Fısıldıyorum Yokluğunu Kendi Kendime

Fırlatıp attığım düşüncelerin ileride bana ne gibi bir fayda veya zarar vereceğini kestiremeden üçlü sokağın yeni kaldırımlarında adım adım gezmeye çalışan çaresiz insan misali sonbaharın bana estirdiği ve yüklediği amaçsız buhranlıkla sessiz sessiz ilerliyorum.

Ettiğim günahların boynuma vurduğu zincirler, öyle küf kokulu ki karaya bulanmış içi dışı zifiri, aydınlıktan eser olmayan ve hep hüsrana uğratan halkalar halinde dolanıyorlar. Boğulabilirim sanıp da ne zaman kendimi iyiliğin okyanusuna sokmaya çalışsam, her defasında daha da batıyorum sapkınlıklara. Elimde olmadan gönlümün kalabalık trafiğine giriyor, haykırıyor, sesleniyor, artık susun diyorum. Ama faydası olmuyor. Çığlık çığlığa nefretlerini savuruyorlar yüzüme korunamıyorum. Felaketim olacaklar diye avazım çıktığı kadar dillendirsem de nefesimi yetmiyor, bir yazarın anlattığı yanlışlara kulak vermedikleri gibi beni de duymuyorlar. Haykırışım nedensiz değil hâlbuki ama anlamak istemiyorlar.

Ne yazık ki, gökyüzüne bakmak için gözlerimi temizlemeye kaktığımda buğulu saçmalıkların kirli taraflarının asla paklanmayacağını anlıyorum. Her taraf isli perdeliklerin hücumuna uğramış, görünemez ufuktaki kuşlar, yeryüzündeki insanlar, ben, sen ve biz, siz hatta onlar ele avuca sığmayan tövbelerin mahkûmu olmuşuz. Yitirilip gidiyoruz. Hiç kimsenin istemediği ama herkesin gideceği o yere. Bedenimiz vurgun.

Her zaman baktığım yerden yine dünya evine bakıyorum. Ayak parmaklarımdan ellerimin en ufak hücresine kadar keder doluyorum. Tırnak aralarıma cesur olamadığım anların ağır vebali girmiş, cesaret duygusunun hain hançerleri kol geziyor yağmurlu günün damlalarında. Asla sahip olamadığımız hislerin, yapamadığımız davranışların bize seslenişi bu. Ve biz hiçbir gün yapamadık onların istediklerini, hala da yapmıyoruz.

Belli belirsiz düş gibi oluyorum bazen. Rüyalara girip çocukça istekler veriyorum diğerlerinin kalplerine. Kördüğüm olup çözülmesi imkânsız bir aşk bırakıyorum ellerine. Gecelerin yıldız ışığında önlerine kendi yansımalarını koyup, nehirlere boylu boyunca uzanmaları için bir tını veriyorum. Bendeki siz hali bizi ötelere taşıyıp yaşatıyor, sevgi kelebeklerinin kanatlarında sen süzülüşünü duyuruyor. Ve gitmelerin sebeplerini anlatıyor okuyana. Tanışıksız kalan beni bile zamana karşı yarışa sokuyor. Ama kazanan ben olmuyorum bir türlü.

Aşk, zamansız gelen misafir gibidir. Siz farkında olmadan gelir ve hiç beklenmedik anda zengin kalkışı yapar başka başka beklentileriyle. Bilirsiniz siz de...

Kelimelerim tükenirken birkaç şey daha söyleyeceğim.

Bu yağmurlar yağıyor ya şimdi ardınızdan gözyaşı dökmek için mi yoksa denizin koynunda uyuyan balığı uyandırmak için mi yüreğime serpiştirip duruyorlar? Anlayamıyorum.

Sonra ben bir aşk tanesiysem eğer içinize girdiğimde yakıp kavuruyorsam, kar tanesinin zıddına sizi sıcak sıcak ve yavaş yavaş bitiriyorsam şayet, o vakitlerde bana kafa tutan mantığınız ne oluyor? Cesaret edemediğiniz hiçlikleriniz mi, yoksa cevabı olmayan bir soru mu? Acaba ne nedir? Ortalık karmakarışık.

Ünlü ünsüz demeden sayfalara yazdığım düşüncelerimin noktalama işaretlerinde ne yapacağını bilemeden dolaşıp duruyorum. Belki de seni arıyorum. Ama sana benzer hiçbir şey bulamıyorum.

Sanırım epeydir bitmişsin bende. Fısıldıyorum yokluğunu kendi kendime...





25.09.12

25 Eylül 2012 3-4 dakika 21 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    Kaybedilmiş bir aşkın bir sevginin hüzün dolu cümleler kelimeler ile beyaz sayfalara yansıması adeta. Acılar paylaşıldı mı azaldıkça azalır, yok olmasa bile...👍😅👍