Erteleme Hastalığı
İnsanın yaşlandıkça sığındığı liman anılarıdır, gençlerinse hayalleridir. Eğer siz de benim gibi her gün bir önceki günü özlüyor ve geçmişi anıyorsanız, doğanın değişmez yasası olan yaşlılık kapınızı çalıyor demektir. İnsanlık tarihi boyunca ne yaşlılığa ne de ölüme çare bulunabilmiştir, bulunamayacaktır da. Çünkü her yaratılmışta, Yaratan’ın gizli bir imzası vardır.
Ölümü seviyorum çünkü herkese adil davranıyor; yaşınıza, mevkinize, paranıza, gücünüze bakmadan ilahi emirle sizi hayattan ve sevdiklerinizden koparıyor.
Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı "bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali" olarak tanımlar. Yani gerçekten sağlıklı sayılmak için bu üç alanın da dengede olması gerekir. Mümkün mü? Bence pek değil. Sen ne kadar iyi olursan ol, çevrendekiler kötüyse; üzüm üzüme baka baka kararır misali, "iyilik meleği" olarak kalamazsınız.
Pazar günlerinin üzerime kara bulut gibi çöktüğünü söylemeden geçemem. O günlerde duygusal dünyam binbir nedenle çalkalanır. Üstelik birçok aksilik de nedense hep pazar günlerine denk gelir. Mesela o gün migrenim tutar, sakatlanırım, resmi kurumlarda halletmem gereken işler son güne kalır ama yapamam.
Sakız ve leblebi... Lise yıllarımda sakız çiğnemek adeta korkulu rüyam olmuştu. Çiğnerken başlayan diş ağrım günlerce sürdü, beni perişan etti. Köy yerinde diş doktoru mu vardı da gitmedik? Aynı günün akşamı ise bir leblebi kırdı dişimi. Evet, yanlış duymadınız, kama gibi ortadan ikiye ayırıverdi. “Yaprak düşecekti zaten, rüzgar bahaneydi” derler ya, işte öyle... Leblebi sadece bahaneydi; o diş er geç kırılacaktı.
Öyleyse: Bahanesiz ayrılık olmaz.
Bahanesiz hastalık olmaz.
Bahanesiz suçlu olmaz.
Bahanesiz günahkâr olmaz.
Bahanesiz politikacı olmaz.
Bahanesiz sanat olmaz.
Bahanesiz sanatçı olmaz.
Ve bahanesiz ölüm olmaz...
Kendinize iyi bakın diyorum ve hatırlatıyorum: “Erteleme” hastalığına yakalanmayın!
