Geçmişten Geleceğe Kozayağı Köyü Bölüm - 5 Devamı A

KOZAYAĞI KÖYÜ GEÇMİŞTE KÖY ODASI KÜLTÜRÜ


Türk kültüründe önemli bir yeri bulunan köy odası kültürü, Kozayağı köyünde de geçmiş dönemlerde bütün özellikleri ile yaşatılmış olup, teknolojinin gelişmesiyle, iletişim ve ulaşım araçlarının çoğalmasından dolayı, köy oda kültürü diğer yöreler de olduğu gibi köyümüzde de kaybolan değerlerimiz arasına girmiştir. Bazı yöreler bu kültürün yaşatılması için çaba sarfetmekte, yaşatmaya çalışmaktadır. Köy odaları, Türk misafirperverliğinin, Türk insanının kaynaşmasının en güzel örneklerinden biridir.

Kozayağı köyü eski yerleşim yerinde, köy odası haricinde çok eskiden kişilere ait odalar da vardı. Mehmet Özkan'ın evinin olduğu yer, Sarı Osman'ın odası, burası sonradan Seyit Mehmet Özkan'a (Eke) geçince Eke'nin oda olarakta söylenmiştir. Mustafa Keçeci'nin evinin olduğu yerdeki köyün ilk camisinin arka kısmı, köyün ortak odası, köyümüzde en son olarak kullanılan köy odası olarak bildiğimiz oda Velilin oda idi. Sarı Osman'ın oda eve dönüştürülünce, ilk cami ve arka kısmında ki köyün ortak odası yeni köy camisinin yapımında kişilere köylü tarafından satılınca, Velilin oda köyün ortak kullanım odası olmuştur. Eski yerleşim yerinde son olarak kalan Velilin oda, köy odası olarak, köyümüzün yeni yerleşim yerine taşındığı zamana kadar çok eskilerde ki kadar olmasa da,işlevini sürdürmüştür. Bir çoğumuzun düğünü bu oda da olmuş, bir çoğumuzun güvey kınası bu odanın önünde yakılmıştır.

ESKİ KÖY ODASININ (Velil'in Oda'nın) BÖLÜMLERİ: Eski yerleşim yerinde ki Kozayağı köyü köy odası (Velilin oda) iki katlı olup, alt katı köye uğrayan kervan, çerçici, dökmeci, bir yerden başka bir yere giderken dinlenme gereği duyan yolcuların hayvanlarının barınması için ahır (dam) olarak kullanılıyordu.

Üst katta Köy insanlarının toplandığı, misafirlerin kaldığı köy odası olarak düzenlenmiştir. Düzenleniş şekli hatırlayabildiğim kadar; Üst kata çıkmak için taşdan merdiven, merdivenin son basamağının karşısı tuvalet, merdivenin bitiş noktasından sağa ana giriş kapısı, giriş kapısından girince sağlı sollu uzanan bir ara, ara'nın sağdan bittiği yerden sola doğru fazla öte berinin konduğu bir oda, aranın sol ucu odanın ön cephesine açık davul zurnacının sinsin havalarını çaldığı yer.

Ana giriş kapısının tam karşısında iki metrelik aranın bittiği yerde köy odası giriş kapısı. Kapı'dan girince, sol tarafta çay demlenen bölüm ve duvarda bardak konacak gömme bir dolap, oda kapısından girince sağda ayakkabılık ve önünde küçük bir ara, ayakkabılığın tam karşısında, gençlerin oturduğu yerden 60 cm yükseklikte 2 m genişliğinde altı tahtadan bir seki, seki'nin son tarafında küçük bir cam (pencere), önünde misafirlerin yatması için bulunan yatak, yorgan, yastıktan yüklük, bu sekinin ön kısmında 30 cm yüksekliğinde boydan boya ahşap bölme.

Oda kapısından girildiğinde, solda çay ocağının, sağda ayakkabılığın olduğu aranın tam orta yerinden, büyüklerin oturduğu bölüme giriş, bu girişin sağı ve solu yüksek sekinin yüksekliğinde ahşapla geriliydi. Büyüklerin oturduğu bölüm, yerden 10 cm yükseklikte 70 cm genişliğinde tahtadan seki ile çevriliydi. Bu seki geniş yer minderleri ile kaplı olup tamamı halı yastıkla döşeliydi. Kuzay tarafında iki tane pencere, orta alan boştu, oyun oynayanların ve oyun çıkartanların oynayacağı yer olarak.

Kozayağı köyü köy odasının kapısına kilit vurulmaz, günün yirmi dört saati açık bırakılırdı. Temizliğini düğünler de düğün evine yardım eden gençler, diğer zamanlar da ise gönüllü kimin içinden gelirse o yapardı. Bundan kimsede gocunmaz, yapılan işi hayır olarak görürlerdi. Akşam köy odasının ışığını biri yaksa mutlaka toplanan olurdu. Oda da oturma sıralaması da, baş köşeye yaşlı ve büyükler, orta yaşlılar, yüksek sekiye olgun delikanlılar ve yeni yetme gençler, yer kalırsa çocuklar şeklindeydi. Yaşlı ve büyükler gitmek için kalktıklarında yerlerine yaş büyüklüğüne göre ileri doğru ilerlenerek oturulur kimse büyüğünün önüne geçmezdi.


KOZAYAĞI KÖYÜ KÖY ODASINDA YAPILAN FAALİYETLER


1-Dışardan gelen misafirler köyün insaları tarafından en güzel şekilde ağırlanır, bu ağırlamada Allah rızasını kazanmak ve insanlık vazifesini yerine getirmek için herkes bir biriyle yarış eder durumda olurdu. Misafirlere evler'den yemekler getirilir, hayvanları varsa hayvanlar için saman ve yem getirilir. Misafiri hoşnut edebilmek için ne gerekiyorsa yapılırdı. Gelen bir misafirin hoşnut olması, aynı zamanda köyümüzün, civar köy ve yörelerde adının, Kozayağı köyü gerçekten çok iyi bir köy, çok iyi insanları var diye anılmasına bir vesileydi ve öyle de anılıyordu. Kozayağı köyü bu konuda sayılı köyler arasında yerini almıştır.

2-Bayramlarda bayram namazı sonrasında köy odasına evlerden sinilerin üstünde yemekler getirilir, hep beraber yenilir, bayramlaşılır, büyükler sohbet eder, küçükler dinlerdi.

3- Akşamları özellikle kış günlerinde köy halkı ara sıra yaşlısından gencine toplanır, ortak yiyecekler hazırlanır, bazen pişmaniye çekilir, yiğitlik destanları anlatılır, dini hikayeler anlatılır, dini ve yiğitlik kitapları okunur, masallar, fıkralar anlatılır sohbetler edilir, türküler bozlaklar söylenir, büyüklerin sohbetini de gençler ve çocuklar dinler, hem bilgi, hem yol yordam öğrenirdi. Bunun adına Ferfene denirdi.

4-Köyün delikanlıları anlaşıp arada bir evlerden getirdikleri yiyecekler veya para toplayıp ortak aldıkları yiyecekleri odada yer içer aralarında seyirlik oyunlar oynayarak, türküler söyleyerek eğlenirlerdi. Bunun adına Ferfene denirdi.

5-Köyün çobanları davar yüzü topladıklarında aralarında ve köy delikanlılarınında katılımıyla toplanan yiyecekleri odada beraberce yiyip içip türküler söyleyip, oyunlar oynayıp eğlenirlerdi. Bu yapılan eğlence de Ferfene'dir.

6-Köyle ilgili alınacak bir karar veya köye yapılacak bir iş olduğunda köy bekçisi bütün evleri gezer köy odasında toplanılacağının haberini verir, (Elektirik geldikten sonra caminin hapörlerinden ilan edilmeye başlandı) her evden en az bir kişi mutlaka katılırdı. Köy muhtarı, köy hocası, ihtiyar heyeti ve köylünün katılımıyla yapılan toplantıda, köye yapılacak bir iş veya köy hakkında alınacak kararlar, (Köye hoca, bekçi, sığır-kömüş çobanı tutma, bunlara verilecek haklarla ilgili konular kararlar gibi) istişare edilirdi. Parayla yapılacak olan işlerde köydeki insanların maddi durumuna göre kimseyi incitmeden ve rızası alınarak salma, döküm dökülürdü.

7-Düğünlerde, düğün evi düğünün gündüz bölümlerini evinin kaşında (damında) ,evinin önünde yapardı .Akşamları ise köy odası hazırlanır köy odasında toplanılırdı. Kına gecesi dahil köyün bütün düğünlerinin düğün akşamları, köy odasında gerçekleşirdi. Bu konuyla ilgili daha geniş bilgi düğün adetleri bölümünde yer alacaktır.

Kozayağı köyü yeni yerleşim yerinde köy odası kültürünün yeniden yaşatılabilmesi için köyümüz derneği, köy Oda'sı açılması için çalışmalara başlamıştır.Köyümüz Kozayağı yeniden köy oda'sına kavuşmuştur. Köyümüzde de bir zamanlar yaşatılan köy oda'sı kültürü, yukarda anlatmaya çalıştığımız köy odasın da nelerin yapıldığı, ne için kullanıldığı, hakkında ki açıklamalar, çok eski bir Türk töresi olan, zamanla adının bir çok yerde unutulduğu ama yakın tarihlere kadar özelliğiyle yaşatıldığı, Ankara civarı ve Batı bölgelerinde Ferfene, biraz doğuya doğru gidersek Yozgat, Sivas bölgelerinde Farfana, Doğu ve Güney Doğu bölgesinde ise Harfana olarak isim aldığı köklü bir Türk kültürüdür. Şehir ve köy odalarında yapılış şeklinde ufak tefek değişiklikler olsada, yapılmasında ki amaç aynıdır. Zamanımız da eskisi kadar olmasada bu kültürün yeniden yaşatılması için çabalayan yaşatmaya çalışan yöreler vardır.

Ankara ve civarında adı Ferfene olan bu kültürümüzü de tanımak için Ferfene hakkında biraz bilgi verelim. Büyüklerimizin anlattığına göre Ferfene adı ile birlikte köyümüzde de yapılmakta iken zamanla Ferfene kültürü unutulmuştur.

FERFENE; BİN YILLIK OĞUZ VE SEĞMEN TÖRESİ:

<<Ferfenenin kelime manası aydınlatma, aydınlanmadır. Ferfene, Ankara'da fakir ile zenginin, zade ile avamın, makam sahibi ile sade vatandaşın aynı sofrada, eşit miktarda her türlü masrafa katıldığı yemektir. Sohbet, muhabbet, saz, söz ve oyunların oynadığı birlikteliktir.

Ferfeneye katılım edep sahibi kişilerin akil adamların birlikteliğidir. Arifane sözlerin söylendiği; gelenlerin her konuda aydınlandığı; örfünü, âdetini, geçmişini öğrendiği, yâd ettiği; devletin ve milletin bekası için düşüncelerin söylendiği ortamdır.Ferfene, eski Ankara'da büyük konaklarda uygulanır. Ferfeneye çağrı ferfenenin adap ve edebini bilen umumiyetle Seymen büyükleri tarafından yapılır. Okuyucu tabir edilen kimselerin hane dolaşarak daveti ile yapılır.
Ferfene içkisiz, işretsiz bir toplantıdır. Genellikle Ankara'da yatsı namazından sonra, bayramların ikinci günü yapılır. Gündüz de yapılabilir. Ankara'da haftada bir gece yapılan ve farklı kimselerin davet edildiği, ilim, bilgi sahipleri kişilerin sözlü anlatımların yapılması ve mutlaka katılımcıların tanıtılması ve hal hatır sorulması hastalığının sıkıntılarının sorulması ve elden gelecek yardım ve desteğin kararlaştırılması düşünülen birlikteliktir.

Ferfene, Osmanlı'nın kuruluşunda, Selçuklu'da Türklerin ananevi bir sivil toplum kuruluşu gibi görev yapmıştır. Bulunduğu toplumu aydınlatan akil adamlar ile aksakallıların yönetiminde her ferfene, seçilen önemli bir konu üzerinde sohbet danışma, aydınlatma ve meşveret olarak süre gelmiştir. Kırgızlarda Ataman, Oğuzlarda Oğuz Atalar, bilgili, tecrübeli, devlet umuru görmüş kişilerce ve seğmen büyüklerince yönetilmiş, asırlardır yaşayan bir töredir.

Tarihte Oğuz kocaların (aksakallı Oğuz Ataların) Türkmen Kocalarının (Türkmen atalarının) liderliğinde düzenlenen ferfeneler, toplumun, milletin bekası için bir sivil toplum kuruluş görevini yapagelmiş, halkın diri, uyanık kalmasında ve aydınlatılmasında önemli rol oynamıştır.

Anadolu'da Köy odalarında, köy konaklarında, Ankara'da geniş büyük ev ve konaklarda yapıla gelen renkli bir oluşumdur. Bazıları Ankara'daki 'Cümbüş Olayı' ile bu ferfeneyi karıştırsa da ikisinde de adap edep gerektiren örf ve gelenekler vardır. Tarihi olaylar, savaşlar ve savaş hatıraları gazilerin ağızlarından veya bilge kişilerin ağızlarından anlatılır.
Ferfenede önce yemek yenir. Yemek günün şartlarına göre en ekonomik. Tarzda herkesin damak tadına uygun yemekler hazırlanır. Ankara'da Ferfene yemeğini hazırlayan aşçı (erkek veya kadın olabilir) önceden yemek hazırlığını yapar. Büyük sofra bezi üzerine konan sinilere yemekler konur herkes bağdaş kurarak oturur. Ferfenenin en yaşlı kişisinin besmele çekmesinden sonra buyur ağalar sözü üzerine herkes yemek yemeye başlar. Yemeğin servis edilmesi en genç kişilerce yapılır makam ve rütbesine bakılmaksınız herkes hizmete mecburdur.

Yemek sonrası dua okunur. Okunan dua şükür duasıdır. Geçmişlere Fatiha ile biten bu duayı, ilim sahibi ve yine en yaşlı kişiler okutur.
Dua sonrası kısa sohbet, danışma ve fikir alışverişleri yapılır. Günün önemli konuları bilgi sahiplerince anlatılır yani ferfeneye katılanlar aydınlatılır. Ferfenenin adabı 'Biliyorsan konuş, bilmiyorsan sukut et'tir.

Ferfenede özellikle halkın tümünü ilgilendiren konularda seçilen bir konu üzerinde tartışma ve bilgilendirme yapılır, toplumun bilgi ve kültür birikimine çok büyük katkıda bulunulur. Gelecek ferfenenin planlanması nerede ve nasıl yapılacağı konuşulur.
Ferfenede yanlış hareket eden önce uyarılır, bilahare ayakkabısı dışarda ters çevrilir. Bu bir daha ferfeneye katılamazsın demektir. Divan üyelerinin bir daha yapmayacağı fikrinin sabit olması durumda af söz konudur ama öncesinde bir ceza verilir.

Ferfeneye katılanlar doğruluk, edep ve bilgi sahibi olmalı, bilgisini paylaşmalıdır. Ankara'da ferfeneye katılmak ayrıcalıktır. Bu konuda 'Kız anadan öğrenir çeyiz dizmeyi, oğlan babadan öğrenir ferfeneyi, muhabbetle gezmeyi' denir.
Ferfenede oturma nizamı: Ankara evlerinde ve konaklarında köylerde köy odalarında yapılan ferfenelerde, en yaşlılar baş köşede olmak üzere yaş sırasına göre oturulur. Yemekte ve bütün ferfenelerde en yaşlıdan başlamak şartı ile oturulur. Gençler kapıya yakın otururlar. Burada makam rütbe zenginlik fakirlik gözetilmez. Yaşlanan gençlerin yerine daha gençler alır. Ferfenede sohbet ehli olan bilge kişiler konuşma sırasında en yaşlının yanında konuşma ve bilgi aktarımı yapar .
Ferfenede Ocak Başı: Yemeğin dağıtılması, mutfak ve yemek nizami, çay, ayran ve şerbet dağıtılması ondan sorulur. Ferfene nizamın düzenleyen kişiye tabi olur, sadece onun emri ile hareket eder. Onun işaret ile servise başlanır.
Ferfene kelime manasında olduğu gibi aydınlatma, aydınlanma anlamındadır. Bu da kısaca bilgiyi, örfü, adabı edebi öğrenmek, yani ışığa kavuşmaktır.

Kaynaklar:
• Halil Bedi Yönetken'in 1938 yılında Ankara ve çevresinde derlediği 'Anadolu gelenekleri' eserinin 1965 yılı ikinci baskısı. (Bu kıymetli eserde Yağcıoğlu Fehmi Efe, Genç Osman Efe ve Çelik İbrahim Efe'nin anıları ve söyleşileri esas alınmıştır.)
• Ankara Kulübü'nün çok eski seğmen büyüklerinin, Hacettepe'de yaşayan değerli Ankaralı bilge kişilerin, rahmetli Babaannem Samiye Balaban ile Dedem'in anlatımları.>> Kaynak Kişi: (Ankara Kulübü Seğmenlerinden, Ankara Kültürü Araştırmacısı, Emekli Öğretmen A.Halûk BALABAN)

KOZAYAĞI KÖYÜNDE KÖY ODASI VE DÜĞÜNLERDE ESKİDEN OYNANAN SEYİRLİK OYUNLAR

Yine diğer yörelerde de oynanan, yöreye hatta köylere göre bile oyun kuralları ve isimlerin de azda olsa değişiklikler görülen, Kozayağı köyünde de eskiden oynanan seyirlik oyunlar, artık günümüzde oynanmayıp, kaybolan değerlerimiz olarak anılarda kalmıştır. Bizde köyümüzün geçmiş yıllarında oynanan bu oyunları, hatırlayabildiğimiz kadar bazılarını, köyümüz de oynanış şekli ile anlatmaya çalışalım. Bunların bir kısmı sadece düğünler de oynandığı gibi, bir kısmıda hem düğünler de köy odasında, hemde düğün haricinde köy odasında delikanlıların aralarında düzenlediği eğlence günlerinde oynanırdı. Bu oyunlar oynanacağı zaman verilen kararda oyun oynayacaklar, oyun oynayalım değil oyun çıkartalım, izleyecek olanlar da oynayacaklara, hadi bi oyun çıkartında millet seyretsin derlerdi.


1-ARAP OYUNU: Arap oyununu anlatacağız fakat bu konuda bir açıklama gereği duydum. Demiştik ya oyunlarda yörelere göre azda olsa değişiklikler olabiliyor diye, yaptığım araştırmalar da bu oyunda ki ana konu aynı olsada ,diğer yörelere göre Kozayağı köyünde oynanan Arap oyunu, oyuncu ve konu itibariyle biraz daha zenginleştirilmiş gibi geldi. Otuz yılı aşkın bir süredir de oynanmıyor. Düğünler de düğün meydanın da oynanan bir oyundur. Eskiden köyümüzde düğünler genelde evlerin kaşlarında (damlarda) yapılırdı. Oyun'da haliyle düğüncülerin toplandığı kaşlarda oynanırdı. Ben hatırlıyorum mervinle çıkılan kaşlara oyunu oynamak için eşekleri urgan'larla bağlayıp kaşa çıkarttılar. Oyun çıkarılacağına karar verildiğinde, bu mümkün mertebe gizli tutulmaya çalışılır, oynayacaklar genelde ahırlar da, samanlıklar da veya kapalı bir avluda oyunun hazırlıklarını tamamlarlardı. Arap hariç, Arap, oyunun baş oyuncusu olup tek olur. Diğer oyuncu sayısında sabit bir sayı yoktur. Bazen azalabilir, bazen de çoğalabilirdi. Önce oyunda oynayan oyuncuları tanıtalım, sonra oyunu anlatalım.

Arap: Orta yaşlarda atik ve çevik gözü açık biri seçilir. Koyu renkli pantolon, gömlek veya kazak giyer. Varsa bir foter şapka yoksa kasket giyer. Kollarını dirseklere kadar sıvar, yüz kısmı , elleri, kolları tencere karası ile boyanır. Beline kalın deri bir kemer takar, kemer davarlara takılan çan ve tongurdaklarla donatılır. Bir eline yine bir birine bağlanmış tongurdak ve tıkırdakları alır, diğer elinde tura yapmak için deri bir kayış bulunur.

Elekçi Ağası: Genelde orta yaş üstü biri tercih edilir. Üzerine eski elbiselerden yamalıklı bir pantol, ceket giyer kasketlidir. Heybeli bir eşeği ve elinde deyneği vardır.

Elekçi: Orta yaş veya orta yaş üstü biri seçilir. Üzerine eski elbiselerden yamalıklı yırtık pırtık bir pantolon, ceket, başına eski bir kasket giyer. Heybeli bir eşeği, eşeğin heybesinde kalbur, def, elek, kasnak gibi malzameleri, elinde deyneği vardır.

Koruyucu Muhafızlar: İki tane bıyığı terlemiş olan gençlerden muhafız delikanlı seçilir. Arap ve ekibi'nin muhafızlığını yaparlar. Normal giyinseler de olur, yalnız pantolun paçalarını diz kapaklarına kadar kıvırıp bağlarlar. Sadece bacaklarına tencere karası sürerler. Dallarında asılı birer tüfek vardır.

Kızlar: İki veya dört tane kadın elbiseleri ile kadın kılığına giren erkek gençlerdir.

Ayı: Gençle orta yaş arası biri seçilir. Koyun veya keçi postuyla (derisiyle) sarılır, boynuna bir ip bağlanır.

Arap Bebeleri: Oyunu oynayabilecek yedi, on üç yaş aralıkların da iki tane çocuktur. Bacaklarını diz kapaklarına kadar sıyırırlar. Bacakları, elleri, kolları, yüz kısmı tamamen tencere karası ile boyanır. Oyunda ki görevleri eşekleri, sürüyü gözetlemek, büyüklerine yardımcı olmaktır. Ellerinde birer deynekleri vardır.

Davar Sürüsü: Dört, beş tane gerçek koyun, toklu, duruma göre sürü yapılır. Göstermelik olarak oyun alanına kadar getirilir ve oyunun girişi yapıldıktan sonra geri gönderilir. Bazende oyuna hiç dahil edilmez.

Muhtar: Oyuncular alana geldiğinde giyimi kuşamı yerinde olan orta yaş ve üstü birini düğüncüler, seyredenler muhtar seçer.

Gız Kaçıranlar: Oyunun akışına göre seyredenlerin içinden önceden görevleri verilmiş Arabın kızlarını kaçıracak olan bir kaç tane delikanlıdır.


Arap Oyununun Oynanışı: Arap ve ekibi Arap başta, elekçi ağası eşeğin üstünde, elekçi eşeğin üstünde, kalbur kasnakları ile ayı'nın ipi elinde, kızlar, davar sürüsü, Arabın muhafızları, Arabın bebeleri düğünün olduğu, düğüncülerin kaş etrafına serilen sergilerde oturduğu, düğün alanına girerler.

Arap: Alana girerken selâm verir. Bu köyün muhtarı kim?
Muhtar: Ayağa kalkar Arap ve ekibini karşılar, muhtar benim ne istersiniz? Arap: Ben bu köyün sürülerini gütmeye geldim ne dersiniz? Muhtar: Köylülere dönerek, Ey ağalar bence mahsuru yok, siz ne dersiniz? Herkes olur tamam gütsün der gibi işaretler yapar onay alınır. Arap: Muhtar benim iki tanede gızım var evlenecekler goca lazım, bu köyde varmıdır? Muhtar: Hele gızlar ortaya çıksın oynasınlar da bir bakalım der. Arap gızlara işaret eder ortaya çıkarlar, o sırada davul zurnada oyun havası çalmaya başlar, gızlarda oynamaya.

Gızlarla oynamak için gız kaçıran delikanlılar da alanda gızlarla oynamaya başlar. Elekçi ve elekçi ağası alanda kalbur kasnak satıyormuş gibi gezinmeye başlarlar. Muhafızlar gızlarla oynamaya başlar ve korumaya çalışırlar, Arabın bebeleri eşekleri ve ayıyı kontrol etmeye çalışırlar. Bu arada da oynayan gızlara köylüler tek tük sarkıntılık hareketleri yapmaya başlarlar. Arap elinde ki kayışı sarkıntılık etmeye çalışanlardan yakaladığına vurur. Arap, elekçi ve elekçi ağasını, muhafızları da bir o yana bir bu yana koşarak üzerindeki tongurdaklardan müthiş bir ses çıkararak gelir gider sıkıştırır, iteler, kakalar. Arap alan da başı boş dolaşanı görürse hiç affetmez yakaladığına kayışı vurur.

Bir müddet oyun davul zurnayla üç, dört oyun havası oynana na kadar sürer. O sırada gız kaçıranlar kaşla göz arasında gızları gaçırırlar. Arap delilenir, o hışımla muhafızlar bir iki kayış yerler görevlerini yapamadıkları için. Arap hemen muhtara koşar, muhtar da kayıştan nasibini alır. Muhtara gızlarının derhal bulunmasını söyler, gızlar bulunup ortaya çıkana kadar da çok kişi Arabın kayışını yer. Gızlar bulunur ortalık biraz sükünete kavuşur. Arap muhtara, köyde beli ağrıyanlar, gulucu olanlar varmış. Bizim elekçi'nin ayısı beli ağrıyanları, gulucu olanları çiğneyiversin der. Muhtar da tamam der. Arabın kontrolün de elekçi ağası ve elekçi seyreden düğüncüleri kaşta sırasıyla teker teker Arabın kontrolünde ayıya çiğnetirler. Ayı elekçinin işaret ettiği duruma göre kiminin belini, kiminin bacağını, kolunu çiğner. Elekçi ağası da arkaların da elinde bir defle gezer, ayı'nın çğneme parasını toplar.

Herkes gönlünden ne koparsa def'e atar. Arap, maddi durumu çok iyi olupta az para atan görürse kayışı çeker hemen biraz daha tatmin edici bir miktar alınır. Ama eğlence gereğidir, bu kimseden zorla baskıyla alınmaz. Maddi durumu iyi olmayanlardan zaten hiç istenmez, sadece ayı'ya çiğnetilir, geçilir. Oyuncular davul zurna ile uğurlanarak, alkışlanarak alanı terkederler. Sonuçta def içinde toplanan para, düğün evine katkı olsun diye düğün evine bırakılır.


2-DEVE OYUNU: Köyümüzde düğünler de çıkarılan bir oyundur. İki kişi üzerine bir merdiven uzatılır, merdiven üzerine sepet veya küçük seleye benzer hafif eşyalardan devenin hörgücü yapılır. Üzerlerini kapatacak şekilde çul kapatılır. Bir deyneğin ucuna devenin başına benzer şekilde bir deve kafası yapılır. Yapılan kafa kısmı boncuklar la ve benzeri süs eşyaları ile süslenir. Kapatılan çulun altına, deve'nin başını oynatmasına, sağa sola dönmesine yardımcı olmak için bir kişi daha girer. Yapılan deveye bir yular bağlanır, bir kişide deve sahibi olur. Devesiyle düğün alanında gezer tuzcu geldi tuz satıyom almak isteyen varmı diye. Deve, oğlan evinden kız evine gidip gelineceği zamana yakın yapılır, bazen de kız evine gidip gelirken deveyle gidilir, gelinir. Oyunun sonunda deve sahibi devesini ıhdırır (çöktürür). Yorulan deve'ye kalk der, kalkmaz, kalk der kalkmaz. Kalkmayan deveye bir kova su dökülür, deve hemen ayaklanır, oyun sona erer.


3-KÖRÜK-KALAYCI OYUNU: Oyunda körük, kalaycı, çırak ve haberci vardır. Kalaylanmak için küçük bir tencere, az kül ve az su gereklidir. Oyunu hiç bilmeyen birinden veya bilsede eğlenceye katkı olsun diyebilecek biri körük olur. Haberci selam vererek kapıdan girer. Köye kalaycı geldi kaplarını kalaylatmak isteyenler getirsin der. Körük yere, kalaycı ve çırakta körüğün arka tarafına oturur. Çırak körüğün kollarını yavaş yavaş körük çekiyormuş gibi sallamaya başlar. Kalaycı külle, elinde ki tencereyi kendince bir de türkü mırıldanarak kalaylamaya başlar. Bir yandan da kap getirenlerle konuşuyor gibi, kapları şuraya bırakıverin ben kalaylar hazırlarım gibi sözler eder. Çırak kalaycıya seslenir: Usta, baban ölmüş ya. Kalaycı: Yaşlıydı zaten Allah rahmet eylesin işimize bakalım. Çırak: Usta, anan ölmüş ya. Kalaycı: Allah kurtarmış dardaydı zaten biz işimize bakalım. Bu arada kalaycı küle azda su dökerek çamurlaştırır. Çırak yine seslenir: Usta, garın ölmüş. Kalaycı: Oğlum çırak ben hazırlanayım sende körüğü sıva da sönmesin, hemen cenaze'ye gidelim der. Çırak arkadan tencere'nin içindeki külü, çamuru, tencere'nin isi'ni körüğün yüzüne sıvar, oyun sona erer.


4-ARI VIZ VIZ: Oyun üç kişiyle oynanır. Bir kişi arı olur, diğer iki oyuncu arı'nın sağına ve soluna geçer. Oyuncular ellerinin birini arı'dan yana gelen yüzüne, avuç içi arıya bakacak şekilde kapatır. Arı, arı gibi vızılama sesi çıkararak, fırsatını bulduğu anda hangi oyuncuyu aldatabilirse elinin dışıyla oyuncunun avuç içine vurur. Oyun böyle devam eder. Dikkat isteyen bir oyundur.


5-BACAK KIZARTMA : Üç kişi ile köy odasında oynanır. Ebe olan kişi oturur, dizlerini diz kapakları üste gelecek şekilde büker. Arka tarafına bir kap içinde birazda su alır. Oyuncular ebenin sağlı sollu yanlarına ebe'nin oturduğu gibi otururlar, bacaklarını diz kapaklarına kadar çıplak olacak şekilde sıvarlar. Ebe tarafına gelen ellerine ince bir deynek alırlar. Ebe elini suda ıslar, dizi'nin altından elinin dış tarafı ile oyuncuların çıplak bacağına vurur. Şaşırtmaca bir oyundur. Ebe oyuncuların bacağına vurduktan sonra oyunculara da ebe'nin eline, ellerinde ki sopayla vurma hakkı doğar, bacaklarına şaplak değmeden ebe'ye vuramazlar. Oyun oyuncuların biri pes edene kadar sürer.


6-KOYUN POSTU: Köy odasında üç kişi ile oynanan ve seyircilerin oyuna dahil edildiği bir oyundur. Oyuncu'nun biri kurt, biri çoban, biri de sürü sahibi olur. Kurt sürüye saldırmış gibi yaparak, sırtında ki koyun derisini veya ceketini ortaya atar kaybolur. Çoban, atılan post, ceket ne ise alır sahibine götürür. Sürü sahibi bu benim koyunum değil der. Çoban izleyenlerden birini kaldırır sürü sahibinin yanına götürür, sürü sahibi bu benim koyunum değil benim koyunumun kulak ini böyle değildi der, çobanın götürdüğü seyircinin kulağını çeker. Çoban bir başkasını götürür, sürü sahibi yine yok der, çobanının getirdiği kişinin çoban eliyle neresinden tuttuysa, oraya ya çimdik ya yumruk atar. Oyun seyirciler arasından bir çok kişinin koyun olarak sürü sahibine götürülmesiyle sona erer.


7-DAMAT TRAŞI: Bir kişi damat olarak seçilir, birde berber olur. Damat orta yere bir sandalye ye oturtulur. Berber, köy odasının dış kapısından selam vererek girer. Elinde bir el süpürgesi (fırça olarak), el baltası, orak, tahra, bunlardan biri (traş bıçağı olarak), bir kap su, bir kap içinde biraz yoğurt yoksa tükrük bu işi görür (traş sabunu olarak), birde eski bez (havlu) vardır. Berber damadın önüne bezi bağlar, yüzüne yoğurt yada tükrükle sabun çalar, süpürgeyle fırçalamaya başlar. Fırçalama işi bitince elinde traş bıçağı olarak getirdiği malzame neyse, örneğin tahrayla traş etmeye başlar. Traş bittikten sonra bağladığı bezi çözer, damadın kafasından getirdiği suyu boşaltır bezle yüzünü siler. Damat seçilen kişi traş edilmiş olur.


8-ÇERÇİCİ: Oyunda oyuncular çerçici,hesap tutan yazıcı, çerçici'nin muhafızı arap vardır. Yazıcı'nın elinde bir defter kalem, arabın koynunda saklı kayış veya bezden yapılma tura, kırbaçta olabilir, bunlardan birisi saklıdır. Seyirciler oyuna sonradan dahil olur. Çerçici önde, arkasında muhafızı arap ve yazıcı, köy odasının kapısından selâm vererek girerler. Ey köylüler; çerçide çeşitlerimiz çok, bir şeyler alın. Çerçici seyircilerin önünden sırayla herkesi dolaşır, dolaşırken de seyircilere sattığı eşyalardan satar gibi yapar, paran yoksa borç yazıyoruz diyerek, yazıcıya yaz oğlum bunun şu kadar borcu, diğerinin şu kadar borcu var. Yazıcı tamam usta der borçluları yazar gibi yapar. Bütün seyircilerin önünden kimisi es geçilerek dolaşıldıktan sonra çerçici, yazıcı ve arap muhafızına dönerek: Haydin şu alacaklarımızı toplayalımda gidelim der. Sırayla seyirciler gezilmeye başlanır. Çerçici her vardığı kişinin önüne gelince, yazıcıya oğlum yazıcı deftere bak bakalım kimin ne kadar borcu var. Yazıcı'nın insafına kalmış artık iki lira, üç lira, ağzından ne çıkarsa. Çerçici hemen yazıcı borç miktarını söyleyince araba dönerek oğlum arap diye seslenir. Arap zaten görevini biliyor, oğlum arap dendiğinde örneğin borçlunun üç lira borcu varmış, arap borçluya <<Benim adım arap. Senin halin harap>> diyerek üç kayış, tura ne varsa vurur. Bu şekilde bütün seyirciler dolaşılır. Kimin borcu varsa, yoksa yazıcı'nın insafına kalmış, alacaklar bu şekilde toplanır.


9-SINIR DAŞI: Oyun dört kişiyle oynanır. Bir sınır daşı seçilir, iki tane tarla sahibi, birde muhtar seçilir. Sınır daşı olan oyuncunun köy odası'nın orta yerinde elleri ve ayakları bağlanır. Sağına ve soluna tarla sahipleri dikilirler. Tarla sahipleri ayakları ile sınır daşını, bu sınır daşı bizim tarlaya girmiş diyerek itekler. Sınır daşı ne tarafa fazla giderse o tarla sahibi ayağıyla karşı tarafa itekler. Sınır daşı biraz eziyet çektikten sonra tarla sahipleri anlaşamaz muhtarı çağırırlar. Muhtar gelir sınır daşını bir sağa bir sola itekler, yerini bulunca üzerine çıkıp çiğneyerek, sınır daşını yerine oturtur. Oyun sona erer.


10-HOCA TALEBE OYUNU: Bir kişi cübbeye benzer palto türü bir kıyafet giyer. Yün'den bir takma sakal takılır. Kafasına kavuğa dönüştürülmüş sarıklı bir şapka giyer. Kavuğun ortasına içi su dolu bir tas yerleştirilir. Eline varsa baston'dan asa, yoksa deynek asa olarak verilir. Ellerinde bir kaç tane de tesbihi olur. Köy odasının kapısından hoca selam vererek girer. Bu köyde okuyacak talebeler varmış onları okutmaya geldim der. Oda da bulunan gençlerden hocaya üç, dört tane talebe seçilir. Hoca ve talebeleri diz çökerek halka oluşturur. Hoca talebelere kendisi ne derse tekrar etmelerini, kim iyi okursa onlara hediye vereceğini söyler. Hoca başlar:<<Değme elini pasa.Kuruldu bir masa.Hocanın elinde asa.Aman dokunmayın tasa>>.Talebeler sırayla tekrar eder. Hoca arada bir talebelere dönerek şaşırtma yapar, senin dersin neydi diye sorar. Hoca ders bitince hediye dağıtmaya başlar. Al oğlum senin okumana göre sana tesbihimi, al oğlum senin okumana göre sana asamı vereyim der. Son kalan talebeye de, al oğlum sen çok iyi okudun, sana da sarığımı takayım deyip, başında ki kavuğu ters çevirerek talebenin başına geçirir. Talebe kavukta bulunan su tasında ki suyla ıslanır, oyun sona erer.


11-SANDALYE GÜREŞİ: Oda ortasına bir tahta sandalye konur. Sandalyeyle güreşecek kişi güreş taktiklerinden biraz anlayan gönüllü biridir. Davul zurna güreş havası çalmaya başlar. Güreş'çi bir pehlivan edasıyla sandalye'ye yaklaşır, davul zurna susar. Sandalyeyle alabildiğine karşısında biri varmış gibi mücadeleye girişir. Sonunda sandalye'yi tuş eder. Seyredenler güreşi kazandığı için güreşçiyi alkışlarlar. Bu oyunda ki amaç, pehlivanlık havasını verebilmektir.


12-YÜKSÜK OYUNU: Daha çok uzun kış gecelerinde ve köy odasında yapılan eğlencelerde büyüklerinde oynayabileceği karşılıklı iki grup arasında ikişerli, üçerli oyuncu sayısı çoğalabilir, oynanır. Yere mendil kazak çorap gibi eşyalardan yedi veya dokuz adet konur. İki grup oyuncuları yere konan eşyaları daire şeklinde çevirerek oturur. Grubun birinden bir kişi, yüksüğü, bu bozuk para boncukta olabilir, bu eşyalar'dan birinin altına saklar. Diğer grup yüksüğü ilk açtığı eşya'nın altında bulursa, yüksük saklama yı onlar yapar. Yüksük ilk eşya da bulunmazsa, yüksüğü en son eşya da kalması için bu kez bulmamaya çalışırlar. İlk eşya ile son eşya arasında bulunursa, kaçıncı eşya ise o sayı puan olur. Oyun sonunda kimin puanı çoksa az olan taraf, oyun başında ki anlaşmaya göre kazanan tarafa ikram yapar. Büyüklerin de oynadığı bir oyundur.


13-ÜFLEMEK OYUNU: Bir sehpa üstüne üflenebilecek bir cisim konur. Örneğin küçük lastik bir top veya topaklaşmış küçük bir bez parçası gibi. Kim bunu daha güçlü üfler diye sorulur. Yarışmaya katılacaklar iki kişi'den fazla olursa araların'dan iki kişi seçilir. Kimse çıkmazsa seyircilerden iki kişi seçilir. Sehpa'ya karşılıklı otururlar. İkisinin gözleride birer mendille bağlanır. Gözleri bağlandıktan sonra, sehpada ki cismin yerine bir tabak un konur. Yarışmacılar cismi üflüyoruz diye unu üfledikçe her yanları bembeyaz un olur.


14-DEĞİRMEN: Değirmen oyunu dört kişiyle oynanır. Değirmen, değirmenci, müşteri ve sucu şeklindedir. Oyunu bilmeyenlerden biri değirmen seçilir, yere oturtulur. Bir eski ceketle değirmen'in baş kısmı ve ön kısmı örtülür, ceket'in kolları boş kalır. Değirmen'ci değirmen'in başında beklerken müşteri gelir. Selâm verir, değirmen çalışmıyormu un öğütmeye geldim der. Değirmenci: Nöbetçi yok diye suyu kesmiştik, sucu'ya söyleyim de değirmenin suyunu değirmenin oluğuna tutsun değirmeni çalıştırırız. Değirmenci sucu'ya seslenir. Sucu değirmenin suyunu açıver nöbetçi geldi unu'nu öğütücez der. Sucu önceden hazır ettiği suyu, ceket'in bir kolundan boşaltır. Değirmen ıslanır, oyun sona erer.


15-OKKA: Oyuncu sayısı sınırlı değildir. Oynayacaklar iki diz üstüne oturarak halka oluşturur. İçlerinden oyunu iyi bilen biri oyuna ebe seçilir. Ebe oyunun nasıl oynanacağını kendisi uygulayarak diğer oyunculara anlatır. Bir deyince yumruk yere, ok deyince dirsek yere, ka deyince yumruk yere vurulur. Tekrar iki deyince yumruk yere, ok deyince dirsek yere, ka deyince yumruk yere vurulur. Yani, yumruk dirsek yumruk, yumruk dirsek yumruk sıralaması ile ona kadar sayılır. Burada bu sıralamayı yaparken şaşırmadan on sayısına kadar tamamlamaktır. Onun için sayma hızlı ve seri olur ki, oyuncu şaşırsın. Hata yapan kişiye uygun bir ceza verilir.


16-KELLE OYUNU: Düğünlerde açık alanda ve köy odasında saz eşliğin de oynanan bir oyundur. Oyuncular sıra halinde dizilir. Oyuncu kişi sayısın da sınır yoktur. En başta ki oyuncu ebe olur. Birde elinde kayış veya tura olan hakem kişi vardır. Sazcı kelle oyun havasını çalarken, oyuncular oynamaya başlar. Oyun içinde başta ki ebe ani hareketlerle üzerinde ki elbiselerden tek tek çıkarıp ortaya atar. Ebe'nin yaptığının aynısını arkada ki oyuncularda anında yapmak zorundadır. Geç kalan olursa hakem kişi, elindeki tura yada kayışı geç kalana vurarak cezalandırır.

SİNSİN OYUNU, TARİHÇESİ, NE ANLAM TAŞIDIĞI ve DOST DOST ATEŞİ HAKKINDA

Oyunun nasıl oynandığını anlatmadan önce, sin ve sinsin kelimelerinin ne anlama geldiğini, Türkler'in Ana vatanı, ilk yurdu Orta Asya da atalarımızın yaktığı bu ateşin neden yakıldığını, Sinsin'in oyun olarak ne zamandan beri oynandığı ve tarihçesi hakkında yaptığım bazı araştırmaları kaynaklarını belirterek, anlattıktan sonra oyunun nasıl oynandığına geçelim.

Sin:1-<<Ölü gömülen yer, gömüt, mezar, kabir, metfen, makber
"Sana ibret gerek ise / Gel göresin bu sinleri" - Yunus Emre.

2- Yaş .>> Ömür,hayat anlamında.
Sinsin:1- Geceleyin, ateş çevresinde, genç erkeklerin davul, zurna eşliğinde oynadıkları bir halk oyunu.

2. Bu oyunun müziği.>> Kaynak: (Türk Dil Kurumu Resmi İnternet Sitesi.)


Sin ve sinsin kelimelerinin ne anlama geldiğini öğrendikten sonra,şimdi de sinsin oyununu oynamak için yakılan ateşin, ne için yakıldığını öğrenmek için, geçmiş tarihimize doğru bir yolculuğa çıkalım.

<<Türk millî kültüründe Nevruz, aynı zamanda bir ‘yeniden doğuş'tur; ‘Ergenekon'dan Çıkış'tır. Ebulgazi Bahadır Han'ın ‘Türklerin Şeceresi' isimli önemli eserinde ayrıntılı bir şekilde anlattığı Ergenekon Destanı, bu yeniden doğuşun destanıdır. Ergenekon'dan çıkışın tarihi de 21 Mart gününe denk gelmektedir. Bu nedenle Türkler, 21 Mart tarihinde hem yeni yılın gelişini, hem de yeniden doğuşu kutlamaktadırlar.

Ana hatları ile Ergenekon Destanı şu şekildedir: Türk illerinde Gök-Türk oku ötmeyen, Gök-Türk kolu yetmeyen bir yer yoktur. Bütün kavimler birleşerek Gök-Türklerden öç almak için yürürler. Gök-Türk Kağanı İl-Kağan'ın çocukları çoktu. Savaşta hepsi öldüler. İl-Kağan'ın o yıl evlendirdiği küçük oğlu Kıyan (Kayan) ile yeğeni Negüş (Tukuz) kurtuldular. Bu ikisi eşleri ile birlikte sığındıkları yere Ergenekon adını verdiler.(M.S 100 yılları). Zamanla çoğalarak bu sığındıkları yere sığmaz oldular. Aradan dört yüz yıl geçti.Atalarının eski yurtlarını geri almak için çeşitli yollar aramaya başladılar. Fakat, dört tarafı dağlarla çevrilmiş olan Ergenekon'dan bir çıkış yolu bulmak zordu. Nihayet, demir madeni ile kaplı olan dağların zayıf bir noktasını tespit ederler. Buraya büyük ateşler yakarlar ve büyük körükler kurarlar. Demir dağları eritirler. Börteçine isimli bir Bozkurt'un önderliğinde Ergenekon'dan çıkarlar. Yeni bir başlangıç, yeniden bir doğuş demek olan bu tarihî gün 21 Mart'a tekabül etmektedir. Türklüğün yeniden doğuşunun, bağımsızlık ülküsünün sembolü olan Ergenekon'dan çıkış; ateşin yakılması, demirin eritilmesi ve Bozkurt'un yol göstermesi motifleriyle günümüzdeki Nevruz kutlamalarının da temelini oluşturmuştur. Nevruz ateşi Türkün bağımsızlık ateşini, örste demir dövülmesi Türkün çelikleşmiş iradesini ve nihayet Bozkurt da Türkün uyanıklığını, çevikliğini ve atikliğini temsil etmektedir. >>
Kaynak: (turkceci.wordpress.com.Türkçeci Günlüğü Türk'ün ‘Yenigün'ü: Ergenekon'dan Çıkış)

Bu bilgileri paylaştık ki sinsin ateşinin neden yandığını, bunun sadece davul zurna eşliğinde oynanan bir oyun olmadığını, ama zamanla ne için oynandığı, amacının ne olduğu unutularak, bir eğlence olarak görülmüştür. Artık zamanımızda da kaybolan değerlerimiz arasına girmiş bulunmaktadır.

Ankara kültürü üzerine çok araştırmaları bulunan, bu arada sinsin üzerine de bir hayli araştırmalar yapmış, Ankara seğmenlerin'den emekli öğretmen, araştırmacı Halûk Balaban ağabeyimin bana anlattığı, sinsin üzerine yaptığı araştırmalar hakkındaki bilgileri bende sizlere aktarmak istiyorum. Verdiği bilgiler, kaynağını vererek yukarıda paylaşmış olduğumuz bilgilerin eki niteliğinde.

<<Sin demek mezar demek. Sin kelimesinin diğer bir anlamıda, yaş, ömür, hayat demek. Yani doğmak ve yaşamak. İki tane sin birleşip Sinsin olduğunda, mezardan dirilmek, yaşamak, yeniden doğmak anlamında. Atalarımızın tuzağa düşürülüp neslinin bitme noktasına getirildiği savaşlarda, sağ kalanTürk hakanı İl Kağan'ın oğlu Kıyan ve yeğeni Tukuz'un eşleri ile birlikte sarp yollardan küçücük bir dar geçitten geçerek bir dağın içine girdiler, oraya da Ergenekon adını verip çoğaldılar. Dört yüz yıl gibi bir zaman geçince oraya sığmaz oldular. Ataları'nın dağa girdiği geçiti kaybettiler. Bir demircinin işaretiyle demir madeniyle sarılı dağın ince bir yerine ateş yakıp koyun postundan yetmiş körük yaparak, demir madenini eritip gün yüzüne çıktılar.

Bu çıkış günü 21 Mart günüdür, bütün Türkler'in öz bayramıdır. Ergenekon, Yeni gün, Nevruz gibi isimlerle kutlanmaktadır. 21 Mart Nevruz ateşi bunun için yakılır, Örste demirin dövülmesi de bu gün içindir. Atalarımız Ergenekon'dan gün yüzüne çıktıkları 21 mart günü'nü bayram olarak kutlamışlar. Bu kutlamalar da yakılan ateş etrafında, düşmana meydan okuyarak bu günü kutlamışlardır. O günden bu güne kadar da, bir gelenek olarak özellikle düğünlerimiz de sinsin ateşi yakılarak, sinsin oyunu oynanmıştır. Zamanla da kültürümüz ve geleneklerimiz değişimlere uğrayarak, sinsin'de aslından biraz uzaklaşıp sadece eğlence olarak algılanmıştır. Eğlence olarak oynanırken bile günden güne oyunun kurallarında ihlâller oluşmuştur. Türklerin öz bayramı olan Nevruz ateşinden doğan bu ata geleneği sinsin'i gençlere öğretip yaşatmamız gerekir.

Sinsin bir çok manâlar ifade eder. Sinsin: Türk'ün mezar'dan dirilişi demektir. Sinsin: Ateş etrafında dönerken düşmana meydan okumaktır. Sinsin: Gelen düşmana karşı kendini kollamaktır. Sinsin: Mertliğin, yiğitliğin, dostluğun, sevginin, kardeşliğin, ateş etrafında kenetlenmesidir. Sinsin: Türkün savaşa hazırlık oyunudur. Sinsin: Ateş etrafında yiğitçe dönerken, dizin toprağa vurulmasıyla, toprağa olan saygının ifadesidir. Toprakdan geldik, toprağa gideceğiz demektir. Eskiden sinsin oynanmadan yapılan bir düğün, törensiz bir düğün olarak sayılırdı. Düğün haricinde milli günlerde, asker uğurlamalarında da oynanabilir.>> Kaynak Kişi: (Ankara Kulübü Seğmenlerinden. Ankara Kültürü Araştırmacısı, Emekli Öğretmen; Halûk Balaban).

KOZAYAĞI KÖYÜNDE SİN SİN


Sinsin oyunu eskiden köyümüz düğünlerinin vazgeçilmezleri arasındaydı. Bize eski büyüklerimizin anlattığına göre eskiden düğünler bir hafta sürermiş, ve düğün boyunca da sinsin ateşi yanar sinsin oynanırmış. Ben ancak Çarşamba gününden başlayan düğünleri hatırlayabiliyorum ve dört gün sinsin oynandığını biliyorum. Diğer günlerde düğüncü sayısının azlığından sinsin sönük geçsede, damada kına yakıldığı Cumartesi gecesi muhteşem bir görüntü vererek oynanırdı. Zaman geçtikçe düğün günlerinde diğer yörelerde olduğu gibi bizde de azalma oldu. Sinsin oyununda da eskiden günümüze geliş şeklinde de değişimler olduğunu gördüm, en son oynanan sinsinler de kural ihlâllerinin arttığı, özünü yitirip sadece ateşin başında bir kovalamaca, yandan, arkadan çıkmalar, çıkmayanları zorla döverek oyuna çıkartmalar, daha ateşin etrafında hiç dönmeden gidip birilerini oyuna çıkartmaya çalışmalar gibi. Ne yazık ki kültürümüzde ki özünden kopmalar sadece köyümüzde değil, diğer yörelerde de yaşanmaktadır. Halbu ki her şeyi özüyle yaşatmak daha güzeldir.
Son zamanlarda bir kaç düğünün dışında sinsin, otuz yılı aşkındır Kozayağı köyünde de oynanmaz oldu. Bazı yörelerde sinsin ateşi odun ile yerde veya bir varil üstünde yakılsa da, Kozayağı köyünde tezek külüne gazyağı karıştırılarak yapılan toplar, yerden biraz yükseltmek için üç taşın üzerine konulan tandır saçlarında yakılırdı.
Sinsin ateşini yakmak için gerekli topları hazırlamakla düğünün bayrakçısı görevlidir. Bayrakçı ya kendisi yada gözetiminde diğer gençlerinde yardımı ile akşama yakın saatlerde tezek külü kalburdan elenir. Gazyağı ile karıştırılarak, yumruk büyüklüğünde yuvarlak toplar haline getirilip, bir teneke içerisine konur. Bayrakçı topların başına bir görevli bırakır. Onun görevi sinsin oynanırken saçın üzerine yandıkça top atmaktır.

Sinsin düğün akşamlarında hava kararınca oynanır. Eskiden düğün akşamları köy odasında toplanıldığı için, oda'nın önüne meydanın tam ortasına ateşin yakılacağı saç kurulur, üzerinde ateş yakılır. Ateşin biraz gerisine düğüne katılanlar daire olacak şekilde halkalanır, ateşin etrafı çevrilir. Davulcu sinsin havasını çalmaya başlar. Sinsin de yiğitliği mertliği simgeleyen, insanları coşturacak, Köroğlu, Sepetçioğlu gibi yiğitlik havaları çalınır, coşku artar. Oynayacaklardan biri iki elini vurup, sol eli belinde sağ eli havada avuç içi karşıdaki insanlara bakacak şekilde gönüllü ortaya çıkar oyunu başlatır. Ateş etrafında en az bir tur atması gerekir ve her elini birbirine vurdukça sol el arkada belde, sağ el biraz havada karşıdan oyuna çıkacak arkadaşını davet eder nitelikte ateş etrafında dönmeye başlar. Bir tur atınca diz çökme hareketi vardır. Toprağa saygıyı ifade eder.

Ateşin başında ki oyununa devam ederken, tam karşı cephesinden biri meydan okumaya ateşe doğru koşar, ateşin başında ki yakalanmamak için aldatmaca hareketlerle kaçmaya başlar. Kovalayan kişi yakalarsa hafiften sırtına vurur, bazen yakaladığı halde vurmaz da, bu harekette af etmeyi simgeler. Yakalayamaz sa ateşin başına gelir. Ateşin etrafında dönerken meydan okuma hareketlerini sürdürür. Karşıdan biri çıkıp meydan okumaya hareketlenene kadar. Meydan okumaya çıkan kişiler kimi sessiz çıkar, kimi de naralar atarak çıkar. Davul zurna'nın çaldığı coşkulu yiğitlik, mertlik havaları ile oyun böyle devam eder.

Sinsin oyununda arkadan, yandan asla çıkılmaz. Ateşin başında meydan okuyan kişiyi kovalayacak kişi, ön cephesinden çıkmak zorundadır. Arkadan vurmak zaten Türk töresine aykırıdır. Kalleşlik yapılmaz,delikanlıya, yiğide, merte, bu gibi hareketler yakışmaz. Özüyle oynandığı zaman insana coşku veren, gençlerin ruhuna, yiğitliği, mertliği, kaynaşmayı, sevgiyi, saygıyı, atikliği, çevikliği, öğreten, Asırlar'dır oyna na gelen kutlu bir oyundur.


KOZAYAĞI KÖYÜNDE DOST DOST ATEŞİ
Sinsine bağlı olarak yakılan dost dost ateşi, davul zurna eşliğinde kız evinden damatın kınasını alarak köy odası önüne getirilene kadar yakılan bir ateştir. Kız evi başka köyden ise damatın kınası yanması için damatın evinden köy odasına kadar getirilmesinde yakılır. Dost dost ateşi sırıklara çakılmış ufak tenekelerin içine sinsin toplarının yakılması ile oluşur .Kına almaya giderken ve gelirken düğün alayı, önderlik eden birinin işaretiyle dost dost diye gür sesle bağırır. Bu ateşin yanmasında ki amaç, gelen düşman değil, dost, dost, dost anlamındadır. Görüntüsü ise muhteşemdir.


KOZAYAĞI KÖYÜ GEÇMİŞE DÖNÜK DÜĞÜN, GELENEK VE GÖRENEKLERİ

DÜNÜRLÜK: Evlenme çağına gelmiş gençleri baş göz etmek için kız istemeye gitmektir. Eskiden köyümüzde görücü usülü ile evlenmeler gerçekleşmekte idi. Aile büyüklerinin verdiği kararlara evlenecek kız ve oğlan, büyüklerin önünü geçmeme adına ses çıkarmazlar. Evlenecek oğlanın anası tarafından ağzı aranır. Evlenmeyi isteyip istemediği araştırılır. Bir tarafdanda dünür gidilecek kız araştırılır. Eğer oğlanla kızın önceden birbirlerinde gönlü varsa oğlan tarafı dünür gidip gitmeyeceklerine aile arasında karar verir. Dünür gidilecek kıza önce oğlan tarafından oğlanın anası, teyzesi, halası, abıcasının hanımı, yengesi gibi aile yakını bazen bir komşu kadını da alınarak görücü olarak giderler. Bunlara kadın dünürcüler denir. Kadınlar görmeye gittikleri kızın son olarak hareket ve tavırlarını izleyerek, dünür olup olmayacaklarına karar verirler. Oğlan tarafından giden kadınlar dünür olmaya karar verdilerse, kız tarafına dünür gelmek istediklerini duyururlar. Dünürlüğe damat adayı gitmez.

Birkaç gün sonra yakın akraba ve sözü sayılır bir komşuda gerekirse alınarak erkek ve kadınlar birlikte genelde akşamları bir akşam dünürlüğe giderler. Gidenler içinde ağzı iyi lâf yapan bir erkek dünürcü başı olarak götürülür. Kız tarafına varıldığında hoş, beş ettikten sonra dünürcü başı konuyu açar. <<Allahın emri Peygamberin kavli ile oğlumuza kızınızı istemeye geldik>> der. Kız tarafıda eğer biraz gönlü var ise <<Allah yazdıysa olur>> gibi cevap verirler. Şayet kız tarafının gönlü yoksa bu iş olmaz derler. Kızında gönlü yoksa,gelen dünürcülerin ayakkabılarını kız ters çevirir.

Dünürlük devam ederken, kızın baba, anası, varsa gardaşı bacısı, kıza sen ne dersin diye başka bir odada sorarlar. Kızında gönlü varsa, kız tarafı ya olur der, yada olur olmaz arasında bir şey demez. bazen bir iki dünür gitmede kız verilirken, bazende defalarca gidildiği olur. Kız tarafı ve kızında gönlü varsa uygun bir güne söz kesmeye kararlaştırılır. Oğlanın, kızın yaşları çok küçükse nişanlılık dönemi uzun tutulacak diye söz birliği edilir. Evlenecek oğlan ve kızın biraz daha olgunluğa erişmeleri beklenir. Eğer oğlan ile kız bir birlerini istiyor da, aile büyükleri karşı çıktığı zaman kız kaçırma durumlarında, aileler sorumlu değildir.Gençlerin yaptığı böyle bir durum karşısında ufak tefek gönül kırılmaları olsada, köyün hatırı sayılı kişileri böyle durumlarda devreye girerek ortayı bulur ve işi tatlıya bağlar.


SÖZ KESME VE AĞIZ DATLILIĞI: Söz kesme günü kız tarafı alınacak başlık parası, eşyalar ve takıları liste olarak oğlan tarafına sunar. Oğlan tarafı listeye baktıktan sonra alabilecekleri ve alamayacakları eşya ve takıları kız tarafına söyler. Ağız datlılığında oğlan evi lokum götürerek hep birlikte lokum yenir. Oğlan ve kız tarafı aşağı yukarı ortayı bularak anlaşır.Söz kesme tamamlanınca gelin kız sıradan odada oturan büyüklerin ellerini öper. Kahve yapar, yapılan kahveler içilir.Dinimizde yeri olmasada başlık parası çok eski zamanlardan süregelen bir gelenektir. Araştırmalarımda başlık parasınında bir yörük geleneği olduğunu gördüm. Zamanımızda artık başlık parası alınmamaktadır. Söz kesildiğinde adı belli olsun diye yapılan Danışık'ın hangi gün yapılacağına gün belirlenir. Daha çok danışık günü perşembe ve hafta sonu cumartesi olarak seçilir.

Söz kesmede hazırlanan listede yazılanlar genelde şu şekildedir.

1-Başlık parası.

2-Takılacak takı miktarı. Bu takıların adı, beşi birlik, bütün gremsiye, yarım gremsiye, reşat altını olarak geçmekte idi.

3-Gelin kıza alınacak nişan ve düğün elbisesi.

4-Karyola

5-Dikiş makinası.

6-Yatak, yorgan, yastık. Kaç kat olacaksa.

7-Ayna. Olmazsa olmazlardandı.

8-Bakır güğüm, leğen.

9-Kız anasına süt hakkı.

10-Gelin kızın erkek gardaşına,gardaş yolu.

11-Kapı Bıçağı.

12-Kız evinin düğünde dağıtacağı yol miktarı. Örneğin dayısına, amcasına miltan yani gömlek, halasına, teyzesine çok yakın eş ve dosta, otuz metre, kırk metre basmadan elbiselik yol gibi.

13-Altı tane kamıştan yapılan halı yastıklar. Sedire döşemek için.

14-Sandık.


DANIŞIK VE GÖZLEME: Danışık evliliğe ilk adımı atmış olan oğlan ile kızın, söz kesildikten sonra adı belli olsun diye, bir çeşit eşe, dosta, köye ilân edilme şeklidir. Danışıkta kız tarafına biraz daha kalabalık olarak gidilir. Yakın akrabanın yanında köy hocası ve birkaç komşuda bulunur. Oğlan tarafında şeker, su ve şerbet boyası ile hazırlanan şerbet, kız tarafında içilmek üzere hazırlanır, kız tarafına giderken götürülür. Kız evinde akşam gelenlere ikram edilmesi için gözleme yapılır.

Kız tarafına varıldığında yapılan gözlemeler yenir. Gelin kıza adı belli olsun diye oğlan tarafından bir altın takılır. Diğer katılanlarda vermek istediği altın, basma, elbiselik kumaş, para gibi hediyeleri gelin kızın üzerine takarlar. Köy hocası gençlerin bir ömür boyu mutlu, huzurlu ve yapılan bu yuva kurmadaki hayırlı işin, hayırlara vesile olması için dua yapar. Orada bulunanlar oğlan ve kız ana babalarına Allah hayırlı uğurlu etsin derler. Kız ve oğlan ana babalarıda evlenecek kızı ve oğlu olanlara, darısı sizinkilere de olsun derler. Adı belli olan evlenmeye ilk adımları atan kız ve oğlan büyüklerin ellerini öper. Gelin kızın avuç içine oğlan tarafından bahşiş olarak para sıkıştırılır. Gelin kızda biriken bu paraları çeyizinin eksik kalan yerlerinde kullanır. Yine kahveler yapılır, eğer kahve yetmeyecek gibi olursa yanık şekilde kavrulmuş nohut dövülerek veya kahve değirmenlerinde çekilerek kahveye karıştırılır. Oğlan tarafından getirilen şerbet dağıtılır, içilir. Şerbet içiminde oğlan tarafından gelen kadınlardan bahşiş alınır. Köyde danışık olduğunu duyan çocuklar ve gençler, evin kaşına çıkarak baca kenarlarında ayaklarını evin kaşına vurarak bahşiş isterler. Bu çocuk ve gençlere bahşiş verilir. Oğlan ve kız tarafının belirleyeceği bir tarihe nişan takma günü alınır. Adı belli olan gençlerin artık o günden sonra yan yana gelmeleri, görüşmeleri doğru sayılmaz. Ancak düğünde, bayramda aile büyükleri izin verirse, aracılar aracılığı ile on, on beş dakika görüştürülebilir. Çok eskilerde adı belli olan oğlan ve kız düğün gününü beklemeye başlar. Danışık adıyla yapılan geleneğimiz zamanla yerini nişan törenine bırakmıştır. Danışık'ın yerini nişan almıştır.


NİŞAN TAKMA: Önce şunu hatırlattıktan sonra nişan törenini anlatalım. Çok eskilerde köyümüz geleneklerinde nişan yoktu. Nişan töreni sonradan yapılamaya başlandı. Nişan için söz kesmede yapılan listede ki alınacakların bir kısmı alınır. Gelin kıza takılacak takıları ve nişan için nişan elbisesi almaya şehre gidilir. Buna nişan esbabı görme denir. Nişan için köye okuyuntu dağıtmak için tutulan bir kadın tarafından köy şekerle okunur. Nişan için gerektiğinde davul zurna tutulur. Gelecek misafirler için yemekler hazırlanır. Yemek hazırlanmasına yakın akraba,eş, dost ve komşular yardım eder. Hazırlıklar nişan gününe kadar tamamlanır. Nişan kız evinde çok eskiden kadınlar tarafından ev içinde veya avluda takılırken şimdi orta alanda takılmaktadır. Kadınlar kendi aralarında oynayıp eğlenirken, erkeklerde kız evinin önünde eğlence yaparlar. Günümüzde ise artık kadın erkek birlikte eğlenir oldu. Bu eskiden töremize aykırı olarak sayılır ve doğru bulunmazdı.

Nişanda önce oğlan tarafından gelin kıza alınan takılar takılır, esbablar ayakkabısı, elbisesi, terliği, çamaşırı ne alındı ise bir bir nişan törenine katılanlara gösterilerek sofra bezinden bohça içine toplanır. Ardından oğlan tarafının yakınları ve sonrada kız tarafının nişanda taktığı, takı, para, elbiselik kumaş, hazırlanmış bohçalar, kimin ne taktığı bir kişi tarafından bağırılarak nişana katılanlara gösterilir. Nişana atılanlar bir bohça içerisinde toplanır, kız evine bırakılır. Birde önceden nişanlılı olan kızları böyle günlerde ortaya getirme vardı. Başka nişanlılı bir kız ve gaynanası nişan töreninde varsa, gelin kızını ortaya getirir, gelin kızına vereceği hediyeyi ortada verir. Ortaya gelen nişanlılı kızada vermek isteyenler hediyeler verir. Bazen de gaynana gelin kızı ortaya çıkarmadan vereceği hediyeyi bir köşede veya gelin kızını oyuna kaldırarak oynerken verir. Nişan da yine köy hocası, eğer yoksa dua bilen biri tarafından hayır dualar yapılır. Toplanan para ve atılan hediyeler ile, gelin kız düğüne kadar eksik kalan çeyizini tamamlamaya çalışır. Evlenecek kız ve oğlan artık nişanlılı olmuşlardır. Olur olmaz yerde buluşup görüşmeleri doğru sayılmaz. Günümüzde artık böyle bir durum yok. Eskiye göre daha rahat aile içerisinde ve karşılaşıldığı zaman yan yana gelip konuşalabiliyor.

Düğün olana kadar oğlan tarafı bayramlar da gelin kızlarına bayramlık, çerez alıp oğlan ile birlikte veya aile büyükleri tarafından bayramlık götürülerek kız tarafı ziyaret edilir. Gelin kıza bir düğün, nişan, bayram ve ziyaret zamanlarında gaynana ve gaynata ile oğlan tarafının çok yakın akrabalarınca, gelin kız el öptüğünde eline bahşiş olarak para verilirdi. Nişanlılı kıza ara sıra nişanlısı çerezini alıp götürür veya gönderir. Nişanlanan kız düğün gününe kadar eksik çeyizlerini tamamlamaya çalışır. Arkadaşları bu konularda nişanlılı kıza yardımcı olurlar. Hayat devam ederken düğün günü beklenmeye çalışılır.


DÜĞÜN: Düğünler eskiden köyümüzde büyüklerimizden duyduğumuza göre bir hafta yapılırdı. Sonradan sırası ile çarşamba, perşembe, cuma günleri başlayıp pazar günü öğle vakti gelin alma ile son bulmaktadır. Ben bile çarşamba gününden düğünlerin başladığını hatırlıyorum. Düğün günü gelmeden düğün hazırlıklarına başlanır, düğün için kalan karyola, ayna, sandık, halı yastıklar, dikiş makinası gibi son eşyaları alınır. Düğün esbabı (elbisesi) görülür. Esbab görmeye kız ve oğlan tarafı ile çok yakın birkaç akrabada katılır. Esbab görmede oğlan tarafı kız tarafının babasına, anasına, bacısına, gardaşına elbise, miltan, çorap, mendil gibi hediyeler ve aynı zamanda kız tarafının çok yakınlarına dağıtacağı yol alınır. Oğlan tarafı kendi aile ve çok yakınlarına düğün de giymesi için elbise miltan gibi giyecekler alır. Civar köyler den ahbab ve arkadaşlar düğüne okunur. Köye bir kadın tutularak okuyuntu olarak şeker ile okunur. Sonradan köy şeker ile okunurken uzak yerlere kart daığıtılırdı.

Günümüzde şeker ile okuma artık bitme noktasında olup tamamen kartla okunmaya başlandı.
Bir iki ay öncesinden bağlamacı, davul, zurna tutulur. Düğün günü davul zurnaya bildirilerek davulcu ve zurnacı o tarihe başka düğün almaz. Düğünden bir iki gün önce yemek hazırlıkları yapılır, duruma göre yemeklerin içine konmak için koyun, keçi kesilir. Düğünde gelin kızın ve damadın sağdıçları belirlenir. Bu sadıçlar genelde yeni düğünü olmuş kişilerden, varsa yakınlardan seçilir. Düğünde görev yapacak bayrakçı belirlenir. Bayrakçı damadın yakın arkadaşlarından biri seçilir. Damada kına yanarken yanına oturacak küçük sadıç çocuk belirlenir. Çocuk sadıç damadın gardaş veya bacı çocukları varsa onlardan biri, yoksa en yakın amca, dayı çocuklarından seçilir. Daha önceden dini nikâh yapılmadıysa, düğünden bir kaç önceden gizli bir ortamda oğlanla kızın nikahları kıydırılır. Gizli dedik çünki inançlara göre nikâh kıyılırken birilerinin çocuklara zarar vermesini önlemek için.

Düğün hazırlıklarında yine eş, dost, akraba, komşu yardımcı olurlar. Eskiden bayrak fazla bulunmadığı için genel olarak okulun bayrağı alınırdı. Düğün bayrakları ucu sivriltilmiş bir sırığa bağlanır. Türk bayrağı yanında ayrı olarak birde kırmızı ve yeşil yemeni birleştirilip, üzerine beyaz ay yıldız işlenerek bir bayrak daha yapılırdı. Bu bayrak Cumhuriyet'ten önceki düğünlerimiz de, Cumhuriyet'in ilk yıllarında, daha köylerde bayrak bulunmadığı dönemlerde ve Türk bayrağının yanında da bir gelenek olarak yapılmıştır. Yaptığım araştırmalar da yörüklerde bu bayrağa kız bayrağı denildiğini gördüm. Bu bayraktaki renklerin ,kırmızı rengin bayrağımızı, yeşil rengin ise huzuru, imanı ve islâmı temsil ettiğidir. Günümüzde ise artık sadece tek bayrak asılmakta. Kırmızı ve yeşil yemeniden yapılan bayrak yapılmamaktadır.

Düğün günü geldiğinde davul ve zurna öğleden önce gelir. Davulcular hazırlıklarını yapar. Davul zurnanın bakımı yapılır, püsküllü elbiselerini giyerler. Düğün eskiden bir hafta, sonraları çarşamba, daha sonra perşembe, günlerinde başladığında, cumartesiye kadar gün olarak aynı eğlencenin olduğundan, uzun bir zamandan beride düğünlerin cuma gününden başladığı için, biz düğünün cuma gününden başladığını düşünerek bu konuyu anlatalım. Düğüne gelen düğüncülerin oturması için evin kaşının kenarlarına hasırlar ve hasırların üstüne minderler, don çulu gibi sergiler serilir. Evde yemek işinden iyi anlayan aşçı kadınlar bayrak yemeği ve akşam yemeği için hazırlıklar yapar. Cuma namazında köy hocası tekrar bir hatırlatma yaparak, bayrak kalkacağını ve düğün evinde bayrak yemeği yenileceğini duyurur. Cuma namazı çıkışında cemaat topluca düğün evine gider.

Bayrak yemeği yenilip yemek duası edildikten sonra, kafası bayrak sırığının ucuna geçirilmek için bir tane horoz kesilir, horozun kafası bayrak sırığına takılır. Horoz kesilmezse elma, mevsimine göre elma olmazsa soğan takılır. Kesilen horoz akşam yemeğine hazırlanarak davulcuların sofrasına ve yettiği kadarıyla diğer sofralara konulur. Bayrak dikilmesi için dua yapılır. Bayrakçı kaşın yerden yüksek olan bir köşesine bayrağı dikmek için çıkar. Bayrakçı adetten bayrak geçmiyor der. Oğlan babası bayrakçıya bahşiş verir, bahşişi alan bayrakçı bayrağı kaşın köşesine diker. Bayrak dikildiği andan itibaren davul zurna çalmaya başlar. Düğün artık başlamıştır. Davul zurna ağ gelin çalarak açılışı yapar. Düğün gelen misafirler kaşa çıkarak serilen sergilere oturur. Oğlan evinde çaylar demlenir, düğüncülere ikram edilir.

Çay sürekli demlenir arkası kesilmez. Önceden düğün için alınan sigaralar paket paket açılarak kaştaki oturanlara dağıtılır. Davulcuların cebine içecekleri sigaralar konur, bitince davulcu yine sigarasını ister. Sigara dağıtma düğün bitene kadar aralıklı olarak ve akşamları köy odasında da dağıtılır. Davul zurna ara sıra oyun havası çalarak oynamak isteyenler oynar, halay çekileceği zaman halay havası çalar halay çekilir. Silahlar atılmaya başlar. Düğün bitene kadar silah sesi kesilmez. Doğrumudur? bence değildir. Herkesin farklı görüşü olabilir ama, hem israf, hemde Allah vermesin bilinçsiz silah atmalar sonucu kazalar yaşanabiliyor. Halayda ağırlama, bugün ayın ışığı, köprüden geçti gelin, hızlanma anında da hopbarelim gibi ritmi yüksek havaları çalar. Davulcu ara zamanlarda dinlendikten sonra uzun havalar çalar. Bayrakçı yanındaki arkadaşları ile veya görev verdiği bazı gençler köy odasının temizliğini gündüzden yaparlar, akşama hazır hale getirirler.

Bayrak alınarak ve bayrak öne geçerek davul zurna ile kız evine toplu olarak hayırlı olsuna gidilir. Bayrakçı kız evine ilk varıldığı için yine kız evinin kaşına bayrağı dikerken bayrak dikilmiyor diyerek kız babasından bahşiş ister. Bayrakçı kız evinde çok dikkatli olur ve bayrağın yanından asla ayrılmaz. Çünki kız evinde bayrak kaçırma diye bir adetimiz vardır. Şayet bayrakçının dalgınlığından yararlanarak bayrağı kaçıran olursa, bayrakçı bayrağı almak için bayrağı kaçıranlara bahşiş ödemek zorunda kalır. Kız evinde yine davul zurnanın çaldığı oyun havasına oynanır, halay çekilir. Kız evi gelen misafirlere çay ikramında bulunur. Tekrar bayrak önde davul zurna çalınarak oğlan evine dönülür. Kız evine bu gidiş gelişlerde davul daha çok zeybek havaları çalar, bayrağın hemen ardında delikanlılar zeybek türü yolda oyun oynayarak giderler. Bazen bu oyunlarda kama bıçağı ile oynarlar. Bu oyunların oynandığını çocukta olsam o günlerde gördüm ve yaşadım. Davul zurna sesi duyulduğunda herkesin tüyleri diken diken olur, bir başka heyecan yaşanırdı. Burada şu bilgiyi de unutmadan yazalım. Bundan kırk yıl öncesine kadar köyümüzde düğüncü olarak bildiğimiz, günümüzde de düğün misafirleri dediğimiz düğüne katılanlara çok eskiden Semen, samen (seğmen) denilirdi. Kadınlarda cuma gününde kız tarafına bir ara giderek gelin kıza baş kınası yakarlardı.

Cuma günü öğle vaktinden itibaren köyümüzün kadınları oğlan evine mübareke adı verdiğimiz ilk hayırlı olsuna giderler. Mübarekeye gidenler düğün evine un, bulgur, mercimek, tere yağı, nohut, yumurta gibi hediyeler götürürler. Bu gelen hediyeleri oğlan evi kullanabildiğini düğünde kullanır.
Akşam olmasına yakın bayrakçı veya gönüllü bir iki kişi akşam yanacak olan sin sin ateşi için top karmaya başlar. Tezek külü kalburdan elenerek, gaz yağı ile karıştırılıp, yumruk büyüklüğünde sıkılan toplar bir tenekeye doldurulur. Düğünlerde hizmet etmekten kimse kaçınmaz. Hizmet etmekte bir eğlence gibi gelir. Akşam köy odasında yapılacak çay için çay malzameleri köy odasına gençler tarafından götürülür. Akşam hava kararmaya başlayınca akşam yemeği yenilir. Akşam namazları kılındıktan sonra oğlan evinden sin sin ateşinin topları ve üzerinde ateş yakılacak saç alınarak, semenler topluca davul zurnayla birlikte köy odasına gidilir.Odada demlenen çaylardan içilir, sohbet edilir, davulcu savul yapar. Bir taraftanda gündüz işi gücü olanlar genci yaşlısı köy odasına toplanmaya başlarlar.

Odanın önüne sin sin ateşi yakılır ve oda boşalır. Ancak ayakta duramayacak kadar yaşlı olanlar kalır. Herkes ateş etrafında halka şeklinde ateşin biraz uzağında toplanır. Davul zurna odanın ara yerinde önü açık duvarı olmayan sin sin ateşini ve oynayacakları net bir şekilde gördüğü yerden sin sin havasını çalmaya başlar. Biri öncülük yaparak saç üzerinde yanan ateşin yanına nara atarak çıkar. Ateş etrafında iki elini vurup sol eli belde, sağ eli avuç içi karşıdaki oyunculara bakacak şekilde ateş etrafında dönmeye başlar. Tam karşı cepheden biri çıkar. Sin sin oyunu en az bir saat olacak şekilde oynanır. Sin sin oyununu önceki bölümlerde nasıl oynandığını anlatmıştık. Sin sin bittikten sonra ateşin başında halaylar çekilir. Köy odasına tekrar çıkılır. Çaylar içilir,çaylar içilirken bir yandanda büyükler sohbet eder, delikanlılar ve çocuklar büyüklerin sohbeti dinler. Sıra türküleri söylenir. Saat geçtikçede yaşlı olanlar izin topluluktan izin alarak odadan ayrılmaya başlar. Delikanlılar oyun çıkartırlar. Gece geç vakit olduğunda artık yavaş yavaş köy odası boşalmaya başlar. Davulcular için yatacak yer ayarlanır. Düğünün başladığı gün böylece tamam olur. Geçmişte üç, dört gün düğün yapıldığı dönemler de damat kınasının yandığı cumartesi gecesine kadar her gün aynı şekilde eğlence olurdu.

Cumartesi sabah, sabah yemekleri hazırlanır, düğün evinde bulananları ve davulcuların yemekleri yedirilir. Davul zurna çalmaya başlar. Yine halaylar çekilir, davul zurna ile oyunlar oynanır. Gelin gelene kadar oyun ve halayın arkası kesilmez. Çocuklar düğün için aldıkları harçlıklara mantar tabancalarına köy bakkalından mantar alıp mantar tabancası ile patlatırlar. Bazen mantarı teli halka şeklinde bükerek mantarı iki telin ucuna yerleştirip havaya atarlar. Tel yere düşünce tele takılı olan mantar patlar. Torpil gibi patlayıcılar atarlar. Düğün okuyuntusu gönderilen düğüncüler köyde ve şehirden civar köylerden gelmeye başlar. Her gelen misafir davul zurna ile oğlan evinin önünde karşılanır. Hoşgeldiniz denilerek gelen misafirlere yemek öğünleri arasında geldilerse yemek yedirilir, çay ikram edilir. Yemeğini yiyen çayını içen misafirler kaşlara çıkarak, sıradan herkesle tokalaşıp yerine oturur. Bir arada düğün evinin yakınında bulunan bir çimenlikte davul zurna güreş havası çalarak güreş yapılır. Davulcu düğün başladığı andan itibaren ve akşamları köy odasında uzun aralıklarla savul yapar. Savuldan sonra kaşta veya oda da bulunan düğüncülerin önünde davulunu yatırıp, sırayla dolaşarak verenlerden bahşiş toplar.

Saçı diye bir geleneğimiz vardı eskiden. Saçı, düğün evine hediye olarak verilen koyun ve keçi. En az bir düğünde altı,y edi tane saçı gelirdi. Saçı gelecek evlerden düğün evine saçı gelecek diye haber gelir, her saçı gelecek haberinde düğün evinden kalabalık bir grup, davul zurna ile saçı gelecek eve gider verilen saçı yolda davul zurna çalarak düğün evine getirilir. Bu saçılar ihtiyaç olduğunda hemen kesilir. Eti ile yemekler hazırlanır. Bu işlere yardımcı olan eş dost hemen yardımlaşarak kısa bir zamanda yapılacak işleri bitirirler. Düğünde arap oyunu, deve oyunu gibi seyirlik orta oyunlar çıkarılır. Gündüz yapılan bütün bu eğlencenin belli bir zamanı yoktur. Hepsi düğünün akışına göre doğal olarak kendiliğinden gelişir.

Kız evi ile de sürekli haberleşilir. İstekleri arzuları olup olmadığı sorulur. Bazen kız evi davul zurnayı isteyip birazda kendi tarafında çaldırabilir. Bu kız tarafının doğal hakkıdır. Kız tarafında da akşam kınada yapılacak şinnik için hazırlıklar yapılır. Kız tarafıda kendi misafirleri ile ilgilenir. Kız evi başka yakın civarlarda bir köyde ise, yine davul zurna ile hayırlı olsun demeye, çok eski zamanlarda at arabaları, traktörler çıkınca, traktörler ve arabalar çoğalınca araba ile gidilmekteydi. Köyümüzden başka köye kız gelin gideceği veya başka köyden köyümüze gelin geleceğinde, gelin almalarda kız tarafının olduğu köy delikanlıları köy karşılığı (toprak bastı) parası adı altında bir para alır, bu parayla da gelin almaya gelen diğer köyün düğüncülerinin yemeğini vererek ağırlarlardı.
Oğlan evinde öğle olduğunda topluca öğle yemeği yenilir hacımagul çıkartmak için hazırlıklara başlanır. Genelde hacımagul öğleden sonra ikindi vakti sıralarında çıkardı. Eskiden hacımagul çıkartma dediğimiz geleneğimiz günümüzde yapılmamaktadır. Hacımagul çıkartma dediğimiz bu geleneğimizin ne olduğunu kısaca tanıyalım.

Hacımagul da oğlan evinin düğün eşyası olarak aldığı çeyiz sandığı ile, yatak, yorgan, yastık gibi eşyalar kız evine götürülür, kız evinde gelinin çeyizi çeyiz sandığına doldurularak, gelin çıkarken gelinin eşyası ile birlikte tekrar oğlan evine getirilerek düğün olan gençlerin odalarına döşenirdi. Çok eskilerde at arabası ile çıkan hacımagul, köyümüze motorlar (traktörler) geldikten sonra traktörlerle çıkarılmıştır. Hacımagul hazırlıkları bitince hacımagul çıkartacaz deyip, oğlan evindeki düğüncüler erkekli kadınlı, bayrakçı bayrağı ile, kadın kızlardan bir kısmıda hacımagul motoruna binerek davul zurna çalarak kız evine gidilir. Hacımagulda kız tarafına götürülen eşyalar indirilir. Kız evinde bir müddet kalınarak yine oyun ve halay ile eğlenceye devam edilir. Kadın ve kızlarda kız evine veya kız evinin avlusunda toplanarak o zaman içerisinde oynayıp eğlenirler. Kız evinden önde bayrak ile davul zurna çalınarak geri oğlan evine gelinir. Önde bayrak diyoruz çünki, özgürlük ve bağımsızlığımızın simgesi, rengini şehit kanından alan bayrağımızın önüne makam, mevki sahibide olsa hiç kimse geçemez. Türk töresi bize bunu öğretir.
Oğlan evine gelindiğinde artık akşam kına için hazırlıklara başlanır. Düğün akışınca devam ederken gönüllü görev yapan kişiler bu hazırlıkları yapmaya başlarlar. Aynı şekilde kız tarafında da akşam kına için hazırlıklara başlanır. Oğlan tarafında gençler yine akşam için köy odasının temizliğini yaparlar. Odaya gidecek eşyaları odaya götürürler. Gaz lambasının gazı yoksa doldururlar. Mevsim kış'sa odaya odun ve tezek götürürler. Çay, şeker, bardaklar, gaz ocağı sonraki yıllarda küçük tüp gibi eşyalar hava kararmadan köy odasına taşınır. Evde yine tezek külü elenerek, gaz yağı ile sin sin için toplar karılır. Dost dost ateşi için sırıkların uçlarına boş tenekeler çakılır. Akşam yemeği toplu yenildikten sonra erkekler davul zurnayı alarak köy odasına, kadınlarda kız evine yani şinnik evine gitmeye başlarlar. Oğlan evinden şinnik evine giden kadınlar, yanlarında giderken geline yakacakları kına ve kına malzamesini götürürler.

Cumartesi akşamı köy odasına varıldığında, bayrakçı ve damatın arkadaşları tarafından demlenen çaylar içilirken bir taraftanda sohbet edilir. Köy odası kültüründe anlattığımız gibi, oda'nın baş köşesine en büyük yaşlı ve bilge kişiler oturur. Ordan geriye doğru herkes yaşına göre yerini bilir. Sonradan gelen yaşlılara orta yaşlarda olanlar, odanın baş köşesine doğru kalkarak yer açıp yer verirler. Biraz geride oturan delikanlılarda yerlerinden kalkarak, yaşlılara yer veren orta yaştakilere yer verirler. Çocuklar en geride içerde yer yoksa arada beklerler. Bu yapılanlar bir yoldur, büyüğe saygıdır ve ahlak kuralları dahilinde dir. Çok öncelerini görmedik ama bizim çocukken gördüklerimiz içerisin de rahmetli Mehmet Coşkun (Köse dayı) bu kurallara uymayanları elinde değneği ile azarlar dışarı çıkartırdı. Köse dayı geliyor dendiğin de delikanlılar ve çocuklar kendilerine hemen bir çeki düzen verirlerdi. Bu doğrumudur derseniz, bence köse dayının yaptığı doğruydu. Yola, yordama, ahlâk kurallarına uymayanlara fırsat vermiyordu. Köy odası çaylar içilene kadar bir anda dolar taşardı. Bağlamacı bağlamasını (sazını) duvara asar asla damat kınası yanmadan sazın teline vurmazdı. Bu bir geleneğimizdi. Çünki geleneğimiz böyleydi. Artık sin sin ateşinin yanma zamanı gelmişti.

Odanın önündeki alana saç kurulur, üzerine sin sin için karılan toplardan ateş yakılır, davul zurna yine odanın dış tarafındaki aralık yerde yerlerini alırlar, sin sin havası çalmaya başlar. Sin sin havaların da insanları coşturacak, galeyana getirecek yiğitlik, mertlik havaları çalınır. Yine biri nara atarak ateş yanan saçın yanına doğru koşarak oyunu başlatır. Köyümüzde orta asyadan gelen bir töremiz olan sin sin coşkulu bir şekilde oynanırdı. Sin sin oynanırken oğlan evinde ve kız evinde damat ve geline yakılacak kınalar karılır, kına hazırlıkları yapılır. Bayrakçı, sağdıç ve damadın birkaç arkadaşı damatı giydirerek kınaya hazırlarlar. Kız evinde kadınlar arasında yapılan şinnik eğlenceli ve coşkulu bir şekilde devam etmektedir.

Şinnik dediğimiz kadınlar arasında olan eğlencede, def çalmayı, türkü söylemeyi bilen kadınlar bir araya gelerek def çalarlar. Oynayacak kadın, gelin ve kızlar karşılıklı ortaya çıkarak oynarlar. Kendi aralarında seyirlik oyunlar çıkartıp eğlenirler. Artık geline kına yakma zamanı gelmiştir. Kına için gelin ortaya getirilir. Yeni gelin olmuş biri gelinin sağdıcı olarak geline yardımcı olur. Gelin kız sağdıcı olan kişiyle ileriki hayatındada ahretlik olarak kalır. Gelin ortaya getirilirken başına al önlük örtülür. Ortaya basmadan kumaş serilir, kumaşınalt kısmına bir tane yastık konur, gelin ayakları yastık tarafına gelecek şekilde basmanın üzerine oturur. Yastığın dibinede varsa öksüz yoksa fakir bir kız çocuğu oturtulur, kına yandıktan sonra bu basma yastık dibine oturtulan bu kız çocuğuna verilir. Kına tepsisinde karılmış kına içine mumlar yakılarak gelinin arkadaşları gelin etrafında birkaç tur dönerler. Kına yakacak ve gelini övecek kadınlardan biri gelinin yanına oturarak, gelinin eli açılmıyor der. Geline kınayı dört kadın yakar .Biri, sağ eline, biri sol eline, biri,sağ ayağına, biri de sol ayağına. Oğlan tarafı yanlarında getirdikleri bozuk para ve paranın üzerine az miktarda un dökerek gelinin sağ avuç içine korlar. Kına yakan dört kadın kınayı geline yakarken, gelini övecek kadınlar da gelini övmeye başlarlar. Gelin övmesinde şu gelin övme türküsünü söylerler.

Hani bu gızın anası (iki defa)
Elinde mumlar yanası
Bugün ayrılık gınası (iki defa)
Yarenim gınan gutlu olsun
Orda dirliğin datlı olsun

Elimi sundun asdara (iki defa)
Elimi kesdi destere
Mevlâm hayırlar göstere. Allah hayırlar göstere
Yarenim gınan al olsun
Orda dirliğin bal olsun

Mercimek ektim bittimi (iki defa)
Gız anan söyle gittimi
Hep ektiklerin bittimi (iki defa)
Yarenim gınan gutlu olsun
Orda dirliğin datlı olsun

Hatladı çıktı işiği (iki defa)
Sufrada galdı gaşığı
Gız ananı aşığı (iki defa)
Yarenim gınan al olsun
Orda dirliğin bal olsun

Sözler: Anonim. Söz Kaynak Kişi: Rahmetli Samiye Balaban (Bir çok eski anonim Ankara türkülerinin günümüze taşınmasında kaynak kişi ve Ankara sazı ustalarından, Trt saz sanatçılarından Rifat Balaban, Ankara kültür araştırmacısı emekli öğretmen Halûk Balaban'ın baba anneleri).


Gelinin kınası yandıktan sonra elleri, ayakları sarılır. Kalan kına şinniğe gelenlere dağıtılır. Oğlan evinden gelen çerez kadınlara hapaz hapaz (avuç, avuç) dağıtılır. Şinnik evi dağıldıktan sonra gelin yakın kız arkadaşları ile bir odaya geçerek yatıp istirahat eder. Eğer köyümüzden bir kız başka köye gelin gidecekse, üç, dört kadınla, üç dört erkek damatın kınasını akşama yakın bırakıp gelirler. Eğer başka köyde köyümüze gelin gelecekse, oğlan evinden bir grup kadın ve başlarında bir kaç erkek akşam olunca kızın kınasını yakmaya giderler ve dönüşte iki kadın kız evinde görevli olarak bırakılır.

Kız evinde kına gelin kınası yandıktan sonra şinnik devam ederken, oğlan evinde damat kına için hazırlanmıştır. Köy odası önünde devam eden sin sin, damat kınasını yakmak için günlerin uzun olduğu yaz aylarında yatsı ezanı ile durdurulur. Günlerin kısa olduğu zamanlar da ise yatsı ezanın'dan sonra sin sin devam eder. Vakit ezanları okunurken asla davul, zurna, saz çaldırılmaz. Sin sin damat kınası yakma vakti geldiğinde durdurulur. Dost dost ateşi yakılır. Dost dost ateşinin kaç sırıkta yanacağının belli bir sayısı yoktur. Altı, yedi, sekiz, dokuz sırıkla yakılabilir. Dost dost sırıklarının ucunda içinde ateş yakmak için tenekeler çakılıdır.

Köy odasında sadece yaşlılar oturur. Diğer kalanlar büyük bir zevkle dost dosta katılır. Odanın önünden davul zurna ile oğlan evine damatı almak için yola çıkılır. Yolda giderken sesi gür biri otuz kırk adım aralıklarla dost dost diye bağırır. Arkasından bütün herkes dost dost diye var gücü ile bağırır. Dost dost diye bağırmak, gelen dost düşman değil anlamındadır. Bu şekilde oğlan evine varılır. Damat (güya) alınarak damatın kolunda büyük sağdıçı, arkalarında bayrakçı ve damatın yakın akraba, arkadaş çevresinden delikanlıla damatı koruma görevi yaparak kız evine doğru yola çıkılır. Giderken yolda yine dost dost diye bağırılarak gidilir. Yolda dost dost sırıklarına ateş sönmesin diye bir kişinin şişelerde taşıdığı gaz yağı ve sin sin için karılan toplardan ilâve yapılır. Kız evine varıldığın da içeriden kına biraz geç verilir. Hani derler ya <<Kız evi naz evi>>. Kız evinden damatın kınası alınarak yine davul zurna eşliğinde ve yolda dost dost diye bağırılarak köy odasına varılır. Bu arada şinnikten damat kınasını seyretmek isteyen kadınlar grubun en arkasında köy odasının yakınına gelirler. Kadın erkek asla bir araya gelmez, bir birine karışmazlar. Kadınlar odanın önüne kına yakılacak yeri görebilecek bir şekilde yakın bir yere otururlar. Erkeklerde anlayış göstererek,kadınların seyretmek istedikleri tarafta durmaz, o tarafın önünü açık bırakırlar. Köyümüzde güya kınası köy odası önünde yakılır.

Sin sin ateşi yanan saçın yanına iki sandalyeye birine damat, birine de küçük sağdıç yüzleri kıbleye gelecek şekilde oturur. Damatın başına al yemeni, küçük sağdıçın başına yeşil yemeni örtülür. Kız evinden dost dost ile getirilen kına tepsisine mumlar yakılır. Damatın arka tarafına, damada iğne batırmasınlar diye büyük sağdıç, bayrakçı ve yakın akrabalarından, arkadaşlarından delikanlılar dizilirler. Damat kınasını yakacak ve damatı övecek kişi <<Gelin büyük küçük yaren yoldaşları güya kınası yakalım>> diye bağırır. Düğüne katılan herkes <<Gutlu olsun>> diye bağırır. Kınayı yakan <<Gutlu olsun dimiyenin ağzına bir avuç micimik (kum tanecikleri) dolsun>>der. Bunlar üçer defa tekrarlanır .Kına yakacak güya'nın eli açılmıyor diye bağırır. Kına yakacak kişiye bahşiş verilir. Bir kişi kına tepsisisini tutar. Kına yakacak kişide güyâ'nın sağ elini açarak bir yandan kınayı yakmaya başlar, diğer yandanda güyâyı övmeye başlar.

Elimi sundum asdara (iki defa)
Elimi kesti desdere desdere
Mevlâm şirinlik göstere (iki defa)
Al yeşil gınan gutlu olsun gutlu olsun
Bunda dirliğin datlı olsun datlı olsun

Mercimekten aş olur (iki defa)
İnce ince daş olur daş olur
Sadıcın emeği boş olur (iki defa)
Güyam gınan gutlu olsun gutlu olsun
Bunda dirliğin datlı olsun datlı olsun

Biner atın iyisine (iki defa)
Gider yolun gıyısına gıyısına
Çağrın gelsin dayısına (iki defa)
Al yeşil gınan gutlu olsun gutlu olsun
Bunda dirliğin datlı olsun datlı olsun

Babayın öküzü beşimiş
Birbirine eşimiş
Sadıcın emeği boşumuş
Güyam gınan gutlu olsun gutlu olsun
Bunda dirliğin datlı olsun datlı olsun

Sözler:Anonim Kaynak Kişi: Rasim Cangar.

Kına yakma ve övme bittiğinde kınayı yakan Muhammeden Salâvat der. Semen hepsi içinden Peygamber Efendimize Salâvat getirir. Damadın eli sarılır. Hemen ardından köy hocası Amin diyerek, yakılan damat kınası'nın dua'sını yapar. Dua bitiminde davul zurna çalmaya başlar. Tabi ki yine silahlar susmaz bolca silah atılır. Görevli bir iki kişi fındık, fıstık, leblebi, üzüm, kabuklu fıstık karışımı çerezi, sıradan bütün herkese avuç avuç dağıtır. Sağdıç damadı yanına alarak bütün sıradan düğün semeninin, büyüklerinin ellerini öper, akranları ve çocuklar ile tokalaşır. Sağdıç güyayı ,oğlan evinde yer varsa oğlan evine, yoksa güyâ'nın yakın akrabalarının birinin evine götürüp yatırır. Kınayı izlemeye gelen kadınlar köy odasının yakınından dağılır. Köy odası önünde kınaya katılanlara sin sin oynayacakmısınız daha diye sorulur. Biraz daha oynayalım denirse sin sin yeniden oynanmaya başlanır. Bu kadar yeter denirse sin sin ateşinin etrafında halay tutulur, halay çekilir ve ateş söndürülerek herkes köy odasına çıkar. Demlenen çaylar içilir,artık sıra saza gelmiştir. Bağlamacı sazını uzun havalardan başlayarak çalmaya başlar. Sigaralar dağıtılır. Bağlamacı'nın ara verdiği zaman davul zurna bir savul yapar. Davulunu yatırarak yine sıradan gezerek bahşişini toplar. Çok eski zamanlar da bağlamacıların pek olmadığı dönemlerde köy odası eğlencesi gece geç vakte kadar davulla yapılırdı. Artık davulcunun görevi bitmiştir. Davulcular bir eve götürülerek yatırılır. Eğlence o saaten sonra sabaha kadar sazla devam eder.

Davul odadan gittikten sonra yavaş yavaş yaşlı olanlarda, köy odasında bulunanlardan müsaade isyerek ayrılmaya başlar. Ardından çocuklar ve orta yaşlılar ayrılmaya başlar. Orta yaşdan odada sabahlamak isteyenler kalır. Eğlenceye katılmayacak olan delikanlılarda izin alarak ayrılırlar. Saz bir yandan çalmaktadır. Bu ayrılmalar sazın ara verdiğinde olur. Saz eski Ankara köy odası oyun ve muhabbet havalarını çalmaya başlar. Ne yazık ki kendi özümüz olan oyun havaları nedense günümüz düğünlerinde artık çalınıp oynanmaz oldu. Delikanlılardan oynayanlar ortada oynarlar. Dinimizde yasak olan ama bazı düğünlerde kulanılan içki varsa, içenlere dağıtılmaya başlanır. Kimseye içmesi için zorlanılmaz. İçmeyenler de oyun ve muhabbetlere katılır. İçki kullanmayanlar demlenen çaylardan içerler. Saz ile oyunlar oynanır, saz ara verdiğinde delikanlılar köy odasında çıkartılan oyunları çıkartarak gülüp eğlenirler. Bu eğlence sabaha kadar devam eder. Odadan izin almadan giden olursa bu kişiler sabaha karşı tespit edilir ve yolsuz sayılır. Yolsuz olanlar var ise sabaha karşı davulcular kaldırılarak izinsiz gidenlerin evlerine gidilerek, davul zurna kaldırılır ve ceza kesilir. Yolsuz olan kişi cezasını bir koyunla veya bir tavuk, horoz keserek öder ve hemen pişirilip kendini kaldırmaya gelenlere yedirir. İçki içip sızanlar evlerine götürülüp yatırılır. Artık köy odası boşaltılır ve temizlenir. Ayakta kalanlar sabah gün doğmadan veya gündoğduğu sıralarda oğlan evinin kaşına çıkarak, halay çekerler. Oğlan evinde ve kız evindede bazı kadınlar yapılacak işler için uyumazlar.

Pazar sabahı oğlan ve kız evi her iki taraf ve yakınları erkenden kalkarlar. Sabah yemekleri yenir yenmez gelin çıkartma hazırlıklarına başlanır. Oğlan evinde semen için verilecek öğle yemeği hazırlıkları başlar. Bir gün önceden yada pazar sabah erkenden gelen saçılardan, yetmezse evden, veya önceden alınmış davarlar kesilir. Semene öğle yemeğinde etli pilav verileceği için aşçılıktan anlayan gönüllü erkek aşçılar ocakları kurarak etleri pişirmeye başlarlar. Salınacak (pişirilecek) pilavın hazırlıkları yapılır. Genelde bulgur pilavı salınır. Davul zurna bu arada çalmaya devam eder. Oynamak halay çekmek isteyenler, oynayıp halay çekerler. Öğle yemeği gelin getirildikten sonra yenir.

Artık öğleye doğru kız evinde bir telaş başlar. Gelinin çeyizleri ve eşyaları hazırlanır. Oğlan evinden birkaç kadın, gelinin giyeceklerini alarak, gelinin giydirilmesine yardımcı olmak için kız tarafına gider. Gelinin gelinliği giydirilmeye başlanır. Beyaz gelinlik geleneğimize sonradan girmiştir. Eskiden gelinlerimize gelin çıkarken şu kıyafetler giydirilirdi. Al renkten holta (don), miltan, iç yelek, üç etek, salta (nakışlı üst yelek), püsküllü saç örgülü alın kısmı pullu fes, yemeni, al önlük, çift başlı gümüş kemer. Al önlük gelin çıkarken gelinin başına örtülür. Gümüş kemerde günümüzde bağlanan kırmızı kuşak yerine, erkek gardaşı tarafından en son gelin çıkacağı zaman gelinin beline takılır. Burada şu bilgiyi verdikten sonra devam edelim. Üç etekler renk olarak Anadolu'nun her tarafında aynıdır. Sadece yörelere göre desenlerinin yerlerinde değişiklik vardır. Yaptığım araştırmalar da şunu gördüm. Köyümüzde eskiye ait üç tane üç etek gördüm, üçünün deseni de aynı ve bu desenler Aydın yöresinde giyilen üç eteklerle aynı desen. Gümüş kemerde kimi yörelerde tek başlı, kimi yörelerde çift başlı. Köyümüzde eskiden kullanılan kemerlerin büyüklerimizden aldığım bilgiye göre ve bizzat rahmetli anamın kendi gümüş kemerinin de çift başlı olduğunu gördüm.

Kozayağı köyünde gelin çıkartmalar duruma göre öğleden önce veya öğleden sonra çıkarılır. Öğleden önce gelin çıkacaksa öğle namazına yetişecek şekilde zaman ayarlanır. Kız tarafı hazır olduğunda haber göndererek hazır olduklarını bildirir. Oğlan tarafında da gelinin bineceği at süslenir, davul zurna düğüncülerin ve gelin alayına katılacakların toplanması için, toplanma havaları çalar. Kaştan gelinin önüne atılarak kırılacak testiye su doldurulur, güyâ'nın gelinin başına bereket getirsin diye saçacağı bir mendil içerisine leblebi, şeker, fıstık, ekin, küçük bozuk paralar hazırlanır. Güyâ gelin almaya gitmez. Kaşta sağdıcı ve arkadaşları ile gelinin gelmesini bekler. Artık her iki taraftada hazırlıklar tamamlanmıştır.
Oğlan evinde gelin almaya gidiyoruz işareti vermek için silah atılır. Bayrakçı bayrağını alır en öne düşer. Düğün alayı düzülmeye (oluşmaya) başlar. Davul zurna bir yandan çalar. Gelin atı ile semen (düğüncüler) kız evine doğru yola çıkar. Gelin alayına semen denildiği gibi hakçı da denir. Hakçılar gelin evine Hak almaya yani gelin almaya doğru yola çıkar. Gelin köyümüzde eskiden ata bindirilirken, at ile çıkartılırken, traktörler köyümüze geldikten sonra traktörlerle, arabalar çoğalınca arabalarla çıkarılır olmuştur. Traktör ve arabalara kız evinde yemeni ve havlu bağlanır.

Düğün alayı kız evine vardığında, kız evi yakınları tarafından karşılanarak hoş geldin denilir. Kız evi kapıyı eski köy kapılarında kapı arkalarında bulunan sürgü ile kapıyı dayar. Bahşiş verildikten sonra kapı açılır. Bu aradada dışarda davul ve zurna dertli dertli gelin çıkarma havalarından çalar. İçerde kızın erkek gardaşı çeyiz sandığına oturur bahşiş alır. Kızın erkek gardaşı gelinin hazırlandığı odanın kapısını dayayarak söz kesmede belirtilen kapı bıçağı parasını ister. Kapı bıçağı parası önceden verilmiş ise kapı dayanmaz. Artık gelinin eşya ve çeyizi ile oğlan evinden Hacımagûl'la gelen eşyalar dışarı çıkarılıp at arabası, zamanlada, traktör ve arabalara yüklenir. Gelin atı binek taşına yanaştırılır. Gelin içerde yakın akraba ve ana, baba, bacı, gardaşları ile vedalaşır. En son oğlan gardaşı çift başlı gümüş kemeri, gelinin beline bağlar, gelinin koluna girerek dış kapıdan dışarı kadar çıkarır. Günümüzde gümüş kemer yerine kırmızı kuşak bağlanmaktadır. Yine günümüzde damat gelin almaya katılıyor ve gelin evin kapısından çıktığında, gelinin bir kolunada damat girip gelinin gardaşı ile beraber gelini gelin arabasının yanına kadar getiriyor. Gelinin geldiğini gören davul, zurna hemen çaldıkları dertli havayı değiştirerek, hızlı ve coşkulu havalar çalmaya başlar. Oğlanın ana, baba, dayı, amcaları, gelinin ana, baba, gardaş ve dayı amcaları ile helâlleşerek vedalaşır. Gelinin ana ve babası, kızımız önce Allah'a sonra size emanet derler. Gelin binek taşına yanaştırılan ata bindirilir. Zamanla at yerini traktör ve arabalara bırakmıştır. Köy hocası eğer yoksa dua bilen ilim sahibi biri dua ettikten sonra, oğlan evine dönüş için misafirler hareketlenmeye başlar.

Gelin çıkarma tamam olunca düğün alayı yine bayrak önde ve bayrağın hemen ardında, atın üstünde, gelin olarak yolda davul zurna çalarak ve oynananarak oğlan evine doğru yola çıkılır. Gelin alayı oğlan evine yaklaşıp görüldüğünde, karşılama amaçlı silah atılır. Bu silah atmanın ve gerdek gecesinde silah atmanın anlamı ile gelinin oğlan evine geldiğinde kapının alt ve üst eşiğine yağ sürmesinin anlamı yaptığım araştırmalar da Yörük-Türkmen köylerinde cinlerin uzaklaşması için yapıldığını gördüm. İnançlara göre kapı eşiklerinde gözle görülmeyen varlıkların barındığına inanıldığı için. Gelin attan inmeden gaynana ile gaynata veya varsa damadın abisi ile yengesi güreştirilir. Davul zurna çalmaya devam eder. Bu güreşte düğüncülerin yardımı ile erkek yenilir. Bu güreşin de geleneğimizde bir anlamı vardır mutlaka ama zamanla ne için yapıldığı unutulmuş. Günümüzde de bazı düğünlerde bu gelenek devam etmektedir.

Gelin attan inmeden geline gaynatası veya gaynanası yüz görümlüğü verir. Gelin attan indiğinde güyanın en yakınları kadınlar tarafından eşlik edilerek, kapıya doğru yönelirler. Kaşta bekleyen güya gelinin önüne kaştan içinde bozuk para bulunan suyla dolu testiyi kaştan atar testi kırılır. İçindeki paraları uğur getirsin diye çoluk, çocuk, delikanlılar yerden alırlar. Güyâ, testiyi attıktan sonra, içinde leblebi, ekin, şeker leblebisi, şeker bozuk para bulunan mendili gelinin başına doğru saçar. Bunun anlamıda evime bereket getirsin demektir. Günümüzde ise gelini arabadan damat indirerek koluna girip eve kadar götürür. Kapıdan sağ ayağını atarak girer. Kapıdan girerken gelinin sağ eline yağ verilerek kapının alt ve üst eşiğine sürdürülür. Gelin kapının önüne geldiğinde içinde su bulunan ibriği sağ ayağı ile teperek suyu döker. Buda yeni yuva kuracak evine ısınması için yaptırılır. Gelin odasına götürülür, kucağına genelde erkek küçük çocuk verilir. İki kadın gelinin önünde oynar. Gelin tekrar geldiğine dair övme bilen kadınlar tarafından övülür. Geline şerbet içirilir.gelin içeri girdikten sonra davulcu çalmayı bırakarak, davulcu ve orada bulunan semen, herkes Allah hayırlı uğurlu etsin der. Bayrakçı bayrağını sırıktan sökerek teslim eder.

Artık semene verilecek et ve pilavda hazırlanmış olur. Topluca yemek yenilir. Yemekten sonra artık düğüncüler yavaş yavaş vedalaşarak ayrılmaya başlar. Düğüne gelen davetliler bir kısmı kına gecesinde hediyesini verdiği gibi, bir kısmıda ayrılırken verir. Artık oğlan evinde ve kız evinde çok yakın akrabalar kalır. Bir yandanda etraf temizlenip toparlanmaya çalışılır. Bu arada gelinin hediyesi olarak kız evinden bir kaç kadın pişirilmiş bir tavuk ve önceden yazılmış, pişirilmiş, şekerlenmiş baklavayı oğlan evine getirir. Gerdek gecesinde gelin ile damat yemesi için. Güyâ'yı, sağdıcı alır bir yerlere gezdirmeye götürür. Bu ardada güyâ'ya gerdek gecesi için nasihatlerde bulunur. Akşamda çok yakın akraba, eş dost, köy hocası ve damadın yakın arkadaşları ve bayrakçı'nın katıldığı nikah ekmeği adıyla akşam yemeği verilir. Yemekten sonra yatsı namazı vakti beklenir. Oğlan evindeki erkekler topluca camiye yatsı namazına gider.

Cami'ye girildiğinde birde damadın ayakkabılarını saklayıp, bahşiş alma geleneğimiz vardır. Buna fırsat vermemek içinde sağdıç damadın ayakkabılarını saklatmamak için çaba sarfeder. Oğlan evinde de bir yandan kadınlar gerdek gecesi için son hazırlıkları tamamlarlar. Damadın en yakınlarından bacısı, yengesi gibi gelinin odasında geline son öğütleri verir ve odada gelinin yanında bekler. Yatsı namazı çıkışı cemaat güyâ goymak için oğlan evine topluca gider. Gelin odasının kapısı önün hoca damadı yanına alarak öne geçer. Hoca dua eder,el fatiha dediğinde geleneğimize göre damadın sırtına yumruk vurma yarışına girilir. Bazen damat iyi bir yumruk yediği gibi bazen de gelenek yerini bulsun diye sırtına hafifçe dokunulur. Damat içeri girdikten sonra, içerde ki kadın gelinin elini damadın eline tutuşturur ve odadan dışarı çıkar. Damat gelinin başını açmak için yüz görümlüğü verir öyle açar. Dışardaki cemaatte dağılmıştır. Çok yakın akrabalar oturursa onlarada çay yapılır ve beraberce yorgunluk çayı içilir. Bu arada damadın yakın arkadaşlarından biri kaşa çıkarak, urganla veya bir iple bacadan aşağı kız evinden gelen baklavadan istemek için helke sarkıtır. Damat helkeye baklavayı doldurur ve helkeye vurarak arkadaşına bacadan çekmesini ister. Baklavayı çeken arkadaşı diğer arkadaşları ile bir yere giderek bu baklavayı yer. Bunun anlamıda damadın arkadaşlarına darısı bulaşsın amaçlıdır.

Günümüzde ise arkadaşlardan ziyade yakın akrabalar istemekte ve onlara kapıdan verilmektedir. Baklava yenildikten sonra ev dışında bulunanlar tamamen dağılır.
Sabah ezanın da damat ve gelin kalkarak, gelin omzuna bir havlu alarak gaynatasına el ilâni, ibrik ile sabah namazı abdestini aldırır. Önceden hazırlnamış bir bohça içerisindeki hediyeleri, damat ve gelin ana, babalarının ellerini öperek verirler. Bu hediyelerden ev içerisinde bulunan diğer bacı, gardaş, yenge kim varsa onlarada verilir. Sabah yemeği hazırlanır. Çok eskilerden gelin sofraya oturmaz hizmet eder, sonradan kendi yer. Gelin artık altı ay bir sene ne sürerse gelin kızlık yapmaya başlar. İstek ve yapacaklarını işaretlerle yada çok kısık sesle anlatmaya çalışır. Zamanla bu gelenek gelin zor durumda kalıyor diye gaynatalar tarafından gelin kızlık yapmaması için uyarılarda bulunularak ortadan kalkma konuma gelmiştir. Eskiden bu gelenek devam ederken, altı ay bir sene gibi bir süre zarfında, gaynata geline bir hediye vererek gelin kızlığın artık ortadan kalksın der ve gelin kızlık sona ererdi.

Pazartesi günü yani gelinin geldiği ertesi gün geline duak açılır. Gaynata ve damat evde bulunmaz. Duak'a sabahtan akraba ve komşular davet edilir. Bir odada toplanan kadınların bulunduğu odaya sağdıcı ve gelin önlü arkalı girerler. Büyüklerin elleri öpülür, gelin ve sağdıcı ortada oynarlar. Gelin ve sağdıcı oynarken omuzlarının üzerinden avuçlarında bulunan ekin tanelerini saçarlar. Dökülen ekin tanelerini diğer kadınlar toplayarak evlerine götürüp ambarlarına atarlar. Bunun anlamı bolluk ve bereket gelsin demektir. Diğer kadın ve kızlarda aralarında oynayıp eğlenirler. Duak bitince herkes evine dağılır. Duak tan sonra akşam damat ve gelin gelinin çeyizinde getirmiş olduğu namazla, çorap, mendil, miltan, yemeni gibi hediyeleri bohça yaparak oğlanın yakın akrabalarını ziyaret edip ellerini öperek dürü dağıtırlar. Dürü dağıtılanlar da geline bahşiş verirler. Diğer taraftanda kız evine akrabaları ve köyümüzden komşular Allah yerine yakıştırsın ziyaretinde bulunurlar.

Gelin otuz, kırk gün yeni yuvasına, evine ısınsın diye babasının evine,babası tarafından davet edilmeden gitmez. Otuz, kırk gün sonra kızın babası El Öpme adıyla oğlan tarafını, dünürlerini belli bir gün için davet eder. Bu davette kız tarafının imkanlarına göre yemekler hazırlanır, yemkelr yenilir. Kızın babası kızına el öpme hediyesi verir. Bu hediyeler yatak, yorgan, altın, koyun, keçi gibi hediyelerdir.

Yeni evlenen çiftin çocukları olduğunda gelinin kendi ana, baba, bacı gardaş, yenge gibi yakınları oğlan tarafı dünürlerine, torun görme adı altında doğan çocuk için hazırladıkları hediyeleri götürürler. Zamanla bu gelenek beşik içi adı ile yapılmaya başlanmıştır. Doğan çocuğa kızın babası beşik ve çamaşır alır. Okunan yakın akraba ve komşu kadınları ile oğlan tarafına beşik içi götürülür.

KOZAYAĞI KÖYÜ CENAZE (ÖLÜ) ADETLERİ. ALLAH RIZASI İÇİN
CENAZEYE YAPILAN İNSANLIK GÖREVLERİ


Hz.Allah'ın kitabımız Kur'an-ı Kerim'de üç süre de, ayet'lerde işaret buyurduğu gibi ölüm bir gerçektir ve her canlı bunu tadacaktır. "Külli nefsin zâikatü'l-mevt", yani "Her nefis ölümü tadacaktır." 1-Ali İmran Süresi 185. Ayet-i Kerim'e. 2-Enbiya süresi. 35. Ayet-i Kerim'e. 3-Ankebut süresi 57. Ayet-i Kerim'e. Bizler de insan olarak er yada geç Yüce Allah'ın verdiği ömür, nefes bitince, ruhun bedenden ayrılıp Yaratıcı'sına kavuştuğu an olan, ölümü tadacağız.

Her inancın kendine göre cenaze defin işleri olduğu gibi, dinimiz İslâm dininde de müslüman olarak cenaze ye karşı defin işlerinde üstlendiğimiz, yapmamız gereken insani görevlerimiz vardır. Bu görevleri yerine getirmeye çalışanlar Allah katında sevaba nâil olur. Müslüman ülkelerde ölü'ye karşı yapılan bu görevler de amaç aynı olsa da, ülkemizde de olduğu gibi, yöre yöre, il il, hatta köy köy bazı değişiklikler vardır. Biz Türk milleti olarakta, daha Peygamber Efendimiz dünyaya zuhur etmeden önce atalarımızın, ölü olunca uyguladıkları bazı adetleri, günümüze kadar uygulayarak getirmişiz. Örneğin ölen insanlarımız için verdiğimiz yedi ve kırk yemeklerimiz gibi. Dinen bir sakıncası olmadığı içinde, gelenek olarak devam ettiriyoruz. Orta Asya da yaşayan atalarımız Türk milleti olarak, ölüleri olunca, ölü için birinci gününde, üçüncü gününde, yedinci gününde, kırkın da,yemek vermişlerdir.

Ölü'ye karşı yerine getirmeye çalıştığımız insani görevlerimizi, Kozayağı köyünde, köyümüz de çok eski zamandan beri nasıl olduğunu aşağıda kaynak kişimizden aldığımız bilgiler ışığında sıralamaya çalışacağız. Kozayağı köyünde uygulanan cenaze adetleri, Anadolu'nun bir çok yerinde de aynı olduğu gibi çok az bir değişiklik yapılarak, uygulandığı yöreler ve köyler de vardır. Bu insani görevlerimiz içinde, bugün için unutulup yada unutulmasa da yapılmayan kısımlar vardır. Kaybolan değerlerimiz içinde olan bu insani görevlerimizi en azından unutulmaması adına sıralamaya çalışalım. Sıralamayı yapmadan önce bir konu hakkında açıklama yapalım ki yanlış anlaşılma olmasın. Kimin nerde, nasıl, ne zaman öleceğini Hz.Allah'dan başka kimse bilemez. Ama bazı ağır hasta ve yaşlı olanların ağırlaşıp ölüm döşeğine yattığı, şuurunu yitirdiği andan itibaren sıralama yapma gereği duyduk.

1-Ölüm döşeğine yatmış kişi ziyaret edilir. Başında nöbet beklenir. Çok ağırlaştığın da gece vakti'de olsa köyün hocası veya Kur'an-ı Kerim okumayı bilen kişiler çağrılır. Sessiz olarak Yasin-i Şerif okunur. Şuuru yerinde ise Kelime-i Şehadet, Kelime-i Tevhid söylemesi teşvik edilir.

2-Ölen kişi son nefesini teslim ettikten sonra, ayakları ve çenesi düz kalması için bağlanır. Gözleri hafifçe kapatılır.

3-Cenazeye güzel koksun diye tütsüler yakılır.

4-Selâsı verilir.

5-Ölen kişinin beden büyüklüğüne göre iple ölçü alınır, ona göre, ölmeden vasiyeti varsa, vasiyet ettiği yere, yoksa geçmiş'te ölen aile büyüklerinin yanına mezar kazılmaya başlanır. Mezar, Allah rızası için parasız kazılır.

6-Mezar kazanlara, komşu ve köyün kadınları toplanır, ekmek yaparlar. Bu ekmek yapma işi cenaze'nin defni sürene kadar devam eder. Cenaze defnedildikten sonrada katılanlara ikram edilir.(Gözleme, Hamırsız, ve benzeri)

7-Kazanlarla cenazenin yıkanması için su ısıtılır. Cenazenin yıkanması için teneşir tahtası hazırlanır.

8-Ölen kişi kadınsa, erkeklerin göremeyeceği mümkün mertebe kapalı avlı gibi yerler de, cenaze'nin etrafı çarşaf, kilim gibi şeylerle çevrilerek; Ölen kişi erkekse yine mümkün mertebe kapalı bir yerde evinin önünde yıkanır. Cenazeyi yıkayana, herkes yardımcı olmak ister ama en başlar da cenaze'nin çocukları ve en yakınları yer alır.

9-Cenaze yıkanırken yine selâ verilir.

10-Kefen hazırlığı yapılır. Kefene, cenazenin göğsü üzerine gelecek kısmına, Kelime-i Şehadet yazılır. Cenaze kefenlenir.

11-Kefen üzerine çörek otu, zem zem suyu, gül suyu dökülür.

12-Cenaze tabuta yerleştirilir.

13-Mezara gitmeden önce komşuların'dan, köyden veya dışardan cenazeye katılan cemaatten helâllik alınır. Dua okunur.

14-Tabuta yerleştirilmiş cenaze, sal tahtasına konan tabutla, insanların omzun da, taşıyanların sırayla değiştiği, yardmlaştığı bir şekilde musalla taşına götürülür.

15-Cenaze musalla taşına konduğunda, cemaat toplana na kadar imam, ölüm hakkında ve dünyanın gelip geçici olduğu hakkında dini bilgiler verir.

16-Cenazeye katılan cemaatin tamamı toplanınca, cenaze namazı kılınır. Katılan cemaat'ten ve yakınlarından yine helâllik alınır, dua edilir.

17-Tabut içerisindeki cenaze sal tahtasına konur. Katılan cemaatin omuzlarında taşınarak, mezara götürülür.

18-Cenaze tabutla mezarın kıble tarafına konulur.

19-Mezarın içine cenazenin varsa çocukları yoksa en yakınları dört beş kişi iner.

20-Tabuttan çıkarılan cenaze, kefenin kuşaklarından tutularak dengeli bir şekilde, mezar içinde bekleyen çocukları ve yakınlarına verilir.

21-Cenaze, mezarın kıble tarafına açılan kuytak dediğimiz yere, sağ böğrü üzerine yatırılarak, kenarlarına cenazeye saygı'dan dolayı incinmesin diye, sağ böğrü üzerinde kalabilmesi için, kazılan toprağın en ince yerlerinden yerleştirilir.

22-Kuytağa yerleştirilen cenaze'nin üzerine toprak düşmemesi için, mezarın tabanında kuytağın bittiği yerden yukarı doğru, mertek, tahta, hasır, ot, çayır gibi şeyler (günümüzde tuğla ile örülerek) kapatılır.

23-Mezarın kalan kısmı toprak ile örtülmeye başlanır. Bu sırada da bir yandan Kur'an-ı Kerim okunmaya başlar. Herkesin bir kürek toprağı nasip olsun diye, toprak atanlar bir iki kürek atar küreği yere bırakır, bir diğer kişi alır, görevi biten bir kenara oturup, orada bulunan, okumasını bilen imam, hoca, ve diğer kişilerin okuduğu Kur'an-ı Kerim'i dinler.

24-Mezarın, baş ve ayak ucuna mezar yeri belli olsun diye ağaç veya taş dikilir.

25-Mezar tamamen toprakla örtüldüğünde, mezarın üstü hafif ark şeklinde açılarak ölen kişinin, çocuğu veya torunu tarafından mezarın üstüne su dökülür.

26-Dua yapılır, okunan Kur'an-ı Kerim'den hasıl olan sevap; Allah rızası için başta Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz ve bütün peygamberlere, dört halifemize, ehli beyte, ali beyte, evlâdı Resülüllâha, sahabeye, şehitlere, gazilere, nesli kesilmiş bütün mümin ve mû'minat kardeşlerimize, o kabristan da yatmakta olan mevtalara, katılan cemaat yakınlarının geçmişlerine, özelliklede ölen kişi ve yakınlarına sevabı bağışlanır.

27-Cenaze yakınları toplanır, katılan cemaat baş sağlığı dileğin de bulunur, cenaze yakınlarını teselli eder.

28-Cemaat dağılırken, imam da ölen kişiye mezarı başında, meleklerin soracağı sorulara kolay cevap verebilmesine yardımcı olsun diye telkin de bulunur.

29-Cenaze evine tekrar gelinir Kur'an-ı Kerim okunur dua yapılır.

30-Komşu ve köylüler'den cenaze evine yemekler getirilir. Cenaze'ye katılan ve başsağlığına gelen kişilere bir hafta boyunca ikram edilir.

31-Cenaze için bir hatim yapılır. Kısa sürede bitmesi içinde okumak isteyenlere cüzler dağıtılır en kısa zamanda hatmi şerif bitirilir, duası yapılır.

32-Cenaze'nin yedi'si (yemek) verilir. Eskiden yemek veya çörek, gözleme, hamırsız yapılırdı. Kur'an-ı Kerim ve Mevlid-i Şerif okunur, duası yapılır cümle geçmişlerin ruhuna bağışlanır. Katılanlara şerbet ikram edilir.

33-Cenazenin kırk yemeği verilir. Yedisi ile aynı şekilde.

34-Elli ikinci gecesinde 52.gece duası okunur. İsteyen bir iki sofralık yemekte verir.

35-Ölen kişi kadın da, dünyada yaşayan eşi tekrar evlilik yaptığında, ölen kadın mezar'da acı çekmesin diye bir kişi gizli olarak kimse görmeden ölen kadının mezarı başına yumurta gömer. (Bu dinimizde yeri olmayan bir hurafe, ancak atalar'dan gelen bir gelenek olarak günümüze kadar gelmiş, son zamanlarda da artık Kozayağı köyünde uygulanmamaktadır.)

Cenazeye karşı yapılan insani görevlerin: Kaynak Kişi: Satılmış ÇULHA (Kozayağı köylü, köyümüzün eski hocası)

13 Ağustos 2016 100-101 dakika 28 denemesi var.
Yorumlar