en az altmış yaşında olan dul kadın, eğer çocuk büyütmüş, konuk ağırlamış, kutsalların ayaklarını yıkamış, sıkıntıda olanlara yardım etmiş, kendini her tür iyi işe adamışsa, adı dullar listesine yazılsın.
Daha genç dulları listeye alma. Çünkü bedensel arzuları Mesih'e bağlılıklarına baskın çıkınca evlenmek isterler.
Böylece verdikleri ilk sözü çiğneyerek hüküm giyerler.
Aynı zamanda ev ev gezerek tembelliğe alışırlar. Yalnız tembelliğe alışmakla kalmazlar, üzerlerine düşmeyen sözler söyleyerek başkalarının işine karışan boşboğazlar olurlar.
Bu nedenle, daha genç dulların evlenmelerini, çocuk yapmalarını, evlerini yönetmelerini, düşmana hiçbir iftira fırsatı vermemelerini isterim. (Timoteosa birinci mektup;5/9-14)
Çin'de, 20. yüzyılın başına kadar süren bir geleneğe göre; kocası ölen kadın, intihar eder. Bu ölüm, ailesinin ve kadının "şeref" hanesine büyük bir fazilet nişanesi olarak kaydedilir. Kalabalığın ortasındaki darağacında "yas rengi" beyaza bürünmüş kadın, bu defa bir başka dünyaya gelin olur.(5)
İlk çağlardan günümüze kadar gelen anlayış çok fazla değişmemişe benzemektedir. Dul kadınlar kendi başlarına karar verecek bir özellikte görülmemektedirler. Kocası ölen kadının kendisini onun ardından onunla birlikte yakması veya öldürmesi kadının kişiliğine büyük bir suikasttır. Musevilikte görünen dul kadının ev içinde kalması kayınbiraderle evlenmesi anlayışı bizim doğu toplumlarımızda da yaşanmaktadır. Burada kadının veya erkeğin isteyip istememesi önemli değildir. Önemli olan kadının dışarıdan bir erkeğe kaptırılmamasıdır.
Toplumuzdaki asıl açmazlardan birisi ve yerleşik olarak ele alınan sözüm ona değer sistemi dul kalan bir kadına bekar birisiyle evlenme imkanı verilmemesidir. Sebep; kadın başkasıyla evlenmiştir. Ve ilk olma özelliğini kaybetmiştir. Yani mağazadan alınan bir eşya eve götürüldükten ve bir miktar kullanıldıktan sonra satışa çıkarılınca doğal olarak değeri düşmektedir. Çünkü kullanılmıştır. Bunu bir eşya için düşünmek gayet doğaldır. Ancak bunu bir insan için düşünmek ise onu bir eşya seviyesine indirmekten başka bir şey değildir. Kendisi bir kadın olmasına rağmen anneler erkek çocuklarının sevdikleri bir dul ile evlenmelerine razı olmayışları bu anlayışın ürünü olsa gerek. Kadınlara bu anlamda en büyük haksızlığı yine bu tür kadınlar yapmaktadır.
Dul kadınların açmazlarından birisisi de cinsel arzunun tatmini meselesi demiştik. Bu konuda dul deyince akla istismarı mümkün bir cinsel obje gelmektedir. Çünkü bekarların dullarla evlenmeleri neredeyse imkansız bir olay olarak görülür. Böyle olunca dul kadın kendisi gibi dul bir erkekle evlenmesi gündeme gelmektedir. Ancak buradaki en önemli sorunlardan birisi de erkeğin dul kadın gibi ince zar sorunu olmadığı için hala bakir olarak değerlendirilmesini engelleyecek bir neden yoktur. Dolayısıyla dul oluşunu belirleyecek bir etken yoktur. Böyle olunca da dul erkekle bakir erkek arasında bir fark kalmamaktadır. İşte bu sebeplerden dolayı dul kadın yenilmeye hazır bir piliç gibi ele alınır. Bu da dul kadının açmazlarından birisidir.
Geçimini sağlamak amacıyla girdiği bir çok yerde, yapacağı işinden ziyade bedenini nasıl kullanacağına bakılır. Patronun iyi bir metresi olur da kendisini yem yaparsa patron tarafından da yemlenir. Aksi taktirde deflenir/ kovulur.
Şehvet tanrısına kendisini adayan erkekler dul kadın avına çıkarlar. Böylece hem sahipleri tarafından öldürülme veya tehdit riski yoktur hem de kolay bir avdır. Bu şekilde dul kadınlar beyaz kadın ticaretinde ve şehvet tanrısına kurban edilmede önemli bir mal olarak değerlendirilirler. Bu gerçeği bilen duyarlı ve sorumlu insanlar yüzyılımız en korkunç felaketinden sonra kadınların ve kızların konumunu düşünmektedirler. Çünkü korkunç felaket yaşanmıştır. Ölenler ölmüş, batanlar batmış, gidenler gitmiştir. Ama geride küsmesiz, sahipsiz ve ne yapacağını bilemeyen binlerce insan kalmıştır. Bir kazada ölen insanların acısına bakmadan onları soyma edepsizliğini gösterebilen insanlar gibi bu felaketi de beyaz kadın tacirliği için fırsat gören vahşi insanlar olacaktır. Bunun için ölenlere artık üzülmeyi bırakıp, geride kalan sahipsiz kadın ve kızlarımızı kurtarmanın yollarına bakmalıyız.
?Tsunami ve depremden en çok zarar gören Sri Lanka, Endonezya ve Maldivler'de çeşitli gruplar, dünyanın, kadın ve kızların karşı karşıya olduğu tehlikeleri fark etmesi için çaba gösteriyor. Pek çok grup ayrıca, kadınların fiziksel güvenliğinin, sağlığının ve saygınlığının korunması, kadınlara psikolojik destek sağlanması için de fon toplamaya çalışıyor. New York'ta bulunan Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu sözcüsü David Del Vecchio, "Milyonlarca insan evsiz kaldı, ama en başta kadınların, özel ihtiyaçları göz önüne alınmalı" diyor.?(6)
Maalesef erkek egemen toplumlarda kadınların özellikle de dul kadınların cinsel obje olarak görülmesi bir realitedir. Bu anlamda kullanılan bir metaya dönüşmesi kaçınılmaz gibi görülen kadınlarımız için bir takım önlemler alınması zorunludur. İlk önce insan anlayışımızı sorgulamalıyız. İnsanı kadın ve erkek diye iki cinse ayırdıktan sonra kadını salt cinsel obje veya kendini idareden aciz bir varlık olarak değerlendirmekten vazgeçmeliyiz. Örfün ağır bastığı ve kadını aşağılayan anlayışa karşı dimdik ayakta durmaya çalışmalıyız. Kadınların bu anlamda en büyük düşmanları yine kendi hemcinsleri olması da insanı gerçekten üzmektedir. Dul bir kadını vebalı gibi değerlendirerek kendisiyle evlenilmesi mümkün olmayan bir hasta gibi görmek anne kadınlara has bir özelliktir. Bu anlamda dul kadın kimdir sorusuna cevap arayışında karşımıza şu cevaplar çıkmaktadır;
Kocası ölen kadın... Eşinden ayrılan kadın... Çocuklarıyla yalnız yaşayan kadın... Sahipsiz kadın...
Bunlar ansiklopedik anlamlar. Bir de toplumun dul kadına yüklediği anlamlar vardır. Onu da İclal Aydın dul bir kadına basının bakış açısından yola çıkarak şu şekilde anlamlandırmaktadır;
Dul olmak nedir biliyor musunuz?
Dul ve iki çocuklu olmak... Arkadaşlarınızın bile kocalarını sizden sakınması demektir. Aile sohbetlerine, görüşmelerine çağırılmamak demektir.
Bir erkek akrabayı bile evde ağırlayamamak demektir.
Komşuların, mahalle bakkalının gözetlemesi altında, esir hayatı yaşamak demektir. Kısa kollu giyinememek, gece sinemaya gidememek, tek başınıza büyütmek zorunda olduğunuz o iki çocuğu "ne derler" endişesiyle gerçek hayattan mahrum bırakmak demektir.
Dul olmak, neredeyse her erkeğin "bu her şeye müsaittir" bakışı altında yaşamak demektir...(7)
Bunlar dul kalmanın kadına getirdiği kaldırılması çok ağır yüklerdir. Biz insan olarak birbirimizi sevemediğimiz ve insan olarak birbirimize değer veremediğimiz müddetçe de bu böyle devam edecektir. Kadınlarımızı insan olarak kendi başına yaşama erdeminden yoksun gördüğümüz müddetçe bu böyle devam edecektir. Kadını ince bir zarın kurbanı olarak gördüğümüz müddetçe bu böyle devam edecektir.
Boşanmış bir kadını varlığıyla/kişiliğiyle değil de bekâretiyle değerlendirdiğimiz müddetçe bu böyle devam edecektir.
Bir erkek boşandıktan veya eşi öldükten sonra nasıl ki insanlığından bir değer kaybetmiyorsa kadında insanlığından hiçbir şey kaybetmiyordur. İnsanca yaşama hakkına da asla suikast düzenlenemez. Dul kadının sevme ve sevilme hakkı ince bir zarın kurbanı edilemez. Kadını bu şekilde görenler hala kendilerini ilk çağın ham insanlığına mahkum etmiş yoz bir mantığın ürünüdürler.
Cinselliği insanın doğası olarak değerlendiren Tanrı, dul kadınların da bu doğal güdülerini göz ardı etmemiştir. Bu anlamda kocası ölen bir kadına ilgi duymak veya onunla evlenme isteğinde bulunmak tabii bir hadisedir. Yadırganacak ve yargılanacak bir davranış değildir. Dul kadın istediği erkekle evlenme hakkına sahiptir. Bu anlamda onu hiç kimse sınırlandıramaz. Çünkü geleceğini belirleme hakkı sadece ona aittir;
?İçinizden vefat edip de geride eşler bırakan kimselerin hanımları, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. İddet (bekleme) sürelerini bitirdikleri zaman, artık kendileri hakkında meşru bir şekilde yapacakları hareketten size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Böyle kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda size bir vebal yoktur. Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız. Fakat meşru bir söz söylemekten başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan iddet sona erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin (kesin karar vermeyin). Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Öyle ise O'nun azabından sakının. Yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşaktır.? (Bakara/ 234-235)
Bunların yanı sıra bir de kocası varken dul hayatı yaşayan kadınlarımıza ne demeli. Bu tür kadınlarımız da toplumun ve örflerin kurbanı olmuştur.
Her ne şekilde olursa olsun bir kocaya sahip olmayı, kocasız olmaktan daha iyi olarak değerlendiren kadınlarımız yalnız kalmaktan korkmaktadırlar.
Kendi ayakları üzerine durmaktan korkmaktadırlar. Çünkü bu anlamda ekonomik özgürlükleri yoktur. Kocasının her türlü şiddetine katlanmak zorundadır. Beyaz gelinliğiyle çıktığı evine ancak beyaz kefeniyle dönmesi söz konusudur. Yoksa törelerin Namus Tanrısına adanacaktır. Kocası kendisini aldatabilir. Eve geç gelebilir. Gelmeyebilir. Bunlar erkek olmanın doğal sonucudur. Kadın dul kalmamak adına bunlara katlanmak zorundadır. Erkeğin yaptığı ihanete benzeriyle cevap verdiğinde namus cinayetinin kurbanı olacaktır. Kadın bunu asla düşünemez.. Düşünmemelidir. Çünkü o kadındır. İşte bu gibi sebeplerden dolayı kızlarımızın mutlaka okuması ve ekonomik özgürlüğünü kazanarak kendi ayakları üzerinde durma cesaretini göstermesi gerekir. Ancak bu şekilde dul olmanın acısından ve ağır yükünden bir miktarda olsa kurtulabilir.

1 - http://www.menzil.net/siyer/siyer.htm
2 -http://mitglied.lycos.de/islamdakadin/evlilik/makyaj.html
3 -http://www.elvinazar.com/seks_mitoloji/1_amazongiris.html
4-www.1001kitap.com/Bilim/Mahmut_Tezcan/turk_ailesi_antropolojisi/
5 - http://www.kesfetmekicinbak.com/atlasdan/eskiatlas/
6 -http://www.bianet.org/2005/01/01_k/52454.htm
7 -http://www.gazetevatan.com/

05 Şubat 2009 13-14 dakika 59 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 15 yıl önce

    ewet çok teşekkur ederım bu güzel açıklamanızdan dolayı keşke herkez sizin gıbı düşünebılse ama öyle bı ülkede yaşıyoruzkı ne mumkun dul etıketı yememek bu cok üzücü ve acı ama gerçek.bende ayrıldım ewet bende yedım bu yaftayı henuz 25 yasındayım işte şimdi savaş başladı dıye düşünuyorum bu çırkef hayatla dedıgınız gıbı yıne kadınların ılk düşmanı yıne kadınlar sonra erkeklerdır...AMA BEN BU HAYATTA BEN GELIP GELICEM ALLAH'IN IZNIYLE...