Evrenin Sessiz Sırrı: Akaşık Kayıtlar

Evrenin Sessiz Sırrı: Akaşık Kayıtlar

Evrenin bir dili yoktur, ama her şeyi söyler. Onun kelimeleri yıldızlardır, nefesi rüzgâr; kalbi ise, sessizce atan bir hafızadır. Hiçbir düşünce, hiçbir duygu, hiçbir niyet kaybolmaz. Görünmeyen ama hissedilebilen bir düzlemde zamanın, mekânın, bedenin ötesinde hepsi kayıt altındadır. İşte o görünmeyen belleğe Akaşık Kayıtlar denir.


Bu kayıtlar, yalnızca olayların dizini değildir; aynı zamanda ruhun yankısı, niyetin izi, kaderin kodudur. Bilimsel terimlerle tanımlanması zordur belki ama bir şairin sezgisiyle, bir dervişin teslimiyetiyle anlaşılır. Akâşa, evrenin eterik zeminidir. Maddenin ötesinde, ama maddenin içinde gizlenmiş bir varoluş katmanıdır. Görülmez, dokunulmaz, ama hissedilir. Rüzgârın dokunduğu yaprak gibi, onun titreşimleri yaşamımızın en ince kıvrımlarında dahi etki gösterir. Bu alan, sadece bireysel değil; kolektif ruhun, geçmişin ve geleceğin, bilincin ve bilinçdışının ortak belleğidir.


Kadim uygarlıklar bu kavrama farklı isimler vermiştir. Hint Vedaları’nda "Akasha", Tibet geleneğinde "büyük ışık kitaplığı", İslam sufizminde "Levhi Mahfuz", Batı teozofisinde ise "kozmik kayıtlar" olarak anılmıştır. Her biri aynı hakikati farklı dillerle anlatır: Zamanın ve mekânın ötesine yazılmış bir hikâye vardır. Ve bu hikâye, her an yeniden okunmakta, yazılmakta ve dönüştürülmektedir.

Hayatlarımız, göründüğünden çok daha fazlasını içerir. Bazen durduk yere içimiz titrer; bir yeri görmeden özleriz, birini tanımadan severiz. Bazı anlar, hiç yaşanmamışken bile tanıdık gelir. İşte bu "tanıdıklık", Akaşık düzlemin bize yansımasıdır.


Örneğin; Sürekli değersiz hissetmek, sadece bir çocukluk travması değil, üç nesil öncesinden kalan bir kadının susturulmuş sesi olabilir. Tekrarlayan maddi kayıplar, dedemizin iflasıyla bastırdığı “bolluk korkusu”nun titreşimiyle rezonansa girmiş olabilir. Anlam veremediğimiz ilişkilerdeki terk edilmeler, belki de soyağacımızdaki bir annenin yasını hâlâ taşıyor oluşumuzdandır.


Bir kişi aynı türde insanları tekrar tekrar hayatına çekiyorsa bu, sadece tesadüf değildir; bu bir “kayıt tekrar döngüsü”dür.

Senaryo bellidir. Oyuncular değişse de, sahne aynı kalır.

Ve sen, eğer uyanırsan, o sahneyi yeniden yazabilirsin.


Soyunla beraber gelen bazı kodlar vardır aslında ve bunlar; Akaşık Kayıtlar’ın en sıradışı yönlerinden biri, soy ağacı üzerinde bıraktığı izlerdir. Biz yalnızca birey değiliz; bizden önce yaşamış yüzlerce insanın enerjisel karmasıyız. Köklerimiz, gökyüzünden değil, atalarımızın kalbinden uzanır.


Bugün panik atak yaşayan bir genç, belki de savaşta ailesini kaybetmiş büyükbabasının “gizli korkularını” taşıyordur.

Öfke patlamaları yaşayan bir kadın, yüzyıllar önce yakılmış bir kadının susturulmuş çığlığını ifade ediyordur.

Seçimlerimizin ardında bazen bizim değil, bizden önce bastırılmış hayatların yankısı vardır.


İşte tam da bu yüzden, kişisel şifa kolektif şifadır.

Bir kişi değiştiğinde, soy da titreşir.

Bir kişinin farkındalığı, geçmişin zincirini kırar.


Akaşık düzlemde üç ana yasa işler:


Birincisi Rezonans Yasası:

Ne titreşiyorsan, onu çekersin.

Kalbinde değersizlik varsa, seni değersiz hissettiren olaylar sıralanır.

İçin sevgiyle doluysa, karşına öğretmen değil, yoldaş çıkar.


İkincisi Yansıma Yasası:

Dış dünya, iç dünyanın aynasıdır.

Eğer sürekli çatışma yaşıyorsan, içinde barışmamış bir yön vardır.


Son olarak üçüncüsü ise Tekrarlama Yasası:

Çözülmemiş her ders, bir döngü olarak geri döner. Ta ki sen o dersin içinde farkındalıkla durana dek.


Akaşık kayıtları okumak, bir kâhinlik değil; bir yüzleşme yolculuğudur. Bir aynanın karşısına geçmek gibidir bu yol:


Orada karanlığını da görürsün, ışığını da. Affedemediklerini, bastırdıklarını, unuttuğun ama aslında seni sen yapan parçaları. Bu aynada bazı yüzler bizim değilmiş gibi görünse de, hepsi biziz. Ve o aynaya cesaretle bakabildiğimizde, yaşam değişmeye başlar. Çünkü yüzleşmek; dönüştürmenin ilk adımıdır.


İnsan artık kaderin kuklası değildir.

Bilinçle, farkındalıkla Akaşık kayıtların “pasif taşıyıcısı” değil, “aktif yazıcısı” olabilir.


Bir dua ettiğinde, kayda geçer.

Bir beddua ettiğinde de...

Bir affediş, yüz yıl öncenin zincirini kırabilir.

Bir teşekkür, bir soyun sevgiyle anılmasını sağlayabilir.


Melekler bu alanın şahitleridir.

Kalem, niyetin olur.

Kağıt ise, zaman...

Sen ise, bu kutsal senaryonun hem yazarı, hem okuyucusu, hem de yaşayan aktörüsün.


Son söz ne peki evrenin fısıltısı ile?

“Sana ait sandığın şeyler, senden çok daha büyük bir hikâyenin parçası. Ve sen, bu hikâyeyi yeniden yazma gücüne sahipsin.”


İşte o an, kişi artık yalnız değildir.

Geçmişin hatıraları, geleceğin umutlarıyla buluşur.

Ve Akaşa’nın kapısı aralanır…

Sessizce, derin bir nefesle.

24 Haziran 2025 4-5 dakika 25 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • Yine çok güzeldi. Çok beğendim yazınızı içerik itibariyle. Yeryüzünde ne varsa bizim bir yansımamız ya da ne yaşamışsak onu yansıtıyoruz geçmişten günümüze ve geleceğe. Üçü de üzerinde düşünülmeye değer bulgular. Tebrikler Alparslan bey.