Gecenin Esareti

Geceleri yattığım gibi uyuyamam. Gün boyunca aklıma gelmeyecek olaylar, durumlar, düşünceler boğar beni karanlıkta. Gecenin sükûnetini dinlerken içimdeki depremlerle sarsılır beynim. Kâh kırılır kalbim geçmişin izdüşümünde; kâh güler yüzüm günümün serüveninde. Bilinç altımda saklı tuttuğum ne varsa çıkar gün yüzüne. Ah geceler, azıcık bırakın beni kendi halime...



Yastığa başımı koyduğumda kendime sorduğum ilk soru şu olur : ' Ben bugün insanlık adına, sevgi adına ne yaptım?' Eğer sorumun cevabını alırsam daha bir huzurlu olur uykum. Örneğin bir çocuğun başını okşamışsam, bir dostuma hissettirmişsem yanında olduğumu, duasını almışsam bir büyüğümün o gece rahat bir gece olur benim için ama düşündüğümde bunların hiçbirini yapmadığımı fark ettiysem o zaman hayıflanırım ömrümden bir gün daha boşa geçti diye...



Keşkelerimle boğuşurum kimi gecelerde. İnsanoğlu gün geçtikçe sadece bedensel olarak değil duygu ve düşünceleriyle de büyür. Güleriz birkaç sene önce yaptığımız şeylere. Eğer istemeden de olsa kalp kırdıysak buruk bir gülümseme oluşur dudağımızın kenarında. Keşke deriz, keşke şu anki aklım olsaydı ya da tecrübem... O zaman sıkılmazdım şimdi boş yere...



Yaşanılan kötü anıları unutamıyor insan. Geçmişin tünelinde yolculuğa çıktığımda hafızamda iz bırakan karanlıkları aydınlığa çıkarmak isterim her seferinde ama nafile... Üzerinden kaç sene geçerse geçsin, hatırlamak bile o anı yaşatmaya yeter bana. O zamanki hisler, yüreğe saplanan acı, vücuttaki titreme, utanç duygusu, mahcubiyet hissi, yılgınlık, umutsuzluk sarar dört bir yanımı... Mazinin tozlu defterinde güneşli bir sayfaya ulaşana kadar... O zaman bütün bu kötümser duygulardan sıyrılabilirim, kısa bir süreliğine olsa da...



Çocukluğumdan beri günlük tutma alışkanlığım vardır. Altı tane kalın ajandam var, yirmi yedi senelik hayatımın son on beş senesini sığdırdığım... Yalnız günlüklerimin farkı şu ki sadece çok mutlu olduğum ya da üzüldüğüm zamanlarla doludur. Klasik günlükler gibi sabah kalktığımdan akşam yatışıma kadar başımdan geçen monoton şeyleri anlatmam. Deneme ya da hikaye türündedir yazılarım. Şimdi okuduğumda eğer mutsuz biten bir hikayeyle karşılaşırsam o günümün iyi geçmediğini anlarım. Mutlu sonla bitmişse sevinçli bir gün geçirdiğim anlamına gelir. Ama bakıyorum da genelde umutsuzluğa dair yazılar baş gösteriyor geçmişin sayfalarında. Sonra diyorum ki : ' Ben hüznü seviyorum galiba.'



Biliyorum, bu cümleyi kurmak çok enteresan ama içime kapanıklığımın verdiği bir duyguydu sanırım çocukluğumdaki melankolik hallerim. Asla övünmeyi sevmezdim. Lise yıllarımda katıldığım şiir ve hikaye yarışmalarında çok sayıda ödüller aldım dereceye girerek. Bunlardan hiçbirini söylemezdim anneme. Okula geldiğinde öğretmenlerimden alırdı haberi : ' Canım kızım,seninle gurur duyuyorum. Çok yükseleceksin, çok.' derdi sarılıp ağlarken. Ben ise kıpkırmızı olup nasıl kaçabilirim bu durumdan diye düşünürdüm. Tepkisini abartılı bulup, sinirlenirdim hatta. Şimdi düşünüyorum da ne kadar haksızlık yapmışım anneme. İnsanın evladı olunca anlıyor ki, onun başarısını görmek, ekinden meyve almak gibi... Tadına vararak yemeli ama anneciğimin hep kursağında bıraktım sevincini.



Geçmiş-şimdi-gelecek üçgeninde kısılıp kalmak, insanın zihnini yoran bir durum. Hem akıl karıştıran hem de allak bullak eden duyguları... O yüzden de şu anın tadına varmalı... Geçmişi çok irdelemeden, geleceği çok düşünmeden...



Gecelerin bile esaretine düşmeden, zifiri karanlığın zalimliğine boyun eğmeden, mazinin defterini çok karıştırmadan, ne olacağımızı merak etmeden yaşamak nasıl bir duygu acaba? Bilen varsa söyleyebilir mi bana? Bunları yapmadan yaşamak, ıssız bir adaya düştüğümü varsaymak kadar uzak ruhuma...

21 Şubat 2013 3-4 dakika 26 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    "Başını yastığa koyduğunda... "

    Ne güzel anlatmışsın sevgili Seda.

    Keşke hepimiz bunu yapabilsek. O zaman başı okşanmamış çocuk, hayır duası alınmamış büyüğümüz, sokaklarda yatan çocuklar, aç yatan insanlarımız v.s. olmazdı.

    Trabzon'da doğdum ve 13.5 yıl yaşadım orada. Fakirdi herkes. Annem kışın yakmak için fındık kabuğu aldırdığında mutlaka bir at arabası yakıtı sessizce sevdiğimiz birinin evine göndertir ve oraya boşalırdı yakıt. Sormuştum bir keresine anneme. "Neden bunu yapıyorsun?" diye. Demişti ki; "Sen gece sıcak odada uyuyorsun, Düşündün mü gün boyu misket oynadığın arkadaşın gece nasıl uyuyor diye" Kafama çakıldı o sözleri...

    Ben kafamı yastığa koyduğumda huzurla uyuyorum.

    Dediğin gibi bir günümü boşa geçirdiysem de kendimi cezalandırıyorum.

    Çok teşekkürler Seda...