Duyguların Arka Odası

Bizler hiçbir zaman duygularımızı açıkça ifade etmeyi öğrenemedik. Henüz konuşmayı öğrenmeyip, duygularımızı ağlayarak ifade ettiğimiz yıllarda emzik susturucusu ile tanıştık.

Konuşmayı öğrendiğimizde 'Sen daha çocuksun' engeline , ilkokula başladığımızda sınıf başkanının 'konuşanlar defteri' ne takıldık.O defter ortaokula , liseye gittiğimizde bile eskimemişti daha. Üstelik artık yalnız da değildi. Yanına not defterlerini , disiplin cezalarını, sürgünleri, sopaları , ceza evlerini ekleye ekleye iyi bir çevre yapmıştı kendine.

Neden ilk defa anne ya da baba dediğimiz gün bu kadar sevinmişlerdi acaba. Bu iki sözcük , ya da sonradan üstüne eklenecek üç-beş tane cümle için miydi bu kadar telaş.
-'Tamam anneciğim, tamam babacığım'
-'Yaptım öğretmenim'
-'Emret komutanım'

Sınavların da yazılı olarak yapıldığını düşündüğümüzde yirmi yaşına kadar idare ederdi bu sözcükler.

******
Sanırım bu yüzden çok küçükken başladık, duygularımızın arka odasını inşa etmeye. Düşünüp te
söyleyemediklerimizi biriktirip durduk hep. Özellikle 'Seni seviyorum' demeyi hiç öğrenemedik.
'I love you' , 'Ich liebe dich' gibi tüm yabancı dillerdeki karşılığını biliyorduk. Türkçesi çok tehlikeliydi ve söyleyemiyorduk. Yıllar sonra 'Var mısın , Yok musun' yarışmasında gördük ki
bu sözcük ortalıkta uçuşuyor , ölen ve yaralanan da yok.

Anımsıyorum bir arkadaşım fakülte yıllarında iki kelimelik duygusunu açıklayamadığı için, yirmi sayfa mektup yazmıştı. Yine de anlatamadı ama , bu mektup deneyimi onun bu günkü 'iyi' yazarlığının ilk adımları oldu belki de.

Fakülte yıllarından bu yana yaklaşık otuz yıl geçti.

Facebookta arkadaşlarımın paylaşımlarını gördükçe, arka odanın bu şekilde boşaltılmaya çalışıldığını düşünüyorum. Oralarda yine söylenmek istenen şeyler var, ama yine dümdüz söylenemiyor . O şarkılarda , o şiirlerde, o hikayelerde hep bir arka oda görüyorum ben.

Bizler neden hüzünlü şarkıları bu kadar çok severiz bilmem . Hüzün, bizim söyleyemediklerimizi mi temsil eder.Bir dayatma mıydı bizim yaşamımız. Aslında şarkılar söylemek , dinlemek istiyorduk ta, marşlar mı dinledik, söyledik. Aslında köyümüzün , kasabamızın; annemizin, babamızın kısacası kendimizin ezilmişliği daha gerçek bir korunacak hak olduğu halde neden teorik haklar peşinde koştuğumuzu mu dile getiremedik.

Konuşmayı öğrenemediğimiz gibi , yazmayı da öğrenemedik. Şarkılardı bizi anlatan;diziler , filmler,
videolardı. Üstelik google de aradığın sözcüğü yazdın mı ilgili ne varsa geliyordu önümüze .Ya da bu sözcüğün geçtiği bütün şarkıları kolayca bulabiliyorduk.

Karnımızı yemek tarifiyle doyuramıyor ama ruhumuzu başkalarının yaşadığı duygulardan çıkmış yapıtlarla doyurabiliyorduk. Hatta kendi anlatamadığımız duyguları onlarla anlatabiliyorduk.
Artık arka odada saklayabileceğimiz duygularımız bile yoktu.

Elimizle, ayağımızla, gözümüzle, yüreğimizle , kağıdımız ve kalemimizle ulaşamadığımız, duygularımızı anlatamayıp arka odada oturttuğumuz o meçhul insan.

O dost, o sevgili, o arkadaş, o oğul ,o kız, o ana,o baba.

O her kimse , o her neyse.

Kanar sanıyorduk arabesk bir şarkıya.

23 Aralık 2013 3-4 dakika 24 denemesi var.
Yorumlar