Elbistan Üzerine

YEDİNCİ ŞEHİR 'ELBİSTAN'
'ELBİSTAN'
'Bir belde düşünün ki
Payıtahtın saraylarına
Hep ordan gitsin
Güzel sultanlar.
Fatih'in,Yavuz'un,Sultan Süleyman'ın yarı mayası Elbistan.'
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir',Ahmet Turan Alkan'ın Altıncı Şehir' i olur da yedinci şehir neden olmasın?Yedinci Şehir niye 'Elbistan 'olmasın?Kimi zaman aidiyet duygusundan dolayı içimizde içinde yaşadığımız şehre ait bir şeylerin iyiye gitmediğini,bizi bir kurt gibi bir şeylerin yiyip bitirdiğini hissederiz.Bir şeyler yapmazsak nelere mal olacağını kestiremediğimiz durumların ortaya çıkacağını sanırız.Yaşadığımız şehirde sadece 'şeerli'olarak övünmemizin bir katkı sunamayacağını anlarız.Kentlerimizdeki gelişmenin tam bir gelişme değil de demoğrafik olarak bir büyüme,betonlaşarak büyüme olduğunu,çocuklarımızın,bizim 'çelik çomak,tımbıl,kuyu,üç taş,saklambaç,tran kaçtı,gıf gıf,elim sende,tilki temek,abıdanya ' gibi oyunlardan,köy odalarından ve işlevlerinden habersiz büyüdüklerini,yeşil alana muhtaç günler geçirdiğini,inadına bir estetik zevkle ayakta kalmaya çalışan eski kerpiç ve ahşap evlerimizin içler acısı haline ,bakımsız,sahipsizliğine,düşen birini kaldıracağımıza gülüp geçen gençlerimize hepinizin hayıflandığını duyar gibi oluyorum.Elbistan'ımızla ilgili tüm çalışmalar yeniden 'Yedinci Şehir' adıyla yayımlansa ne güzel olur.
Ceyhan nehrinin Türkiye'nin dördüncü büyük ovasına bereket saçtığı Elbistan,derler ki Hızır heybesini Çukurova'dan alıp Elbistan'a savurmuş..Anadolu'da kabuğunu kırıp,tek başına büyüyüp,gelişen bir zamanlar başkentlik yapmış,mütevazı,çalışkan güler yüzlü insanların memleketi Elbistan,Albıstan,Albusteyn.
Çocukluğumuzda şehre geldiğimizde ilk dikkatleri çeken çarşılardaki,çekiç sesleri ve at nalı şakırtıları,limonatacılar,şalgamcılardı.Köy duraklarıyla iç içe olduğundan demirci dükkanları,insan yanan ateşte nar gibi kıpkırmızı olan demirin suya batırılırken çıkardığı 'coss 'sesini,işçilerin o demiri döverken nizami vaziyette bir birlerinin sırasını şaşırmadan,birbirlerinin eline ,ayağına vurmadan ahenkle çalışmalarına hayran kalırdı.ve ayrıca uzun çarşının batısında eski demirciler çarşısı vardı.O dükkanlar bir bir kayboldu,şimdilerde ise teknoloji caddesi oldu..Nerde o eski günlerin çılgın muciti'Berber Bahittin ki dükkanında her türlü alet,edevat,oyuncak ne ararsan bulunurmuş..Uçuş denemeleri yapmış Ceyhan nehri üzerinde,bir teyyareyi tamir etmiş, Ogünlerde,nehirde kaybolan halısının eşini de bırakıp suda kaybolduğu yeri bulmuş itirazlara rağmen..Böyle yetenekli insanlarımızın elinden tutulsaydı belki bir mühendis,elektronik devi falan olabilirdi.'Yine delilerimiz aklıma geldi,Aman Allahı'm ne kadar da çoklar..Hemen her sokak başını kesmiş,bir lira ver bir lira ver diye alıştırıldıkları işi yapıyor kimi,kimisi 'Holivıta' gidip film çekip geliyor..bir fotoğraf stüdyosu onlar için bir albüm hazırlamış,sağ olsunlar.
Ya camilerimiz...Uzun çarşıdaki çarşı-yı Atik Camiinin avlusundan girer girmez sizi açık ferah bir ortamda,huzurlu bir namaz bekliyor.Kale bedeni gibi sağlam duvarlar sizi,etkilemediyse tek kubbe üzerinde yükselen himmet babaya gidin,asırlık çınar ağacı hoş geldin der size,küçük amma şirin süslemeli dış ve iç kapısı,renkli mermerleri,minberi,cami içindeki iç kapı büyüler insanı..Neden iç kapı var içerde?Cami içinden geçiliyor türbeye de ondan.Himmet Baba'nın bir savaşte şehit düştüğü efsaneler arasındadır.sevgili kullarının şefaatını nasip eyle ey Rahman!Beylikler döneminin imarı,ve güzel mimarisine doyum olmaz,Selçuklu Hamamı,ve Ulu Camiye geldi sıra.Ulu camisiz olur mu şehirler?Derler ki dünyanın en büyük mimarı Sinan gelip,incelemiş Elbistan Ulu Camiini..Kocaman kocaman avizeleryle,geniş pencereleriyle aralarda dolaşan çocukları burada seyredin.Aynı yerden Hünkar mahfiline de geçilir.Yan tarafta yatan ecdadımızın mezarları ile harika bir cami.Harika camilerin müezzin ve imamları da,onların sesleri de bir başka olur,mikrofona ne hacet o biçim camilerde.VE HAFIZ TEBER Emmim amadır ama bakmayın amalığına her şehre gider,her yokuşu,inişi bilir maşallah.Bir ramazan gecesi dinledim onu ulu camide,ürpermemek elde değil onun sesinden.Niye hala türbesi yoktur yan tarafta yatan ecdadımızın.Ona hayıflanıyorum.Ulu Cami yanındaki kale bölgesi mevcut.Ordaki fakir vatandaşlarımıza evler yapılsa da 'orası bir yeşil alan olarak ayarlansa şehir içinde çok hoş bir mekan olurdu."Yine ahşap Güneşli Cammi,yarı ahşap Kızılcoba Camii ve yeni restore edilp ibadete açılan Ceyhan Camii-Aşağı Camii-de ahşap bayan ve erkek girişleri farklı olan güzide camilerden.Ne yazık ki şu Ramazan günlerinde içerde buram buram çam sakzı kokusunu içimize çekerken ezan vakti bahçede yüksek sesle tartışmaları herkes gibi beni üzdü.(Temmuz 2015)Ayrıca çevre köy ve kasabaalrında da birçok höyük ve kale kalıntısı,yaylalarında nemrut misali kayalardan oyma insan kafası,burnu,kuş,kartal figürünü bizzat görmüşümdür.
Yine Osmanlı yapısı olan 'polisevi'binası görülmeye değer.Zaten Şar Dağı'nın o çıplak yüzüne baktığımız zaman insan ürperiyor.Ormanın kalıntısı yer yer bulunan kalın kalın kütüklerden sorulur..'Ceyhan'ın kenarı sıra sıralanan,sayısı azalan eski ahşap evler ile Kızılcoba'daki tarihî,ahşap evler kentsel dönüşüme kurban edilmeden onarılıp,koruma altına alınmalı.En azından bir bölümü,Kızılcoba'da insan kendisini başka diyarlarda,bir başka alemde hissediyor ister istemez.Bazı dar sokakları var ki ne araba ne motosiklet girer.Demek ki at eşek,katırların,yayaların geçmesi için yapılmış o sokaklar atalarımız tarafından.Komşuluk,akrabalık ilişkilerini sıcaklığı samimiyeti orda belili oluyor.çünkü araları bir,bir buçuk metre evler varken bir de başınızı yukarı kaldırıyorsunuz ,evlerden birbirine geçmek için tahtadan köprü kurulmuş.Ben çok üzüleceğim o tarihi doku korunmazsa,gelecek kuşaklarımıza neler anlatıp ne aktaracağız 'gül peri' diyarından..Bir de babam köyden şehire inip de arpa,buğday,ay çiçeği,kuzu vb.sattığında hediye olarak getirdiği ama soğumuş olan ciğer dürümünü hatırlarım eskilerden.
Birçok ilden büyük olan bu şehir bir türlü yeterli ilgiyi görüp de" vilayet "statüsü kazanamamıştır ;halkının hep beklediği o hak artık "bir kızıl elma" olmuştur.



Ceyhan'a Karşı

Doldur sâki demlenme vakti.
Sensiz,sevgisiz zil zurna günler geçirmişim.
Kim korkar şu tadımlık meyden.
İçmeyen sankim direk mi kalmış dünyaya.

Azıcık soluklanıp yudumladıp hepten.
Meçhul gölgeler oynaşırken,
Celallenmiş Ceyhan'a karşı gelip,
Hazinelerin içime çekmişim.

Sankim ol bade-yi nehri ben içmişim.
30.07.2010

Yakup Onat

ŞAİR YÜREKLER
(Bizde şairlik,medeni memleketlere nazaran,karnı tok ,sırtı pek insanların işi olmaktan ziyade bir terbiyeci harcıdır...)
Memleketimin havasından mıdır,suyundan mıdır nice şair yürekler çıkmış gönüllerdeki coşkun haykırışları kaleme döküp güzel dilimize katmışlar yeni yeni kelamlar. Ceyhan misali herkesi doğudan batıya kucaklamışlar.Yemeniye'kelik'bulgur pilavına'aş' ;oğlana 'döl'derler bizim orda vb.veciz dizeleriyle Hayati Vasfi Taşyürek,İnci gibi dizer dizeleri Ramazan Pamuk abimiz,bölgenin Ahmet Mithat'ı Arif Bilgin'in,Elbistan neşriyatından Göçer ofset,çıkıp Salavan Dağı'na,avcılara yoldaş olan Abdurrahim Karakoçlar,Bahattin Karakoçlar,Ozan Asefiler,Hacı Hasan Uğurlar, Adnan Güllüler,Erol,Boyunduruklur,Ali İhsan Kuyumculur buram buram Medetsiz yaylası,Şardağı,Ayıpınarı yaylası kokan, isimleri ebedileşecek olan o sanatçı ruhlardan sadece birkaçıdır.
Neci ki şair olmak:Şair olmak bu alemde, Allah'ın verdiği yüksek seviye yetenek ..Kalemşörlük de adam öldürür yanlış ve kötü yollara yönlendirmek için yazarsanız... Başka bir gözle bakabilmek kurda kuşa,börtü böceğe,güzellere,hasılı tüm ins-ü cana.Yunus misali dava adamı davalık olmadan sevgiyle kucaklamalı alemi.Durup birden coşkun sular gibi çağlıyorsa,baş kaldırıyorsa her türlü eziyet ve sömürüye,geçimsizse şair ,bilin ki 'bir dağı alıp kor ötekine',kendini yükümlü hisseder bir yerde haksızlık varsa karşı çıkmaya.Arızaları görüp iletmek.O yüzden şairler sevilmez,geçinemez kimseciklerle.Şair bilir erken göçeceğini Cahit Sıtkı gibi..Boşuna dememiş Sait Faik:'Kalemimi yontup yazmasaydım,çıldıracaktım .diye.Okumaya ve yazmaya yeterli ilgiyi gösterebilirsek,okullarımızda şairlik,yazarlık yeteneği olan çocukların içindeki mayayı keşfedip açığa çıkarırsak ne gam..Derler ya şair olunmaz ,şair doğulur.Şairleri haykırmayan bir millet öksüz çocuk gibidir.Küp dibindekini sızdırırmış.
19.03.2013

AH BU AHŞAP EVLER VE KIZILCOBA
Çok sevmişimdir tarihi,ahşap evleri.Ve içindwekilere hep imrenmişimdir ne kadar mutlulardır kim bilir diye.Ve ellerindeki gizli hazinelerin farkındalar mıdır acaba?derim.Bir başkadır,giriş kapıları,ahşap kapı tokmakları,iç avluları sundurmaları-örtmeleri-iç odalardaki makatlar,minderleri,desenli yastık yüzleri,oym adolapları,taaları,yüklükleri ile tamamen Türk örf ananaelerini yansıtmaları.Kimliğimizdir onlar içinde yaşayan yaşlı nine ve ak sakallarımızla..Kim bir olmadı ki on-on iki baş horantayla eskiden..O kıvrım kıvrım dar sokaklar bat ıillerinde olsaydı filmler ve diziler çekilirdi oralarda.Yazık ki şimdilerde oralar da çarpı kyapılaşmaya açılmış durumda.
Bir kaçış,kendine geliş olan o yerleri yitirmek üzereyiz tüm duyarlı insanlar içi acıyanlar için, şehirlerin ruhu ve nefes aldığı yerler olarak bilenler için...


Artık her gün geçerken gıptayla seyrettiğim dut ağacı ve çocukların koparmak için tırmandığı ayva ağacı da yok şimdi.Yerine ne idüğü belirsiz binalar dikilecekmiş..Çıkıntılı örtmeleri,ahşap merdivenleri duvardan dışarı çıkarılan soba boruları ve bacalarıyla,'bir ama gibi evlerin'kırık pencere camları,yıkılmış süükleri,sundurmalarıyla beli bükük ihtiyira dönmüş merhamet beklerler.Geçenlerde gördüm ki tarihi polisevi binasının arka tarafındaki yan binaya kazma ve kepçeler girmiş.Tek katlı binanın çatısı gürültü ve tozlar arasında yerle yeksan olmuş.Göz göz karanlık pencereler geceleri rüyamıza girer.Korkuyorum kenarlardaki o ulu çınar ağaçlarına da kıyılacak. Şehre yük sanki yeşillikler...Ninelerin, annelerin,gelinlerin yağlı çörek yaptığı göçmen zobalar,tandırlardaki açık ekmek,bazlama,börek ekşili ekmekleri özlemeyenler var mı?
Kapı önündeki asmalar şahit çocukların yaramazlıklarına.Ve sokağın başındaki el arabası ev sahibinin maddi durumunu sormaya hacet bırakmıyor.Kadınlarımızın birini görünce yol vermesi,ayağa kalkması,arkasını dönmesi gelenekle,sadece utanmayla anlatılacak bir durumdan ziyade saygı sevgi ve edebtendir.

KIŞLIKLAR
Kış gelirken tarladan çeleler-ay çiçeği sapları-toplanır,bağdan kurumuş bağ kütükleri,çıbıklar getirilir.Sap toplanır anızlardan.Sırasıyla anam komşuların ekmeğini yapmaya giderdi.Küçükken hamurun sonuna doğru el kadar ince bazlamadan biraz kalın şekilde 'bilik'yaparlardı.Üzerine tere yağı veya yumurta sürerdi.
Eskiden bağlarda üzüm kaynatma yerleri olup,imece usulüyle işler yapılırmış.Tahtadan salların içindeki üzümü tepele Allah tepele..Kırmızı elenmiş toprak bırakılır üzümün üstüne pekmezi arıtmak için.
Üzüm pekmezinin kışın soğukta buz tutup 'kığırcıklanması'ne hoştur.pekmeze bulgur katılarak yapılan,sonra kızdırılıp yağlanan sonra üzerine yumurtada a kırılan 'kırma'vaz geçilmez yiyeceklerdendi eskilerde.Yine üzümle devam edelim:'Teh 'nedir,bilir misiniz?Davşan ganı gıvamına gelinci üzüm pekmezi taze olan üzümler salkımlarından ayrılıp içine atılır,koyulaşana kadar kaynatılır,sonra indirilir.Su ve şeker yerine geçer pekmez.Sonra bidonlara doldurulur.Bir de tehleme var:Dalında kurumuş üzümler alınır çeliklere bırakılır.Çürümez mi diyeceksiz?Çürümez.Daha daha,'bastık' var üzümle yapılan.Kesme var yine:Bastık yapımına benzer ,bastıktan daha kalın,tarhana dişi gibidir. Koyu kıvamlı pekmez ve ceviz bezlere serilir kuruyunca kaldırılır. yeme gitsin.
Kırmızı pancar,havuç,biber,göy domates vb.ile bir yığın turşuluklar hazırlanırken habersizce çalardık.O tahranın (şilte torbanın)ağzını açamazdık,ama bir yırtık yerini bulduk mu parmağımızla genişletir bir bir eksiltirdik tarhana çuvalını.
Meyve sebzenin hiçbir yerini ihmal etmezdi anam.Domates kurusu,'elma hakı',erik çiri,elma reçeli ve kabak reçelinin tadını hala unutulmam.Anadolu insanının müthiş bir yiyecek saklama kabiliyetinin göstergesidir bu turşu,tarhana,baharat ve reçelliklerden tutun et ve havuç, turpa,pancara kadarki kışlık hazırlıkları. Kurutulmuş kırmızı etin bir patates sulusu olur ki değme gitsin.Ya közde soğan,fırında patates birçoklarımızın ney ney ney?dediklerini hissediyorum.Bizde tatlının,çorbanın,konservenin,peynirin ismini sayabilmek için dahi birkaç sayfa yetmez..

VE YEMLİK
İlkbahar gelip de türlü türlü çiçek ve kelebeğin arzı endam ettiği sıralar Elbistan sokaklarında köy arabalarından aceleyle çuvallardan yığın yığın el arabalarını,tezgahları süsleyen bir bitki indirilir:Yemlik..Yemlik vaar,on lira,beş lira gün gün fiyatı düşer bu yeşilliğin midelerimiz iyice bayram etti mi.Taa İstanbullara gönderir anneler,kaynanalar gelin,torunum yeşillik yesin diye.Bazlama ve ayranla ne de güzel yenir yemlik.Hele tereyağı ile yağlanan yemlik pilavını ye bir...Yemlik kocadı mı sarı bir çiçek açar.
Yemlikten söz açmışken insanın çocuklukta yaptığı hatalar akla gelmez mi?Davar,kuzu güderken hem nohıutu yay hem sen ye,bir de öğleyin "nohut firiği"üt sanki babanın malı kötallerin,sabaşın tarlası..Ayçiçeği zamanı asvaltın kenarına -İçmelere gidenlere-düzülüp ayçiçeği satarmış dediklerine göre bizim arkadaşlar.Büyüklerimizin anlattığına göre eskiden bağı ilk dikenlerin güzel üzümü olurmuş.Bu erken,harman zamanı,çıkan üzümleri anlı şanlı hırsızlar ay ışığında yuvarlanıp beline yumşak gelen üzüm,kavun,karpuz,hıyarı doldururlarmış koyunlarına.
Kırkgözde dedemin erik bahçesi vardı .Şimdi yerinde yeller esiyor da.Orada su arkları arasında,göl kenarında sazların,yarpızların koşuşmalrımız aklıma geliyor annemgil yün yıkarken bostanı sularken.Bizim kasabanın mesire yerlerinden birisidir "Kırkgöz ve Iskaftul."

ELBİSTANDA BİR BERBER
Dulkadiroğlu Caddesi'nin bitiminde köprüyü geçince Erdem'in yan tarafında öğretmenevi,öğretmenevinin giriş katında solda öğretmenevi berber salonu..Neden burayı seçiyuorum acaba traş olurken:gezdiğim tüm berberlerin çok konuşkan,çok soru soran biir olduklarından mı,biraz uygun olduğundan mı derseniz birinci şık derim herhalde ben de konuşmayı sevmeyen biri olduğumdan.Elbette tek sebep,yazı ,yazmaya sebep bunlar olamaz.Farkındalığı mekanın orijinal,diğerlerinden ayır olmasından.İlk girişte sıra sıra koltuklar,üç beş yamak yerine gazeteler,gazetelere abanmış da kupon kesen berber abimiz,kutu kutu şampuanlar,kolonyalar yerine hediyelik eşya dükkanı izlenimini veren bir ilahi,bir sohbet kaseti veya radyosuyla hoş geldin eden bir ortam, birçok iş yerinde olduğu gibi: 'Sen benim için ne düşünürsen Allah da sana misliyle versin.'yazısı karşılıyor sizi.İnsanda meraktanziyade,hobiden ziyade aşktır bunları biriktirebilmek.Maddi olarak bir kıymete haiz değil belk i;ama manev ideğeri çok olan hediyelik eşyaalr neler:Hemen musluğun dibinde briyantinlerin üzerinde kabe motfli bir piramit,karşısında teyp,piramitin yanında önünde gül yapıştırılmış ayna,arkasında kitaplar,gazetelerin hediye verdiği kasetler,cdler –Ey Efendim,Esma ül Hüsna,Aşkına Pervane,Besmeleli,nazar ayetli,Allah(cc) Muhammed yazılı tablolar,saatler duvarların haricinde kitapların yanlarına dizilmişler arz-ı endam ediyor.Kitapların arkasından bir bakır vazo,vazonun içinde bir cıncık,cıncığın üzerinde bir gül ki beni kokla diye davet ediyor..Kimler dev aynadan sokaktan gelip geçenleri dikizlemiştir göz ucuyla. Bense yazıları tersten okumaya çalışıyor,arka tarafımdaki açıklığı naası lkapatacak berber diye göz ucuyla süzüyorum..Duruşu ,ağırbaşlı tavrıyla ilmiyle amel eden biri olduğu kanaatini uyandıran ve emeğinin hakkını veren bir çalışan..Sürç-i lisan ettikse affola;fark etmemek olmazdı diyorum çevremizdeki güzelliklerin sonsuza dekyaşaması,çağının farkında olmalı aydın insan gayesiyle bu satırları kaleme aldım.(2 HAZİRAN 2013,pazar,Elbistan)
TÜRKKÜLER OY TÜRKÜLER
"Ana sütü gibi sımsıcak
O türküler yok mu?"Türk milletinin geleneğinin,sevincinin,hüznünün,çaresizliğinin dile dökülüp yansıması olan türkülere ben de "bir dua gibi" diyorum.Manevi bir havası da var.Bizim olan bu türküler samimi,saf Anadolu insanının kalbinin aynasıdır.
"Maraş'tan bir haber geldi,
Dediler ki Merik ölmüş.
....Doktor yarayı kesiyor...
"Ay doğar aşar gider,kızlar Maraş'a gider..
Edebiyatımızda en iyi Sabahatrtin Eyüboğlu dile getirmiştir türkülerimizin özgünlüğü ve özelliğini.
BAYRAMDAN SONRA
Bugün Kurban Bayramı arefesi..Çocukların kızlı erkekli, bizim çocukluğumuzda oynadığımız oyunları oynadığını görünce, bir anda kendi çocukluğuma döndüm hayalen.Kızılcaoba mahallesi..İki insanın yan yana zor geçtiği ara sokakları,geçerken üzerine eğilip düşüverecekmiş hissi uyandıran ,bazıları yeni boyalı tarihi ahşap evleri,Elbistan'ın tarihi,kültürel geleneklerinin yaşandığı ,bir taraftan da modern binalar,site içi yaşamların ağırlık kazandığı ettiği bir semti.Tarihi ahşap evler ve camii,türbesi ile evlerinden çıkan eski,el yapımı bıçaklar,kamalar benzeri aletler,gereçler,süslemeler,ibrikler,semaverler,idare lambaları,eski buharlı ütüler günlük kullanılan büyüklü küçüklü küpler,üzerlikler,yayık tulumları,heybeler,asalar şimdilerde kahve köşelerini süslüyor .Açık hava müzesine girmiş gibi oluyorum ne zaman türbeye doğru tırmanışa geçsem.Tarih ve geleneğin kokusunu hiçbir semtte bulamaz insan Kızılc'obadaki gibi.İnsanlarının yüzleri bir başka ,bakışları,sükûtları dahi bir başka burda.Tarih içinden kopup gelmişler sanki.Bir de yanına yaklaşıp bir pir-i faniden derdini dinleyebilsek ne ağıtlar ne acılar ne maniler vardır onda.Kızılcoba Mahallesi Elbistan'ın tarihi,ahşap evlerinin,dar sokaklarının bulunduğu Şar Dağı'na yaslanmış güzeş bir mahallesidir.Yoğun çarpık kentleşme,birbirine benzer binaların,inşaatın hızla gelişştiği modern evlere karşı direnmeye çalışıyor ama,gözü kör olasıca para,o güzelim evlerin canına okuyacak gibi,çürüyüp yıkılmasına,bahçeli evlerin talan edilmesine doğru bir hazin sona dört nala koşuyor,koruma altına alınacakken nice eski ahşap evler..
06.11.2011
ELBİSTAN,
DAĞLAR VE YAYLALAR
Bayramın üçüncü günü evde televizyonun karşısında uyuklamaktan,çarşıya kalabalıklar arasına karışmaktan sıkılıp birkaç senedir alışkanlık haline getirdiğim dağlara yöneldim.Uzaktan çırılçıplak gördüğümüz Şar Dağı kucak açında çalılıklar,kuş burnular,melengiçler,eski ormanlı günlerinden kalma koca koca kütükler,alıçlar göze çarpıyor.Sık sık çobanlara rastlıyorsunuz y ada avcılara.Ne işin var buralarda,bu sıcakta nereye böyle?Gibi sorularla karşılaşıyorsunuz.Ben de diyorum ki:Alışkanlık,eski alışkanlıktan,dağlar çekiyor beni.Çocukluğumuzu geçirdiğimiz yayla yaşamı,koyun kuzu güttüğümüz koyaklar,susuzluktan kırılıp kuşluk ve öğleyi zor ettiğimiz günler hatırıma geliveriyor.Köyden birilerinin,bir traktör,bir otomobilin gelmesi farklı bir hava katardı o gelenler bize misafir gelmese dahi.Dağ çayı,kuzu kulağı,ve kenger sakızı toplamak için yarışır,kendimize göre işaretler bırakırdık.Bir de 'kalefir 'var:Serin koyaklarda,kaya diplerinde bulunur.ÇİÇEKLERİVAR.Yaprağı ebegümeciye benzer.Tadı karanfil gibi;ama karanfil değil,demlenen çaya toplanan köklerinden bir kök ve ya yarısı kırılıp atıldı mı çok değişik bir rayiha verir.

Umman sanıyorum mavi göğü
Çakılıkalıyorum buz gibi bir kayaya
Beni bu yücelere çeken
Sonsuzluk hissi mi?"

Dağlarda çeşitli ziyaret yerleri var eskilerin anlattığı dua dileklerin yapıldığı, kurbanlar kesildiği,kuran okunduğu..'Dede,mağara,Damlalı mağarası,Taş Oluk'ta türbe.Yine Şar Dağı'nda ayı mağarası,medetsiz dağında Abdullah mağarası,Iskaftul höyüğü mesire alanı,son yıllarda Elbistan belediyesinin de keşfettiği ve ağaçlandırmaya açtığı Ekinözü-İçmeler'e giden belen geçidi civarında 'Ayı Pınarı Yaylası,Kalealtı köyünde kızlar kalesi,Pınarbaşı ,Mekan yöresi.. İlkbaharı ayrı bir güzellikte bin bir türlü çiçek,kardelen,laleleriyle ve kekik yavşan kokuları,tavşan keklikleriyle dağlarımın sonbaharı da .Gezenler bilir:Sonbahardan kışa girerken ben sarı laleri o gün gördüm.Dağlardaki kurdun ,kuşun ,tavşanın rızkını ağaç köklerinden ,çalılardan,lale soğanlarını bulmak suretiyle elde ettiğini hayretle gördüm.Yücelere çıktıkça insan kendi acizliğini daha iyi anlayıp ürperiyor,korkuyor ve yüce yaratıcıya sığınmak zorunda kalıyor.İnsanın kendini,içindeki sesi duymasını sağlayan yegane yer.Öyle olmasa tüm büyük insanlar neden yükseklerde 'uzlete'çekilsin..
İnsan nereye giderse gitsin ,nasıl yaşarsa yaşasın ille de doğduğu yerin topraklarını özlüyor.Doğduğumuz yer bir şekilde bağlıyor bizi kendine.

'Heybemde yoktur şehirlinin baklava böreği
Soğan ekmektir yediğim yeşile yolculukta.
Adı madım dağlarda koyaklarda ayak izlerim.
Aşinası oldum yüce dağ başının.
Aşkıma panzehir aradım 'Ağulu Ot'ta.' ( Yakup ONAT

BU KUBBEDE BİR HOŞ SADA

Bu huşu,havf,reca ve musikişinas terennüm bir başka. 11 Temmuz Cuma akşamı Elbistan Ulu Camiindeyim.Bugün bir başka yankı,alıp uzaklara götüren bir seslenişte ki bizim yağız imam. .Her zamanki sert ve gür halinden çok başka.O cuşu-u huruşu,o cezbeyi fark eden çoktu belki.Anlatılmaz yaşanır öyle şeyler..."Bir anlık bir şey işte bir an",insanı hüngür hüngür ağlatmaya yeten,seccadenizi ıslatan.Büyük camiler işte bu yüzden tercih edilir.İmamı ve müezzinleri manevi olarak donanımlı olur,olması da gerekir ki dine ısınmaya çalışanları o makamları bilenler etkiler..Kendisi de sonra o cezbe halini yakalamaya ,tatmaya çalışmıştır belki ;ben bilemem ama Allah bilir yakalayıp yakalayamadığını.
İnsanoğlu için dönüm noktası olabileck manevi hazlar bunlar.

GÜN GELİR KAYBOLUR GÜZELLİKLER

Şimdilerde tahminim bahçenin içi fırıncıların yakacak deposu olarak kullanılıyor.Büyük büyük torbalar gördüğüm için bunları dile getirdim.Eskiyi sevenler ve yeşile hasret yüreklerin bakımsızlığa bir dur demesini beklerim şahsen..Devlet Hastanesi durağı,yani Karaelbistan durağı, yanında çokgüzel etrafı çevrili çamların bulunduğu şirin barakalr var.Gelip gidip fotoğraf çekmek için dururdum ama çekinirdim.Bu sefer karar verdim ama terkedilmiş o güzel yapılar.Anlaşılıyor ki bir gün gelir iş makinaları girer o binaları yıkmaya ağaçları yok etmeye.Şimdilerde sahipsiz gençlerin uğrağı olmuş.Ne amaçla geldiklerini herkesçe malum sahipsiz gençlerin..Eski demirciler çarşımızın,ayakkabıcılar çarşımızın mesleklerinin erbaplarıyla birlikte unutulup gittiği gibi..
PINARBAŞI
Ey Pınarbaşı
Akşamüzerleri keyifçilerin
Haftasonları
Ağzının tadını bilenlerin
Kahrını çeken
Kurbağaların vak vakları
Karabatakların çırpınışlarının unutulduğu,
Kaynarcanın yok olduğu
Pınarbaşı..
İçinden Cahan geçmeyen şehri neyleyim!

Evet,içinde,kenarında su olan memleketler hep kalkınmıştır tarihe dönüp baktığımızda.Ne yazık içinde bulunduğumuz ortamın kıymetini kaybolunca anlıyoruz.Mesire alanının pisliğine,çöp içinde,moloz yığınları arasında kaldığını görünce benim içim coşmuyor,kederleniyorum aksine.

04 Mayıs 2017 22-23 dakika 7 denemesi var.
Yorumlar