Gidenlerin Ardında

Ne zaman bir şehre girsem, önce sessizliğini dinlerim.

Çünkü bilirim ki, insan sesi değil, şehirlerin sessizliği anlatır asıl hikâyeyi.

Erzurum'da soğuk, Konya'da türkü, Sivas'ta hüzün başka akar damarlarıma.

Bir rüzgâr eser içimden, dağlar boyu yol alır da varmaz yerine.


Şehirler, insanların geçtiği yolların toplamından ibarettir belki de. Her sokak, bir zamanlar birinin eve dönüş yolu olmuştur. Her köşe başında bekleyenler, her kapı eşiğinde vedalaşanlar... Zamanın akışında kaybolup giden o anlarda, hiç kimse bunların bir gün hatıra olacağını düşünmez. Oysa şehirlerin belleği, bizim unuttuklarımızla beslenir.


Ben, gidenlerin ardından konuşmayı hiç sevmedim.

Her giden, ardında bir eksiklik bırakır çünkü.

Bir sokakta yankılanan son ayak sesi,

bir camda unutulmuş solgun perde,

bir masada yarım kalmış çay…


Gidiş, sadece fiziksel bir hareket değildir. O, zamanın içinde açılan bir yarıktır. Bir kişi gittiğinde, onunla birlikte binlerce küçük ayrıntı da kaybolur: kahvesini nasıl içtiği, gülerken gözlerinin nasıl kısıldığı, yağmuru izlerken pencerenin kenarına nasıl dayanıp durduğu... Bu ayrıntılar, hiçbir fotoğrafta, hiçbir videoda saklanamaz. Onlar sadece kalanlerin hafızasında, giderek soluklaşan izler halinde yaşar.


İnsan bir kere eksilir mi?

Eksilir. Hem de öyle bir eksilir ki,

geride kalan kelimeler bile tamamlanmaz.

İşte bu yüzden bazı cümleleri hiç kuramadık,

bazı yollara hiç varamadık.


Eksiklik, matematikte olduğu gibi hayatta da mutlak bir kavramdır. Bir insan gittiğinde, geride bıraktığı boşluk hiçbir şeyle doldurulamaz. Çünkü o boşluk, sadece o kişinin şeklindedir. Başka birinin doldurması mümkün değildir. Bu yüzden sevdiklerimizi kaybettiğimizde, "yerine başkası gelir" diyenler yanılır. Kimse kimsenin yerine gelemez; herkes kendi yerindedir, kendi benzersiz boşluğuyla birlikte.


Ben, eski hanların önünde durup hikâyeler dinledim.

Hikâyeler ki, bir kısmı yarım, bir kısmı yitik…

Bir zamanlar gülüşleriyle dolan odalar,

şimdi duvarlarında yankılanan boşlukla bekliyor.

Oturup saatlerce baksam da,

hiçbir şehir bana gidenleri geri getiremiyor.


Mekânlar, bizim için birer zaman makinesidir aslında. Eski hanların taş duvarları, yüzyıllar öncesinin sıcaklığını hâlâ taşır. O odalarda yankılanan sesler, kahkahalar, ağlamaların izi vardır duvarlarda. Ama bu izler, sadece hissedilir; görülmez, dokunulmaz. Mekânların bu garip özelliği, bizi hem geçmişe yakınlaştırır hem de ondan ayırır. Sanki camın arkasından bakıyoruz: her şeyi görebiliriz ama hiçbirine dokunamayız.


Ama bilirim ki, her mevsim birine yarım kalır.

Kimi baharı bekler, kimi kışı özler.

Ve insan, en çok da kendine geç kalır.


Mevsimler, sadece doğanın değişimi değildir; aynı zamanda ruhun halleridir. Her mevsimde farklı bir yanımız uyanır, farklı bir yanımız uyur. Bazen bir bahar günü gelir de içimizde kış devam eder. Bazen karlı bir günde yüreğimizde çiçekler açar. Bu uyumsuzluk, insanın en temel trajedisidir belki de: zamanla hep asenkron olmak, hiçbir zaman tam olarak "şimdi"de bulunamaz olmak.


Gidenlerin ardında kalan şey, sadece özlem değildir. Onlar, bizim tamamlanmamış hikâyelerimizin kahramanlarıdır. Her gidende, bizim bir parçamız da gider. Bu yüzden bir süre sonra kendimizi eksik hissederiz. Sanki aynaya bakıp da yansımamızın bir yerinin silindiğini fark etmek gibidir bu.


Belki de gitmek, en insani eylemdir. Çünkü kalmak, vazgeçiş gerektirir; gitmek ise umut. Her giden, bir yerde yeni bir başlangıç arar. Her kalan ise, gidenlerin bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışır. Bu döngü, hayatın ta kendisidir: gitmek ve kalmak, bırakmak ve tutunmak, kaybetmek ve bulmak...


Şehirlerin sessizliğinde dinlediğim o hikâyeler, aslında hepimizin hikâyesidir. Biz hep birilerin ardından bakarız, biz hep birilerin gidişini izleriz. Ve bir gün fark ederiz ki, şimdi de bizim ardımızdan bakıyorlar. Böylece giden ve kalan arasındaki çember tamamlanır.


Sonunda anlarız ki, gitmek ve kalmak arasında o kadar da büyük bir fark yoktur. Çünkü gerçek gidiş, fiziksel uzaklaşmada değil, kalplerdeki soğumadadır. Ve gerçek kalış da, fiziksel yakınlıkta değil, hatıralardaki sıcaklıktadır.


Bu yüzden gidenlerin ardında sadece boşluk kalmaz. Sevgiyle yaşatılan her hatıra, aslında bir tür varlığın devamıdır. Gidenler, bizim içimizde yaşamaya devam ederler  farklı bir şekilde, sessiz ama derinden.


Turgay Kurtuluş 

28 Mayıs 2025 4-5 dakika 40 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar