Geçişler

İstanbul'un 1970'lerde sayfiye yeri olarak kabul edilen güzel bölgelerinden birinde, henüz daha uzun ve yüksek binaların dikilmediği, sokağın köşesinde meyva ağaçları içerisinde bir köşkün bulunduğu, demirlerinde gençlerin oturup birbirlerine kur yaptıkları, zaman zaman sevginin hırçınlığı ve kıskançlığı ile çekişmelerin yaşandığı eski, köhne ve yerini uzun seneler sonra modernliğe kaptıracak bir binanın yer aldığı, kedisinin ve köpeğinin çok olduğu, şimdiki gibi çocuklardan alınmış, sessiz, ışıltısız ve cansız olmayan bir sokakta yürürken buldu kendini.

Lise yıllarıydı, sabah erkenden kalkar, yavaşça Bağdat Caddesine inerdi, çok özenirdi, otobüste güzel gözükmek beğenilmek önemliydi. Sabah 7.15 vapuru kalabalık ve son derece prestijliydi. İtibarlı vapurdu. Sonbahar geldiğinde çıkılan ilk yer en üst kat olur, serin biraz ürperten rüzgâra rağmen hemen her popüler kişi orada olurdu. Heyecanlı bakışmalar, sessiz iç geçirmeler, kaçamak gülüşler, gözlerin yakalanamaz parıltıları... Martı çığlıkları içerisinde can çekişen istekler. Vapurdan inildiğinde buruna gelen taze ekmek kokusu, Karaköy'ün çürüksü ağır kokusu ile karışır, kendine has tarifi imkânsız bir hal alırdı. Otoparkı geçip de köşeye gelindiğinde ilk durak, taze kumru ekmeğe bilinen her türlü kahvaltılığın konulduğu sandviçlerin yaptırıldığı el arabasının yanıydı. Bir karışık, bir ballı kaymaklı alır okula kadar dayanmaz yolda bitiverirdi. Gençti...

Avluda soluklanan hava, yan binadaki kızların varlığı, kanlarını kaynatır, biraz çapkınlık için yapmadık cambazlık kalmazdı. Ayak tekmelemeler, sonra revire gitmek için numaralar, biraz yan okula geçebilmek, orada kendini gösterebilmek için çabalar. Geçti...

1982 yılının yılbaşısını bu sokaktan çok uzaklarda, geride sevdiklerini, aşklarını, dostlarını ve arkadaşlarını bırakmış halde neden ve ne için olduğunu bilmediği bir sebeple havai fişeklerin gürültüsü altında bir hastane odasında geçirmişti. İçi parlak, hareketli ve capcanlı olmasına rağmen, girdiği girdabın zorluklarına dayanamayacak kadar çok acı çektiği, ara ara ağladığı zamanlara geri dönmüştü. Sokaklarında büyük sarı arabaların geçtiği, yüksek, çok yüksek binaların neredeyse o zamanki çocuksu mantığı ile bulutlarla birleştiği, insanlarının değişik ırk ve cinslerde birbirlerini umursamadan dolaştıkları, o zamanın rüyalar ülkesinde yalnızdı...
Yattığı yerden, evinin yanında, bahçede beraberce oturdukları, ders çalıştıkları masayı, güldükleri zamanları, çevirdikleri şişeleri, ne olduğunu yeni yeni tatmaya başladığı duyguları düşündü. Kimi zaman gülümsedi, kimi zaman ise bir iki damlanın dolduğu gözlerle bir pencere önünde oturmuş dalgın dalgın dışarıyı seyreder buldu kendini. Sokakta hiç kimse yoktu. Köşeden bir kedinin fırladığını gördü, bir diğer tarafta bir köpek sessizce çöpleri karıştırmaktaydı. Akrep gece yarısını çoktan geçmiş yavaşça 3'ün üzerinde gezinir olmuştu. Yelkovan ise hızla yetişmek ister gibiydi. Saatler, saatler geçiyordu. Bir yudum kahve aldıktan sonra dalgın pencerede oturmaya devam etti. Bir kaç saat önce damlayan birkaç yağmur damlası çoktan kuruyup gitmişti. Gökyüzü kapalı olmakla beraber hafifçe bir kızıllığa sahipti. Koca caddede bir tane araba yoktu. Her şey, her yer sessiz, terkedilmişlik içindeydi yeni gün öncesinde. Bir an bir şey hisseder gibi oldu, bir ses, bir nefes, bir sıcak el. Hafif bir dokunuş, bir esinti, bir kalp.
Ev soğuk ve sessizdi. 9 ay sonra geri döndüğünde bıraktığı birçok şeyin artık kendisine uzak olduğunu anlamıştı. Bu sefer de kendi evinde, sarı bir kızın paten yaptığı o yalnızlığında düşlediği sokağında yine yalnızdı.

Bir an gözlerini açtı, ağır gelmişti hatıralar.

Artık her şey değişikti. Yavaş yavaş alıştı. Üniversiteyi boğazın sularına karşı, orta kampus, güney kampus arasında gide gele ve sayısız arkadaş edinerek bitirdi. Yine aşkları, dostları, arkadaşları vardı. Kimi zaman yeşil ağaçların altında baharda, beyaz, pembe, sarı, mavi renklerin denize karıştığı tepede oturur, bütün günü kendine ayırıp sadece ama sadece doğayı dinler, dengenin, düzenin ve yaratıcılığın bir arada oluşunu hissederdi.

Zaman geçmiş, çocukluklar geride kalmış artık büyümüştü.

Bir dal tutmuş elinde yavaş yavaş yürüyordu. Artık doğanın yaşlandığı, bir batış, bir bitiş gibi çöktüğü, sarardığı, ıslak zeminin kokusunun değiştiği bir döneme girilmişti. Adam kafasını kaldırdı, düşmekte olan bir yaprağı havada yakaladı, kanı çekilmiş, sararmış, ömrü bir bahardan bir diğerine kadar sürmüş bitmişliği seyretti. Bir kaç adım sonra suyun kenarında oturur buldu kendini, üzerinde yüzlerce bitmiş hayatı gördü. Sonbahar geliyordu...

Oturduğu tahta kütüğe ellerini sürdüğünde uzun bir hayatın devrilerek son bulduğu hissine kapıldı. Gözlerini kapattı...
Gençti, havai günlerin sanki hiç bitmeyeceği gibi, soluksuz, ertesi güne kalmaması gereken konuşmaların yapıldığı telefonlardaki nefesinin sıcaklığı, heyecanına yenik düşüp defalarca acele ile almış olduğu kararları, sıcak kantin günlerini, soğuk vapur gezilerini geçirdi gözlerinin önünden. Büyükçe kütüphanede çalışmak amacı ile girip, çok kez oturup kitap okuduğunu, diğer insanları seyrettiğini hatırladı... Gözlerini açtı... Büyümüştü...

Şimdi kırkında biri olarak bu su kenarında, günün akşama kavuşmakta olan zamanında, elinde uzun bir çubuk ile toprağın üzerine bir kaç çizik atıyor, dalgın, sessiz, hüznünü ve yalnızlığı paylaşıyordu.

Sabah arabasına binmiş, işe gitmesi gerekirken yolu şaşırmış, denize doğru dönüvermişti istemeden, belki de isteyerek, çok değil yarım saat gittikten sonra kenara çekmiş arabasını, kilitleyip yürümeye başlamıştı ve işte buradaydı.

Suyun üzerinde bir karabatak dalıp duruyor biraz oyun oynar gibi kuyruk havada sıçrıyor, titrek suya dalıp çıkıyordu. Biraz daha uzağında bir başkası yavaş yavaş salınıyordu. Ayaklarının hemen dibinde dolaşan bir kaç karınca dışında pek bir şey göremedi ama birden bir ışıltı dikkatini çekti, toprağı biraz temizledi biraz daha... Eline aldığında bunun küçük bir resimlik olduğu, sanki birinin boynundan kopmuş, koparılmış olduğunu fark etti. Bir tarafında resim yoktu, diğer tarafında, uzun sarı saçları, kirlenmiş olduğu halde seçilebilen yüz hatları ile gülen bir kızın resmi bulunmaktaydı.

Onu hatırladı...

10 Nisan 2012 6-7 dakika 8 denemesi var.
Yorumlar